Son referandum sonuçlarının ardından üç parçalı bir Türkiye resmi ortaya çıkınca bu farklı farklı yorumlanmıştı, ama bu sonuçla nasıl yaşanacağı sorusu henüz yanıtlanmış değil. Aradan geçen zamana rağmen, toplumun üç ana kampa ayrılması trendi değişmedi. Evrensele yakın Batı tarzı bir günlük yaşamı ve onun 'cumhuriyetçi' sembollerini hayatının merkezine koyanlar, İslami ideolojinin sağladığı hassasiyetleri ifade eden sembolleri hayatının merkezine koyan sonradan modernleşmiş olanlar, ve sonradan modernleşerek etno-kültürel Kürt olmayı hayatının merkezine koyanlar, Türkiye'deki bu üç (ana) kesimi teşkil ediyorlar.
1980'lerin ortasında başlayan neoliberal dönemle birlikte ivme kazanan bu üçe ayrılma süreci, sınıflar ötesi bir kültürcü ayrışma olarak başgösterdi. Şimdiye dek bu ayrışmayı, sadece neoliberalleşme açısından ele aldık. Fakat konunun şimdiye dek değinmediğimiz diğer önemli yanlarına da değinmek gerekiyor. Bunun baş nedeni, Türkiye'nin geleceğini temsil eden iki siyasi partinin, CHP ve HAS Partinin geliştirdiği -ezilenden yana- Sol denebilecek hassasiyetlerinin, Sol-Sağ ötesi yeni bir sosyolojiye devşirilmesi zorunluluğudur.
Asıl amaç, farklı kültürlerin ve hayat tarzlarının birarada yaşamasını -şimdilik kapitalist şartlar altında- sağlamanın ötesinde, sınıfsız bir toplum yaratmaktır elbette. Tabii önce, günümüz modern toplumlarının, sınıfsız toplumlara doğru ilerleme dinamiklerine dikkat çekmek ve bu istikamette sağlıklı bir ilerlemenin nasıl olabileceğini konuşmaktır.
Türk toplumunda da iki farklı gelişme trendi, toplumdaki altüstoluşu ve değişimi açıklamayı zorlaştırıyor. Bu trendlerden ilki, 'Sınıflı toplum tasavvuru'dur. 19'uncu yüzyılın ikinci yarısından başlayarak 20'inci yüzyılın hakim anlayışıydı. En iyi ifadesini, Marx ve Engels'in 'Komünist Manifesto'sunda bulan bu anlayışın, Max Weber'in tamamlayıcı dört sınıf anlayışıyla güncellendiğini ve neoliberal döneme kadar yaşadığını söyleyebiliriz. Fakat neoliberal dönemde, sınıflar ve o sınıflara dahil olmak anlayışının verdiği 'Sınıf bilinci'nin çözüldüğünü görüyoruz. Onun yerine, şimdilik 'Yaşam biçimleri' diye adlandıracağımız bir kültürcü anlayış güçlendi.
'Sınıflı toplum' tasavvurunun ortadan kalkması, sadece Sol ideolojinin iflası ve/veya Sovyet Bloku'nun çökmesiyle ilgili değildi. Altında sosyo-ekonomik bir neden vardı. Bu neden, refahın daha geniş kesimlere yayılması ve eğitimli kesimlerin artması sonucu, 'Sınıf bilinci'nin giderek zayıflamasıdır. Zayıflamıştır, çünkü bireyleşme artmıştır. Bunun para ilişkleriyle ve onun detaylanması/yaygınlaşmasıyla ilgili olduğunu daha önce defalarca belirttik.
