Kolbrin yazıtlarının en eski kısmı, Yahudilerin Mısır'dan çıkışından sonra, tahminen M.Ö. 1500'lü yıllarda yazılmış. Kitabın bugüne kalan bu kısmı, 'Bronzebook' diye tanınıyor. Mısır hiyerogliflerinden Fenike diline, sonra eski Yunanca ve Latinceye çevrilmesinin ardından ilginç bir şekilde Keltlerin eline geçmesi, filmlik bir olay. Buradan, İngilizce dil ailesine geçtiğinden İngilizce bir ad da edinmiş. Kitap, seküler bir dille, olayları rasyonel bir bakış açısıyla anlatıyor. O felaketlerin yaşandığı dönemde de rasyonel bir "çokbilmişlik" türünün Mısır'da oldukça etkili olduğunu ve "her nedense", rasyonelliğin en bilmiş halinin mutlaka özgüvenli çokbilmişlerin tepesine çöktüğünü de bahaneyle kitaptan öğrenmiş oluyoruz.
İşin ilginç yanı şu: Kolbrin Yazıtları 21 cilt boyunca felaketleri/konuları bütün detaylarıyla anlatıp duruyor, ama bu konunun, yani kendi fundamental (rasyonel) zayıflığının hiç farkında değil. Yani sonuçta: kendine Fransız!
(Tıpkı bugünkü, burnundan kıl aldırmayan, kapitalist piyasaya endeksli "rasyonel" Prof.Dr.'ların süzme Fransızlığı gibi!..)
Musa'nın mucizeleri sonucu koca bir ordu kaybetmiş, tarihinin en garip felaketlerini yaşamış Mısır'da, İbrahimi dinlere ve İbrahim'in Tanrısı'na merak uyanıyor.
Kitabın diğer kültürler tarafından da keşfedilidiği M.Ö. 1. Yüzyılda, Fenike diline çevrildiğini görüyoruz. M.S. 1. Yüzyılda önce Eski Yunancaya, sonra Latinceye çevrilip, birçok yerle birlikte Anadolu'da da saklandığı, mesela Britanya'ya da getirildiği biliniyor. Bu dönemde tek Tanrı inancının önemli bir anlayış olarak yaşadığını ama geneli belirlemediğini görüyoruz. Tek Tanrı inancı, esas Hristiyanlık döneminde Akdeniz etrafındaki Eski Dünya'yı belirlemeye başlıyor. 20 ve 500 yılları arasında beş cilt haline getirilen kitabın, önce zengin Romalılar arasında tanındığı sanılıyor. Kitabın bilinen tek eksiksiz kopyası, Glastonbury Manastırında saklanmaktayken, 1184 yılında bir yangın çıkıyor. Kelt din adamları kafirler diye suçlandıklarından burası yakılıyor. Kitapların kurtarılabilen kısmıyla kaçmayı başaran rahipler, kitabı 500 yıl boyunca İskoçya'da saklıyorlar. 18'inci Yüzyılda bir özetini ilk kez yayımlıyorlar. Kitabın orijinalinin, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Londra'ya getirildiğini ve bugünün İngilizcesine çevrildiğini biliyoruz. Bu versiyon 1992'de yayımlandı. 1994'de de garip bir tarikat tarafından Yeni Zellanda'da yayımlandı. Kitap, böyle acaip tiplerin malı haline geldiğinden pek ciddiye alınmadı. (Son 2005 versiyonu ABD'de yayımlandı.)
Şimdi, Mısırlıların kendi yaşadıkları felaketin kronolojisi itibariyle, Kolbrin Yazıtlarındaki olayların ayrıntılı tariflerine girmek istemiyorum, ama en azından şu kadarını yazmak zorundayım:
"Yüzyılların ardından bazı yasalar gökyüzündeki yıldızlara etkide bulunacak. Yıldızların yolu değişecek. Yıldızlar dur durak bilmeden hareket ediyorlar. Durağan değiller. Ve gökyüzünde büyük kırmızı bir ışık görünecek." (Kolbrin manüskrileri 3.3.)
"Yeryüzüne kan damladığında 'Çölleştirici'/'Mahvedici' görünecek. Dağlar açılıp ayrılarak kül ve ateş püskürecek, ağaçlar yokolacak, hayatlar yokedilecek. Nehirler yer tarafından yutulacak ve denizler kaynayacak." (Kolbrin manüskrileri 3.4.)
