Maya uygarlığı, bilimin bilmediklerini nereden biliyordu -bilimin alternatifi var mı?

21 Aralık 2012 tarihinde beklenen ve dünyaya/insanlara maksimum etkide bulunacak Güneş'in ve Galaktik Merkez'in yolaçacağı değişiklikler bir ilk değil. Bu etkilerin, düşük dozlarda daha önce de yaşandığı biliniyor. Fakat konuya rasyonal bilimin maddeci bakış açısıyla yaklaşınca, 21 Aralıktan itibaren olumlu şeyler beklemek zorlaşıyor. Oysa bilimin bakış açısının biraz daha dışına çıkarak, olabilecek değişiklikleri, Maya'ların bakış açısından anlamaya çalışmak, onların deyimiyle "Yeniden akord edilmiş isan"ı ve bu olayın nasıl birşey olduğunu anlamamızı kolaylaştırabilir. Bu tarih ve sonrasında sadece felaket bekleyen bilim, aslında kendi çaresizliğini de itiraf etmiş oluyor.  Şimdi yaşanan (ve dozu yükselerek artacak olan), tüm semptomlarıyla ve ifade biçimleriyle birlikte günümüzün (maddeci rasyonel) bakış açısının, ruh halinin, mantalitesinin, kısacası bir düşünme ve yaşama biçiminin sonundan başka birşey değildir. Tabii bu aynı zamanda başka bir yaşama biçiminin de başlangıcı anlamına geliyor...
Günümüzde değişip dönüşmekte (ve yıkılmakta) olan şey, "kapitalizm" diye özetleyebileceğimiz yaşam biçimi değildir sadece. Yıkılan, sistemin dini haline gelen Modern Bilim tekelidir aynı zamanda. 
Maya yazıtlarında HUNAB-KU işareti
Modern Bilim, 1970'li yıllardan beri bir anlam krizi yaşamakta. Bu krizin, yeni bir 'Gerçeklik' alanına açılmakla aşılabileceği teorisi, uzunca zamandır dillendiriliyor. Bu konuda kitaplar yazan Fritjof Capra'yı, Gary Zukov'u tanıyoruz. Bu konularda kitaplar yazan ve düşünenler arasında, kitapları Türkçe'ye de çevrilen Zukov'a özellikle değinmeliyim. Ünlü kitabı "The Dancing Wu Li Master"da (1979), "Bilim'in Sonu"ndan bahsedecek kadar kendinden emin görünen yazarı haklı bulmamakla beraber, bir saptamasının, yeni kapılar açmak bakımından önemli olduğunu söylemeliyim: Zukov, tıpkı Capra ve Isaac Bentov gibi, 'Mistik Deneyim'lerin, bütün kültürlerde benzerlikler taşıdığını (ve modern bilimde de 'Kuantum Fiziği'ne benzediğini) söylemiştir. Demek ki, rasyonel bilimin (matematiğin, fiziğin) ötesinde, 'Gerçeklik' konusunda, şimdi unutulmuş/bilinmeyen sağlam bir ortak payda daha var. Tasvvufi/Spiritüel alanla ilgili bu yeni ortak paydaya açılan kapı, din üzerinden DE geçiyordu -ama dogmatik din üzerinden değil elbette. Mesela Anadolu İslamı'ndaki derviş geleneği, bunu biliyor olmalıydı. Özgürlüğün gerçek anlamının bilincinde olan tasavvufi/Mistik bir çevre üzerinden, diğer gerçeğe açılan kapılar zorlanabilirdi.
(Bu alana -teorik olarak- açık olması gereken Türkiye'deki (Sünni) İslami/dindar kesimde, insanlığın sözkonusu krizini anlayıp, ona uygun spiritüel yeni alanlar açmayı tasavvur edebilecek çevrelerin olmadığı, süreç içinde anlaşıldı.)
Bilim, insanın evreni anlamak konusunda tekel teşkil ettiğini iddia etmeye devam ediyor.
İşte Maya Takvimi (ve kısa süren Maya uygarlığı), tam da bilimin "Rasyonel Bilim Dini" haline getrilmiş biçimini çökertecek (ve onun, körü körüne inanılan bir dogma olmasına son verecek), bilimi yeniden iyi/güvenilir bir araç haline getirecek özellikler taşıyor. -Elbette sadece Mayalar değil, onların DA temsil ettiği yeni bir anlayış. Bunları anlatmamın nedeni var.
Mayalar şunu gösterdiler:
Sofistike yüksek uygarlıklar, ille de sofistike teknik araçlar kullanarak kurulmak zorunda değildirler.