Sınıf olmak demek, kendi benzerleri ile bir olmak demek ve o birlik içinde erimek anlamına geliyor. Ama bireyleşen insanlar, o bütünün (kendi sınıfının) içinde erimek istemeyip özgün bireyler olarak kalmayı ve sınıf ötesi kimlikler geliştirmeyi tercih ettiler. (Türkiye'de biz daha çok 'Kürt' ve 'Müslüman' kimliği üzerinde duruyoruz, ama bu trendin bir sonucu olarak kimlikler çok daha fazla ve çokludur. Yani birçoğu, -doğal olarak- birlikte kullanılmaktadır. Homoseksüellik, Afrikalılık, Atadan Ermenilik, son zamanda iyice görünür olan birkaç örnektir sadece) Bu trendi, neoliberalizmin kısa süren refah dönemi mümkün kıldı. 'Sınıfçı' ve 'Farklı yaşam kültürcü' iki farklı paradigma arasındaki değişim aşamasına en yakın duran Max Weber'in sınıflarından yola çıkarsak, neoliberalizmin kültürcü aşamasına geçişi daha kolay görebiliriz. Bu sınıflar arasında, Marx'ın pek üzerinde durmadığı 'Mülksüz aydınlar' ve 'kalifiye olan eğitimliler' de bulunuyor. Weber, sadece mülkiyet üzerinden değil, becerisi ve eğitimi üzerinden zenginleşenleri de toplumun en üst kesimine saymaktadır -ki, Marx'da yoktur (çünkü Marx'ın yaşadığı dönemde bunlar kayda değer bir büyük grup oluşturmuyorlardı).
Türkiye'nin üç ana kültürel kimlikçi kesime ayrıldığı günümüzde, başka yeni bir parametrenin devreye girmekte olduğunu 2004'ten beri söylüyoruz. Bu parametre, belki yeni bir 'Sınıflar' parametresi değildir ve olmayacaktır, ama toplumu değerlendirirken bize eski Sol tecrübeden yararlanma imkanı veren sosyo-ekonomik bir paradigmadır. Yeni paradigme değişikliği sonucu -bu nedenle- Sol geleneğin sesinin daha çok çıkmasına rağmen ne 'Sınıflı toplum'a geri dönülmektedir, ne de geri dönülmesi istenilmelidir. Çünkü sınıflı toplum tasavvuru, bir 'Eşitsizler toplumu' önkabulüne dayanıyor. Tanrı'nın her insanı kendi önünde 'Eşit haklarla' yaratmış olduğu temel fikrine sadık kalmak daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır. Yeni paradigmada, tüm değerleriyle 'İnsan olmak' ve 'İnsan haysiyeti' esastır (Kemal Kılıçdaroğlu'nun kurultayda buna vurgu yapması sevindiricidir). Sınıfsız topluma giderken bunlar, artık herkesin kabul edebildiği önemli kazanımlardır. İsraf ve sömürü düzeninin kademeli olarak insancıllaştırılması ve nihayet ortadan kaldırılması, bu istikamette ilerleyerek olabilecektir. Tabii neoliberalizmin sürdürülemez geçici kapitalist refahının yerine sürdürülebilir bir postkapitalist refahı geçirerek, neoliberalizmin yıkıcı gerginliğini dindirmek de mümkün olabilir.
Burada bir de 'Farklı hayat tarzları' paradigması vardır ki, (olumlu ve olumsuz anlamda) iki açıdan çok önemlidir. Olumsuz yanı, yapay ayrıştırıcılığı körükleyerek sosyo-ekonomik çıkarları savunmayı zorlaştırmakta, toplumsal ufalanmayı hızlandırmaktadır. Olumlu yanı, gelecekteki farklı kesim, çevre, kültür ve uygarlıkların birarada/içiçe yaşamayı öğrenmesinin bir ön hazırlığı/sınavı olmasıdır.
Şimdi neoliberalizmin bozulması sonucu, çok büyük ekonomik farklılıkların ortaya çıkmasıyla birlikte, sınıfsal ayrımlara uygun düşünmek kolaylaşmıştır. CHP'nin son kongresinde sergilediği, saygı uyandıran 'Ezilenleri savunmak' Sol söylemi ve HAS Parti'nin -bu konuda doğruya daha yakın Sol ve Sağ ötesi tutumu- önemli bir sorunu çözmüyor: O sorun, sınıfsal dayanışma ötesi, farklı yaşam tarzları ve bireyleşme sorunudur. Bu iki partiyi kısaca, Batıya yakın cumhuriyetçi CHP anlayışı ve Anadolu'ya İslama yakın HAS Parti anlayışı diye özetlersek, parti adları bir yana, bugünün 'faklı yaşam biçimi' açısından iki farklı kesimi ifade etmiş oluyoruz. Fakat bu iki parti de (özellikle HAS Parti), eskiden bulunduğu yerden adım atarak, neoliberal paradigmanın 'farklı yaşam tarzı' temelli ayrımlar anlayışını kırmak yönünde adım atmışlardır.