"İnsanlar çıldırarak birbirinden ayrılacak. 'Çölleştirici'/'Mahvedici'nin çaldığı borunun sesini duyacaklar ve kendilerine yerin içinde sığınak arayacaklar. Korku, kalplerine yerleşecek, cesaret onları tıpkı kırık testiden süzülen su gibi terkedecek. Öfkenin ateşi onları yakacak, 'Çölleştirici'/'Mahvedici'nin nefesi onları yok edecek." (Kolbrin manüskrileri 3.6.)
Bu konuda Eski Ahit'ten (Tevrat'tan) şu alıntılarla yetinelim:
"Güneş ve Ay kararacak, yıldızlar parlaklığını yitirecek." (Joel 4.15)
"(...) Yer ve Gök sarsılacak, Ama Tanrı, halkı için sığınılacak bir kale (...)" (Joel 4.16)
"Mısır çöl olacak (...)" (Joel 4.19)
Yahudi'lerin Mısır'dan çıkışı ile tek Tanrılı dinler çağının başladığını biliyoruz. Bir Mısır prensi olan Musa, halkını bir cehennemden çıkarır. Nihayet onları, denizin içinden açılan bir yoldan geçirir...
Bu konuya yeniden dönüyoruz...
İki nedenle...
Birincisi, anlatılanların hikaye olMAması, gerçek olması nedeniyle...
Tek Tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında anlatılan olaylar/felaketler, başka kaynaklarda da ayrıntılarıyla anlatılıyor. Bu kaynaklardan en ilginci, kendi dinine ve tanrılarına olan inancını kaybeden Mısırlıların gizli 'Büyük Kitab'ı (Kolbrin Yazıtları).
İkincisi, 'Büyük Kitab'ın bir misyonu olması, insanları benzeri bir felakete karşı uyarması ve önlem niyetine yaptığı uyarılar nedeniyle.
(Çünkü bugünün "dindarları" bile Kolbrin kitabının yazarları gibi, kutsal kitaplara değil, nedenli-niçinli rasyonel "izahatlar"a inanıyorlar.)
O zaman olanları ve olabilecekleri daha iyi anlamak ve hazırlanmak için, kutsal kitaplar elbette birinci kaynaktır. Fakat kutsal kitapların anlattıklarını çok detaylı bir şekilde destekleyen ve onlarla çelişmeyen Kolbrin Yazıtlarından, herkesin bildiği bir olayı Eski Ahit'le (Tevrat'la) karşılaştırarak Türklerin iyi bildiği bir mantalitenin 'Savaşçının mantalitesi'nin yeniden canlandırılması istikametinde "karınca kararınca" çabalamak gerekiyor.
Bu mantalitenin temel iki özelliği; özgürlük ve cesarettir. Bu temelde, mümkün olduğunca kendiliğinden hareket edebilen kararlı savaş/mücadele becerisi edinmektir. Burada pratik akıl, sezgi ve yüksek ruhlu bilgelik esastır. Bütün bunların başarılı olması da, kutsallığa/Tanrı'ya yakın yüksek ruh sahibi olmaya bağlı bir durumdur. -Böyle biliyoruz.
Bunun için (örnek olarak), Hz. Musa'nın Yahudi köleleri denizden geçirmesi olayının Kolbrin versiyonuna dönelim. Bence en ilginç noktalardan biri, olaylar sırasında hangi Firavun'un hükümdar olduğunun hem Tevrat'ta hem de Kolbrin Yazıtlarında yazılmamasıdır. Mısırlılar da, 'Büyük Kitab'ın tamamında, Musa'nın peşine düşen Firavun'un adını anmıyorlar. Olaylardan sonra ordusuz kalan Mısır, güneyden (muhtemelen Sudan'dan) saldırıya uğruyor. Mısırlı alimler, ülkenin ticaret yaptığı tüm ülkelerin tüccarlarından başlayarak, İbrahimi dinler ve Tanrı'sı hakkında bilgi topluyorlar.