21 Aralık 2012 ve sonrasında olabilecekler hakkında

Kimsenin anlamak istemediği birşeydir ama, doğanın izaha ihtiyacı yoktur. Neyin ne olduğunu açıklayıp kendi anlayabileceği formata dökmek, insanın bir ihtiyacıdır -doğanın değil. Ve bunun için insanın kullandığı (tahminen son yedi bin yıldır) asıl araç, söz ve dildir. Rasyonalizmin hakim olduğu, ölçülüp biçilemeyen hiçbir şeye inanılmayan günümüzde, rasyonel "gerçeğin" dille ifadesi esastır. Sezgilere, hayallere, vizyonlara, sadece romanlarda ve filmlerde yer kalmıştır, "gerçek" hayatta bunlar asla ciddiye alınmazlar. Gerçeği açıklamanın günümüzdeki son legitim/meşru biçimi de modern bilimdir (mesela matematik ve fiziği burada "bir numara" sayabiliriz). Doğayı ve görünenin ardındaki özü anlamak için, onun değişimine/devinimine uygun esnek yeni 'Anlama yöntemleri' geliştirmek, bir konuyu gerekli kılıyor: Bugün "Mistik" diye özetlediğimiz spiritüel/sezgisel alanla bilimi bir araya getirmek zorunluluğu. İstesek de istemesek de şu anda kendiliğinden yaşanan bir olay bu. Bilimin "şaşmaz" kılavuzluğunda insanlığın vardığı yer küresel çevre felaketleri, dünyadaki yaşamın tehdit altına girmesi ve teknolojik kitle imha silahları (Ekonomi biliminin toptan iflas edişi gibi konulara girmiyorum). Anlaşıldığı kadarıyla tek başına rasyonel kuru akıl, pek de ideal bir şeymiş gibi görünmüyor. İşin ilginci, bilim de bunun farkında. Rasyonel akılla sezgisel yeni bir kavrama/anlama biçiminin birlikteliği diye tanımlayabileceğimiz yeniliğin kendi mecrasını bulup akabilmesini sağlamak için gerekli olan şey yaratıcılık olsa gerek (Sanatı bu nedenle son derece önemsiyoruz). Ancak yaratıcılık sayesinde, köklü değişimlere uygun yeni yapılar/kurumlar oluşturmak mümkün olabilir, onun yeni dili geliştirilebilir. İnsanın böyle olağanüstü durumlarda belli klişelere ve detaylara takılıp kalmamaları için, yaratıcılığın yaşadığı özgürlük ortamını kurup korumak, bir zorunluktur. Yaratıcı olmayan insanların kurduğu ve muhafaza ettiği kurumlar, içi boşalan kavramlar, artık taşlaşıp, geleceğin önünde engel teşkil eder hale gelmiştir. Kavramların yeniden tanımlanması, yeni kavramların bulunması gerekiyor. Bu durumler, bir düşünce/yaşam biçimi ve mantalitesinin iflas ettiği ve değişmekte olduğunu gösteren işaretlerdir. Değişim, doz artırarak geliyor. 2012 sonunda zirvesini yaşayacağımız etkiler, taşlaşmış yapıların kırılıp, yerine yenilerinin kurulacağını gösteriyor.
21 Aralık 2012, popüler kültürün ve medyanın uydurduğu bir masal değil. Bu tarihte Yeryüzü, hem Güneş'ten, hem de bilimin "Sirius" diye adlandırdığı Evren'in merkezinden (muhtemelen yeni keşfedilen bir Kara Deliğin içinden) 26.000 yılda bir aldığı kadar büyük ve yoğun etkiye maruz kalacaktır. Bilim adamlarına tüm bildiklerini unutturacak önemde başka bir durum daha söz konusudur: Evren'e "iradesi olmayan cansız madde yığını" olarak bakan bilim, Sirius'dan Dünya'ya gelen GRB ışınlarının neden doğrudan ve sadece Dünya'ya yöneldiğini ve başka bir gezegene neden gönderilmediğini açıklayamıyor. Evren bu noktada, adeta bilinçli davranıyor ve bu da bilimin ölü dünyasına ters düşen, muazzam bir keşif! Evreni, cansız madde yığını sanan bilime karşın Maya'lar, o ışınları bildikleri gibi, neden dünyaya yöneldiğini de biliyorlardı! Ve bu durum için Mayalar, "İnsanın yeniden akord edilmesi" diye bir deyim kullanıyorlardı. Gene Maya'ların ifadesiyle, Evrenin Merkezindeki, (Maya'ların "Evrenin Güneşi" dedikleri) Hunab-Ku'nun bir "İradesi" vardır. Biz buna "Tanrı'nın İradesi" de diyebiliriz.