Ayrımlar, bunlardan ibaret de değildir, çok daha karmaşıktır. Aralarında geçişler bulunmaktadır, ve biri öne çıkarılsa da, hepsi çoklu kimliklerdir aslında. Üstelik üç (yaşam tarzı merkezli) ana akımın kendi aralarındaki yoğun rekabetin bir ifadesi olarak birçok yan faktör de giderek önem kazanmaktadır. Bu faktörlerin başında kültür ve nitelikli/eğitimli kesimlerin teveccühünü kazanmak yarışı, şimdilik önemli görünmektedir. Ama en önemlisi, elbette çoğunluğun teveccühünü kazanmaktır. Her neoliberal iktidar gibi, Türkiye'deki neoliberal iktidar da ihaleler ve yönetim üzerinden ekonomiyle doğrudan ilişkili olduğundan, en güçlü 'farklı yaşam biçimi' olmayı ve çoğunluğu kendi kültürel kimliği ekseninde tutmayı başarmaktadır.
Bu çoklu ayrışmalarda; sınıflar ötesi bireyleşmeler ve çoğul gruplaşmalar, giderek önem kazanan sosyo-ekonomik paradigma yanında önemini korumaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla, neoliberal dönemde hayatımıza katılan bu yeni gruplaşmalar, sınıfsal ve ekonomik ayrımlar ötesi önemini, düşen bir ivme ile azalarak koruyacaktır.
Şimdi önemli olan; sonradan modernleşme döneminde ortaya çıkan halleriyle Etnik/dini kültürel kimlikler şeklinde ifade edilen bu ana grupların, neoliberal devasa ekonomik uçurumlarla pekişen ayrımlar olmasını önlemektir. Kürt meselesi, tam da bu noktada önemli olmaktadır. Çünkü toplumun sosyo-ekonomik bakımdan en alttaki kesimlerinin büyük bir kısmının Güneydoğulu olması, neoliberal "Kürt kimliği" ile liberal "En alttakiler" ekonomik kimliğinin kısmen özdeşleşmesini sağlamaktadır. CHP ve HAS Parti'nin etnik kimlikler üzerinden politika yapmaması, bozulan neoliberal dönemde doğru bir yaklaşım olmakla birlikte, çoğullaşan yaşam tarzları ayrımını oratdan kaldırmak, orta vadede mümkün değildir. Yapılabilecek tek şey, bu ayrımlar belirleyici ayrımlar olmaktan çıkarmak olabilir. Bu açıdan CHP ve HAS Parti'nin -iki farklı yaşam biçiminden gelen partiler olarak- konulara sosyo-ekonomik yaklaşım tarzını benimsemeleri, farklı yaşam tarzlarının birlikte yaşama kültürünün yeniden canlandırılması bakımından önemlidir ve bu istikamette gelişmenin yapılandırılması için Türkiye'ye zaman kazandırabilir.
'Sınıflı toplum tasavvuru' ve 'Farklı yaşam tarzlarının yanyana yaşaması tasavvuru', liberal ve neoliberal dönemin iki temel paradigmasına işaret ediyordu. Postkapitalist dönemin yeni paradigması, bi iki (liberal ve neoliberal) paradigmanın toplamına bir alternatif teşkil etmektedir. Bu alternatif, -şimdilik- pek de iyi bir alternatif değildir malesef: İşsizlerin altenatifi. Liberal ve neoliberal paradigmanın iş toplumunun karşısında, kalıcı işsizlerden oluşan yeni bir zümre (veya sınıf) ortaya çıkmaktadır ve bunlar, iş toplumunun konvensiyonlarının dışında bir yerde yer almakta ve gelişmktedirler. Yani, para/iş toplumunun düşünce sistemleri ve yaşam biçimleri dışına çıkabilen ve o ölçüde birçok bakımdan özgür olan ama gene de mecburan toplumun içinde yaşayan bir zümredir söz konusu olan...