Eski Ahiy versiyonu:
"Sukkot'tan yola çıktılar, çölün kenarında Etam'da toplandılar. Tanrı, onların önünde bir bulut sütununun üzerinde, onlara yolu göstererek ilerledi, geceleri bir ateş sütununun üzerinde, onlara ışık yapmak için, gece gündüz yürüyebilsinler diye. (...) Efendi, Musa'ya konuştu. 'İsrail'in çocuklarına söyle, geri dönüp Pi-Hachirot önünde, Migdol ve Bal-Zephon denizi arasında bir (çadır-)kamp kursunlar. Firavun, İsraillilerin çölde yollarını şaşırdıklarını, çölün onları kuşattığını düşünecek'.
(...) Musa, elini denize uzattı. Ama Tanrı, kuvvetli bir doğu rüzgarıyla denizin geri çekilmesini sağladı ve denizi kuruttu. Orada su yarıldı, İsrail'in çocukları denizin ortasında kuru topraktan yürüdü. Sağ ve sollarında su duvarları oluştu. Mısırlılar onlara yaklaştı, Firavun'un atları, arabası ve adamları onu, denizin ortasına doğru izlediler. (...) Efendi, ateş sütununun üzerinden Mısır ordusunun (aklını) karıştırdı. (...) Efendi onlar için Mısır'a karşı savaştı. (...) Sular sel gibi akarak geri döndü ve Firavun'un peşinden giden ordusunu bütün takımlarıyla yuttu. (...) (Exodus 13.20-21; 14,1-4.21-25.27-39)
Kolbrin versiyonu:
"Mısır'ın düşmanları ülkeyi terkederken ateş yükseldi, ateşin alçalan kısmı dalgalandı. Sütun gibi yerden yükseldi ve perde gibi gökte asılı kaldı. Lanetliler, Remwar'ın önüden geçerek, denize kadar yedi gün yürüdüler. Etraflarında dağlar erirken o vahşiliğin arasından yürüdüler. korku onları yürüttü, ama bazen duraladılar, vahşi doğa onları çevirdi, nereye gideceklerini bilemediler, çünkü onlara yol gösteren süreli değildi. Denizin kenarında Firavun'un ordusu onlara yetişti, ama bir ateş, orduyu (Yahudilerden) uzak tuttu. Ordunun üzerine gelen büyük bir bulut göğü kararttı. Sadece ateşin ve durmadan çakan yıldırımların ışığıyla birşeyler görülebiliyordu. Doğudaki bulutlar yarıldı ve ordunun üzerine doğru üfleyen bir fırtına çıktı. Rüzgar, gece boyunca esti ve gün doğarken deprem oldu. Su, sahilden geriye doğru çekildi ve tepelenmeye başladı. Herşey garip bir sessizliğe büründü. Sonra, günün ilk ışıklarında, suyun yarıldığı ve (suyun içinden) bir yol açıldığı görüldü. Toprak ortaya çıkmıştı, ama karışıktı ve yer sarsılmaktaydı, yol da düz değil engebeliydi. Su, sanki bir kapta çevriliyormuş gibi dönüp durmaktaydı. Sadece (denizin dibinden açığa çıkan) çamur, sakin duruyordu. 'Çölleştirici'/'Mahvedici'nin borusundan, insanları sağır eden net ve tiz bir ses çıktı. Çaresiz halleriyle sesli sesli ağlayıp inleyen köleler, bu durumda durdular. Kısa bir an duraksadılar. Bir an durup sustular. Sonra yeniden bağırmaya ağıtlar yakmaya başladılar. Bazıları suya doğru yürüdü. Bazıları, yer sallandığı için birbiriyle çarpıştı. Sonra, cezbeye kapılmış önderlerinin ardında, karmaşanın ve su duvarlarının arasından bir yürüyüş kolu oluştu. Ama (Yahudilerin) bir çoğu geri döndü ve Firavun'un ordusuna girmeye çalıştı, diğerleri de cansız kıyı boyunca kaçıştı. Karışıklık sona erip sakinlik geri gelince, sessizlik oldu. Doğan günün kırmızısı göründüğünde, Firavun'un ordusu kımıldamadan bekliyordu. Sonra önderler (komutanlar) bağırarak saldırdılar ve ordu harekete geçti." (Kolbrin Manüskrileri 6.25.30-32.35.38)
Yazıtlardan öğrendiğimiz kadarıyla Firavun'un ordusu, Hz. Musa'nın peşinden gitmeyenleri öldürüyor.
(Şimdilik bu kadar)