Türk askeriyle birlikte Kore'de savaşan ve yaralanan Amerikan askerlerinden biri, Kore'de yattığı hastaneden, annesine bir mektup yazar. Askerin başına garip bir olay geldiğinden, gözetim altında tutulmaktadır. Asker, mektubunu, sadece annesinin okuması için yazmıştır ve mektubu gizli tutmasını istemiştir. Ama Kore'deki askeri hastanenin papazı Walter Muldy mektubu okur ve üstlerine de rapor eder. Mektup resmi kayıtlara geçirilir...
Sevgili Annem,
Senden başka hiç kimseye, böyle bir mektup yazmaya cesaret edemezdim. Bana hiç kimse inanmazdı. Belki sen de zor inanacaksın, ama içimi sana dökmeliyim.
Sana önce, şimdi hastanede olduğumu söylemek istiyorum. Ama sakın üzülme! Ben yaralandım, ama iyiyim. Doktor, bir ay sonra ayağa kalkacağımı söyledi. Bu önemsiz. Sadece bir ayrıntı.
Geçen yıl ben Deniz Kuvvetleri'ne katılırken, hatırlıyor musun, her gün kutsal Melek Mikael için dua etmemi söylemiştin. Söylemene bile gerek yoktu, çünkü küçüklüğümden beri bunu hep tembih ederdin. Hatta bana O'nun adını verdin. Hep kutsal Mikael'e dua ettim. Ama Kore'ye geldikten sonra, daha yoğun dua ettim.
Bana hangi duayı öğrettiğini hatırlıyor musun?.. "Mikael, Mikael, yanımda kal! İki dünyada da beni yönlendir, ayağım doğru yolun dışına çıkmasın..."
Hergün dua ettim... Bazen yürüyüşte, bazen durduğumuzda, ve her gün uykuya yatmadan önce. Hatta bazı asker arkadaşlarımın da dua etmelerini sağladım.
Bir gün, öncü bir birlikle en ön cephedeydim. Bölgede komünistleri aradık. Dondurucu soğukta ilerliyordum... nefesim, sigara dumanı gibiydi. Bizim öncü birliğindeki herkesi tanıdığımı sanıyordum, buna rağmen yanımda, daha önce hiç görmediğim bir asker belirdi. Diğer denizcilerin hepsinden daha iriydi. Yaklaşık 1.92 m. boyunda olmalıydı ve sağlam yapılıydı. Benim gibi bir tavuğun yanında, böyle birinin olduğunu blmek, güven vericiydi.
Güçlükle ve dikkatle ilerliyorduk. Etrafımızdaki askerler karmakarışık yürüyorlardı, ben bir şey söylemiş olmak için, "Amma soğuk di'mi?" dedim. Sonra kendime güldüm. Her an ölebilirdim, gene de havadan sudan konuşuyordum!
Yanımda yürüyen, beni anlamış görünüyordu. Sessizce güldüğünü gördüm. Ona baktım.
"Seni daha önce hiç görmedim. Birlikteki herkesi tanıdığımı sanıyordum" dedim.
"Ben son anda geldim zaten" dedi. "Adım Michael."
"Öyle mi?!" dedim şaşkınlıkla. "Benim adım da Michael!.."
"Biliyorum" dedi... Sonra devam etti:
"Mikael, Mikael, yanımda kal..."
Şaşkınlıktan konuşamadım. Benim adımı ve senin bana öğrettiğin duayı nereden biliyordu? Sonra kendimi avuttum: Bizim birlikte herkes beni tanıyordu! Öğrenmek isteyenlere duayı öğreten de ben değil miydim? Arada sırada bana "Kutsal Michael" diye takılmıyorlar mıydı!
Bir süre hiç konuşmadık. Sonra sessizliği o bozdu. "Şurada ön kısımda zor bir durum olacak."
Vücut kondisyonu çok iyi olmalıydı, çünkü o kadar sakin nefes alıyordu ki, nefesinin buharını göremiyordum. Benim nefesim ise koca bir bulut gibiydi soğukta! Yüzü artık gülmüyordu. Ön tarafta zor bir durum yaşayacağız diye düşündüm içimden -oralarda Komünistlerin kum gibi kaynadığı yeni bir şey değildi!
Lapa lapa sık bir kar başladı. Birden, etrafımızdaki doğa karın altında görünmez oldu. Beyaz ve ıslak bir sisin içinde, yapışkan karda ilerlemeye başladım. Yol arkadaşım yanımda değildi. Üzüntüyle "Michael!" diye bağırdım.
O an elini kolumda hissettim. Sesi sıcak ve güçlüydü.
"Kar şimdi dinecek."