Kutsal değerlerin ilk temelini oluşturan sekiz ilke...

Giriş...
Buraya yazamayacağım kadar büyük kötülükler yapan birçok muktedir, ağızlarından düşürmedikleri "İslam" ile, insanların karşısına "Dindar" sıfatıyla çıkabiliyorlar. Ve "İslam" sözcüğünü bir tür kod gibi kullanan diğer hemdaşları tarafından alenen korunup kollanıyorlar. Her yaptıklarına (laf kalabalığı ve dogmalardan ibaret) bir "İslam kudsiyeti" bahşedip, iyi insan olmanın tüm kurallarına ters davranıyorlar ve bu davranışlarını, "İslam" sözcüğünün ardına saklıyorlar. Birbirinin dipsiz günahını, ("İslam" kodu dışında tanımlamadıkları insanlara karşı işlendiği taktirde) "hoş" görebilen, "İslam bizim malımız, onun için tepe tepe kullanırız, İslam bizim malımız olduğu için bize her şey serbest" şeytani mantığının hakim olduğu "İslam anlayışı", artık İslam'la araya mesafe koymayı bile gerektirecek noktaya yaklaşmış bulunuyor.
Bu kadar pisliği hiç bir sahici din taşıyamaz, bu, hiç bir kudsiyetle bağdaştırılamaz.
Kutlu İslam Dini bu pisliğin şeytani tecavüzünden kurtarılmadığı sürece, kudsiyetle alakasız bir katı kurallar bütünü haline dönüşmekte ve son derece dogmatik, barbar, seksist, bir tür neofaşizme legitimasyon kazandırmak için kullanılmaktadır. Masalsı sevgi dini Türk İslamı'yla, Harun Reşid'in benzersiz yüksek İslam Uygarlığıyla alakasız bu yeni "İslam", bir tür şeytani yalan ideolojisinden başka birşey değildir.
İşte tam da bu noktada, her türlü kitabın ve dini laf cambazlığının ötesinde, kutsalının temellerine dönmek gerekmektedir.

