"Yeni Osmanlı"cının ölüm-kalım savaşı ve Türk aşağılık kompleksinin aşılması

Seçimlerin AKP için çok önemli olduğu konusu malum. Herkes bundan bahsediyor. Kaba hatlarıyla nedenini biliyoruz. 7 Haziran seçimlerinden sonra tek başına iktidarı kaçıran AKP'lilerin depresyondan hâlâ çıkamadukları görülüyor, ama parti içindeki -görüntü babında da olsa- bir muhalif kanadın çıktığı, kendisine "Ak Partililer" deyip diğerlerine "zıpır yeni yetmeler" veya "AKP'liler" dediği aşamada, iktidar çevreleri arasında bir ayrıma gitmek giderek daha gerekli gibi görülüyor. Nihayetinde AKP sadece İslamcılardan oluşmuyor. Bu parti Türkiye'nin eski Sağ muhafazakar kesimlerin oylarını da alıyor ve kemik yüzde 16'lık Milli Görüş potansiyelinden çok daha büyük bir kitleyi temsil ediyor.
    Seküler Türk Sağı, bir koalisyon geleneğine sahip, ama AKP'yi yöneten İslamcı (veya "Yeni Osmanlı"cı), "teolojik tek ilahi gerçek"çi kesim bir koalisyon geleneğine sahip değil, hatta muhalefet etme geleneğine de sahip değil. Bu anlamda Erbakan partilerinden de farklılar, çünkü tek başına iktidar olmak zorunluluğunu dayatan bir değil birkaç durumla birden karşı karşıyalar. İslamcı nepotizm, bir imkan kapısı. İslamcıların siyasi bağlılığın en sağlam şeklini yani ekonomik bağımlılığı erken keşfettiklerini yazmıştık. Bu, artık bütün islami cemaat ve çevrelerde de böyle. Liyakat falan yok, yalnız yandaş var. Yani geniş bir destekçi çevrenin işlerinin yürümesi, yeni kaynaklar aktarılması falan gerekiyor. Bir koalisyon, en azından pastaya yeni ortaklar eklenmesi gerek -ki bu da değil sadece. Yeni koalisyon, bazı sırların paylaşılması demek. Asıl sorun burada gibi görünüyor.
    İslamcıların bir daha gitmemek üzere geldiklerine ve arasyonel/irrasyonel "düşünme" biçimleri dairesinde buna sahiden de inandıkları görünüyor. Elbette "ilahi gerçeğin tek sahibi" olduğuna inanıp kendine kimseyi ortak/şirk koşmayan teolojik politik yapıların "doğası"na uygun bir yapı. Takiyye ve konjonktür sayesinde işleyince bunun ilelebet böyle süreceğine inanmak akausal/arasyonel "akıl" için zor olmas gerek, ama dünya ve evren o akla göre işlemiyor malesef. Bunun idraki, o cenahtaki muazzam depresyon dalgasının da nedeni. Ama kendi içinde marjinal bir azınlığa dönüşmekte olan "Yeni Osmanlı"cı muktedir İslamcıların "asla paylaşılamayacak" ölçekteki sırları ne? Bu sorunun yanıtını tahmin denemeleri bile, seçimlerin neden ölüm-kalım meselesi olduğunu gösterebilir.
    Yeni yaşam stili dayatma noktasına doğru yaklaşan İslamcı muktedirlerin 2013'de Gezi'de sağlam bir darbe yiyen nobran özgüvenleri, sadece Ergenekon ve Balyoz gibi darbeler sayesinde oluşmadı. Türkiye'nin eski vesayet odağı TSK'yı pasifize etmek kuşkusuz önemli ve tarihi bir olaydı, ama asıl Arap Baharı'nın bir "Müslüman Kardeşler Enternasyonali" iktidarlarına dönüştürülmesi bu yeni özgüveni "teolojik" boyutlara taşıdı. Sünni Panislamizmi üzerinden "İslam Dünyası"nın Türkiye'den yönetilmesi gibi maddi karşılığı olmayan (ve olmayacak olan) hayaller, Şii/Alevi coğrafyada seküler Esad'a takıldı ve galiba bu engelin ortadan kaldırılması için -herşey- yapıldı. Bu herşey içine öyle şeyler sığıyor olabilir ki, belki Esad'ı aşmak çabası çerçevesinde yapılanlar, ancak bir zafer kazanılması koşuluyla tolere edilebilir.