Neoliberal dönemin özelliklerinden biri de, bireyleşme ve kendini sınıflara dahil saymama trendiydi. Toplumsal hareketlerin çok zayıflamasını sağlayan bu durumun, bir de 'zenginler' tarafı vardır.
Zenginler, neoliberal dönemdeki bu hızlı bireyleşme ve gruptan-ayrılma trendine uygun olarak, sosyal devleti finanse etmekten imtina etmeye başlamışlardır. Neoliberal trendlere uygun olan bu gelişme, globalleşen sermayenin ulus-devletlerle mecburi işbirliğine son vermesiyle ilgili bir durumdur.
Şimdi çalışan sayısı azalıp yaşlanan nüfus arttıkça, herkese iş vermek/bulmak imkansızlaşıp gereksizleştikçe, ulus-devletler eskisinden daha az ve zor vergi toplayabildikçe, "sosyal devleti yeniden kuracağız" söylemi havada kalacaktır ve sistemden (görece) özgür kesimler sayıca artarak güçlenecektir. Onları da bütüne kazanmak ve bunun formüllerini bulmak son derece önemli olacaktır.
(Kazanmak, bu insanları günün belli saatleri için de olsa istihdam etmekle -kısa vadede- mümkün olabilir. Fakat ekonomi açısından bunun sürdürülmesi mümkün olamayacağından, bu kesimlerin, kapitalizm dışı ekonomik faaliyetlere yönlendirilmeleri zorunlu hale gelebilir. Bu faaliyetleri devletin üslenmesi -iç barış açısından- gerekir.)
Bireyleşme ve çoğullaşma, Türkiye'yi üçe bölmüş görünüyor, ama bu bölünmenin patlayıcı gaz etkisi sanıldığından daha zayıf görünüyor. Patlayıcı gaz, 'Yaşam biçimleri'ni ana hatlarıyla tanımlayan bu üç ideolojinin de (Kemalist, İslamcı, Kürtçü) canlı oldukları 1990'lı yıllar ve 2008'e kadar olan döneminde aktifti. Şimdi herşey (ayrımlar) eskisinden daha kesin görünse de, o ideolojilerin hiçbiri eski keskinliğe sahip değildir. Birbirlerini daha iyi tanıdıkça ve bireyleşme hızlandıkça, keskinlik azalmaktadır. Genel trende bakarak, zayıflayacaklarını ve sosyo-ekonomik trendin daha da güçleneceğini söyleyebiliriz.
'Sınıflı toplum' tasavvuru ve sınıf bilinci, para ilişkilerinin yaygınlaşması sonucu, grupların parçalandığı bireyleşme aşamasında kendiliğinden ortadan kalktı. 'Farklı yaşam biçimleri' tasavvuru da, bu anlayışı destekleyen AKP'nin iktidardan düşmesiyle önemli ölçüde zayıflayabilir. Fakat bu çoklu farklılıklar içinde, sınıfsız bir topluma doğru ilerlemek, tek tek ülkelerin yapabileceği bir şey -şimdilik- değildir. Buna rağmen, herkesin hukuk önünde mümkün olduğunca eşit haklara sahip olması ve yeteneğine uygun olarak eşit şanslara sahip olması, yani sahici demokrasiye sadık kalınması, sınıfsız toplum istikametinde önemli bir adım olabilir. Ama asıl adım, zenginin çok zengin, fakirin aşırı fakir olasını önleyecek kesin tedbirleri almakla atılabilecektir. Bugünün kapitalizm şartları altında bu mümkün değil. Ama değişikliklerle mümkün olabilir. İşte o zaman toplumsal ayrımlar, sağlıklı kültürel/mesleki/özel ayrımlar halinde -barış içinde- bir arada yaşayabilirler.