Kadın şair Ono no Komachi'nin erotik şiirleri ve Bir 9'uncu yüzyıl aşkı

"Tüm kalbimle sevdiğim adamı Rüyamda gördüğümden beri  
O zamandan beri 
Renkli kelebeklerin rüyalarında seviyorum."
Ono no Komachi, 850'li yıllarda Heian şehrinin başkent yapıldığı Japonya'da, kültür ve uygarlığın yükseliş döneminde yaşamış dünyalar güzeli bir kadın. Ono o kadar güzel o kadar güzelmiş ki, bütün erkekler ona deli divaneymiş. Göğün Oğlu Tennō Nimmyo'nun sarayında yaşayan Fukakusha no Shoko da, birçok erkek gibi aşık olmuş ona.
Hem benzersiz bir güzelliğe, hem de benzersiz bir edebi yeteneğe sahip bir kadın...
Ono no Komachi, aşk ve cinsellik konularında da son derece kendinden emin, özgüvenli bir kadın. Söylendiği kadarıyla 'Sevişmek Sanatı'nda da usta. Her yanıyla mükemmel, onun gibi bir kadının aşkını kazanmak...
işte bunun için çırpınan genç adama Ono bir şart koşmuş.
"Eğer yüz gece boyunca kapıma gelir dönersen, yüzbirinci geceden itibaren sevgilim olursun."
Genç adam, tam doksandokuz gece boyunca, Heian sarayından Ono no Komachi'nin kapısına gelip beklemiş ve saraya geri dönmüş. Sevinçle yüzüncü gece atını eyerleyip saraydan ayrılmaya hazırlanırken, koşarak gelen hizmetçiler, babasının vefatını bildirmişler. Bu durumda saraydan ayrılması mümkün olmadığından, genç adam yıkılmış. O gece, aşık olduğu kadının kapısına gidememiş. Hem babasının üzüntüsü, hem de reddedileceği korkusuyla yataklara düşmüş. Ono, adamın son gece gelmemesine bozulmuş, ama birkaç gün sonra merak edip adamı aramaya saraya gelmiş gelmesine, ama Ono saraya geldiğinde, genç adamın öldüğünü öğrenmiş.
Bu olayın, Ono'yu resmen yıktığı söylenir. Tüm erkeklerin aşık olduğu muhteşem şair, kendi kibrinin ve nazının kurbanı olduğunu, adamı ne kadar çok sevdiğini o zaman anlamış.
Bu hikayenin çeşitli versiyonları vardır. "Japon şiirinin otuzaltı Ölümsüz Şairi"nden biri sayılan Ono'nun, bu olaydan sonra yalnız yaşadığı ve çirkin bir kadın olana kadar durmadan ülkede dolaştığı söylenir. Hikayenin tüm versiyonları, Ono'nun tüm kalbiyle aşık olduğu adamın, onun kapısında doksandokuz gün bekleyen Fukakusha olduğuna işaret eder.

Çin, 21'inci Yüzyıl'ın hakim gücü olabilir mi?

Konuyu birçok boyutuyla konuşmak gerekir elbette...
Henry Kissinger, Fareed Zakaria, Niall Ferguson ve David Daokul Li'nin ABD'de tartıştıkları konuyu, 112 sayfalık bir kitap haline getirmeleri, bu konuda ne zamandır süren tartışmalara yeni soluk getirecek gibi görünüyor. Kitabın, daha çok siyasi ve ekonomik temel üzerine oturması büyük bir eksiklik. Ama bu kadarıyla bile oldukça ilgi uyandırıcı olduğunu söylemeliyiz.
Çin'deki neoliberalleşmenin Deng Xiaoping zamanında başlamasından bu yana, neoliberalizmin yeni bir biçimi, dünyada giderek profil kazandı. Devlet kontrollü neoliberalizm, ideolojik otoriter temeliyle, birçok ülkeye de ilham verdi. Bunlardan biri de Türkiye. Otoriter ekonomi kontrolünün ekonomik başarısını gösterip, "demokrasiyi kısalım" diye kitap yazan Avrupalı'lar da oldu. Laszlo Trankovits'in "Weniger Demokratie wagen" (Daha az Demokrasi istemeye cürret edelim) adlı kitabını burada tanıtmış ve eleştirmiştik.
Çin'in gelişmesi nasıl bir seyir izleyecek?