Söylediği doğru çıktı. Bir-iki dakika içinde kar dindi, tıpkı başladığı gibi aniden. Güneş, sert ve ışıldayan bir yuvarlak gibi aydınlattı. Etrafıma, bizim birliğin askerlerine baktım. Görünürde hiç kimse yoktu. Kar kıyamette diğerlerini gözden kaybetmiştim. Hafif bir yükseltiye eriştiğimizde önüme baktım.
Anne, neredeyse kalbim duracaktı! Yedi kişiydiler! Polsterli pantolonları, parkaları ve komik şapkalarıyla yedi Komünist. Ama artık o an hiç komik değildi. Yedi tüfek, bize doğrultulmuştu!
"Michael yere yat!" diye bağırdım ve kendimi donmuş toprağa attım. Silahların, tek bir komutla ateşlenmiş gibi aynı anda nasıl patladıklarını duydum. Mermiler üzerimden geçtiler. Ama Michael ayaktaydı. Ayakta durmaya devam ediyordu!
Anne, bu heriflerin hedeflerini şaşırmaları imkansızdı... O uzaklıktan hedeflerini şaşıramazlardı! Ben, Michael'in kurşunlarla paramparça olduğunu düşündüm. Ama ayakta durmaya devam etti... ve ateş falan da etmedi. Korkudan felç olmuştu... Bazen en cesur askerlerin bile başına gelir! Yılan tarafından hipnotize edilmiş kuşlar gibi. En azından ben öyle sandım!
Onu yere çekmek için hızla ayağa fırladım ve vuruldum. Göğsüm ateş gibi yandı.
Hep, vurulunca insanın kendini nasıl hissettiğini düşünürdüm, nasıl birşeydir, kurşunla vurulmak diye... Şimdi biliyorum!
Güçlü ellerin beni nasıl tutup dikkatlice kardan yastığın üzerine bıraktığını hatırlıyorum. Gözlerimi son bir kez daha açtım. Ölmek üzereydim! Belki de ölmüştüm. Ne düşündüğümü hatırlıyorum: "Ölmek çok da kötü değilmiş."
Belki güneşe baktığımdan, belki de şoktan... Bana, Michael'in yeniden ayakta dik durduğu göründü... Ama yüzü korku uyandıracak bir şekilde parlıyordu. Onu gözetlerken değişmiş gibiydi. Daha büyüktü, kolları açıldığında daha geniş alana uzanıyordu. Belki bana kar yüzünden öyle göründü, ama etrafını bir ışık halesi sarmıştı, hale tıpkı bir meleğin kanatlarına benziyordu! Elinde bir kılıç vardı... Milyonlarca ışıktan oluşan, kıvılcımlanan bir kılıç.
İşte bu, arkadaşlarımın beni bulmadan önce hatırlayabildiğim son şey. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Arada sırada, ağrısız-sızısız, ateşsiz anlarım oldu. Arkadaşlarıma, önümüze çıkan düşmanlardan bahsettim.
"Michael nerede?" diye sordum. Bana baktılar...
"Kim nerede?" diye sordu biri.
"Michael... Michael, iri denizci. Benimle birlikte yürüyen, hani kar fırtınası başlamadan hemen önce yanıma gelen."
Çavuş, "Birader" dedi, "sen hiç kimseyle birlikte değildin. Seni bir an bile gözümden ayırmadım. Sonra bizden kopup çok ileri gittin! Bağırıp seni uyarmaya çalıştım, ama uzaklaşıp gözden kayboldun."
Bana meraklı gözlerle baktı.
"Nasıl becerdin ulan?"
"Ne yapmışım ki?" diye sordum. Yaralı olmama rağmen kızmıştım sorusuna.
"O denizci Michael ile ben tam..."
"Birader" dedi çavuş, beni yatıştırmak istercesine, "öncü birlikteki askerleri bizzat ben seçtim. Bizim birlikte bir tane Michael var, o da sen! Sen aramızdaki tek Michael'sın!"
Bir an durdu.
"Nasıl becerdin?.. Biz silah seslerini duyduk. Ama senin silahından tek kurşun atılmadı... Öldürülmüş yedi askerin üzerinde de kurşun yarasının esamisi yok!"
Ona hiç bir şey söylemedim. Ne söyleyebilirdim ki? Sadece duyduklarıma inanamayan bir şekilde etrafıma bakınmakla yetindim.
"Birader" dedi yumuşak bir sesle...
"O yedi Komünist kılıçla öldürülmüş!"
Sana daha fazla söyleyeceğim birşey yok anne. Belki de Güneşin gözüme gelmesiyle... Belki soğuk... ve duyduğum acı nedeniyle... Ama aynen böyle oldu!
Seni sevgiyle selamlıyorum.
Oğlun Michael.