    AKP şansına biraz fazla güvenmiş gibi. Şimdi işler fena halde çamura batınca gerekli rasyonel/kausal akıla da başvurulamadığından, tek çare olarak, bu işi zaferle sonuçlanmadan sırları kimseyle paylaşmamak gibi bir yol seçilmiş görülüyor. İşin içinde yolsuzluk dosyaları da var tabii. Ülke içini ilgilendiren yolsuzluklar, kapağı yurt dışına atınca enternasyonal kamuoyunun pek ilgisini çekmeyebilir, ama bu yolsuzlukların bile İran ayağı konuşuluyorsa ve İran'la Suriye'de iki farklı cephede yer alınıyorsa, bu bile AKP'ye (ve Türkiye'ye) karşı kullanılabilecektir. Bu bile, fazla ürkütücü olmayabilir. Asıl ürkütücü olan, 2011'den beri Türkiye'nin Suriye'ye karşı (ileri boyutlarda?) desteklediği tüm İslamcı muhalefetin içinden sonra sadece El Kaide'nin yerel kolu Nusra değil, IŞİD'in de çıkmasıdır. Bugün Rusya da, Amerika da, Nusra ve IŞİD arasında bir ayrım yapmıyor. Hayali ideolojik "jeopolitik" girişimlerin 21'inci Yüzyılda silah kullanarak uygulanmaya kalkılması, 20'inci yüzyılda Batılı modern ordulara ok ve kılıçla saldırmak kadar demode ve beyhudedir. 18'inci yüzyılda sona ermiş "coğrafi fetih" zihniyetini 21'inci yüzyıla "teorik derinlik"le taşımak, üzerine bir de atom şeysi taksanız gene de hiç mümkün değildir. Artık zor kullanarak bir yere varılamayacak yeni bir döneme giriyoruz. Artık sadece ikna ile bazı şeyleri yapabilirsiniz, bu da lise seviyesi tarih bilgisi ve hamasi nutukla olmaz.
    "Yeni Osmanlı"cılar, savaşı kazanana kadar -yani ilelebet!- iktidarda kalmak ve zaman içinde Suriye olayının (Türkiye'nin yenilgisinden sonra) üzerlerine gelecek yıkıcı sarsıntılarını iktidarda tek başına karşılamak zorundalar. Yüz yerinden kırılan onca kolun yen içinde kalmasını sağlamak kısmen ancak bu şartlar altında mümkün. Peki iktidarda kalabilirler mi? Elbette Hayır. Tek yapabilecekleri şey zaman kazanmak gibi sınırlı bir çabadır, çünkü "Hilafetin yeniden kurulabilmesi" benzeri hedefler için ödenen bedel şimdiden o kadar büyük ki, AKP'nin oy desteğini bir yerden sonra asla gizlenemeyecek boyutlarda eritecektir. Ekonomi, Mursi'nin Mısır'da yaptığı gibi otoriterleşerek global sistemin taşıyamayacağı noktaya doğru ilerlemektedir. AKP'nin takiyye dönemine dönmesi, yani "liberal Sağ parti"ymiş gibi yapması da mümkün değildir, çünkü inanılırlığını tamamen yitirip izole olmuş bir parti yöneti kesimi söz konusu. Partinin tüm yönetici kesiminin değişip Erdoğan'la arasına mesafe bile koysa -ki bu da imkansız- o adla Dünyanın güvenini kazanamaz. AKP içinde kıpırdandığı söylenen muhalif çevrenin Ak Parti adını taşımaktan yana görünmemeleri de anlaşılabilir bir durum. Yeni Osmanlı, "Türkiye arabası" devrilene kadar iktidarda kalmak isteyecektir. Bu konuda ne kadar absürd yöntemlere başvurabileceğini hayal etmek bile kolay değil, ama Türkiye'nin iyi bir sınav veren demokrasi geleneği bu gidişatı bir yerde durduracak görünüyor. Türkiye'nin 60 yıllık aşağılık kompleksinin kaynağı "İlle de Osmanlı'yı dirilteceğiz, kargadan başka kuş tanımayız" saplantısı ve bu hedefe "Batılı" sayılan "Rasyonel/kausal akıl" ile değil de katakullici/hileci/takiyyeci "herşeyi (kutsal) kitabına uyduran örgütlü kendine Müslümanlık" ile ulaşılabileceği aymazlığı iyice idrak edilebilecek. Bu son derece önemli. Çünkü Türkler bu dünyada, "aklı" sadece demode/köhne Osmanlı jeopolitiğine basan, başka birşey düşünemeyen bir Afrika klanı değil. AB silahla ve "jeostrateji" ile mi kuruldu? Çin, silah-külah ile mi ABD'nin Dünya tahtını sallıyor? Türkler, aşağılık komplekslerini aşıyorlar ve Osmanlının son artığını da ebediyyen gömmeye hazırlanıyorlar, ama iş o kadarla bitmiyor.
    Komplekslerini aşan Türkler, ancak yeni bir dava için bu kez çağa ve Türklerin doğasına uygun evrensel değerlere yaslanan adil metodlarla mücadele etmeye, yeni evrensel hedeflere koşmaya hazırlanmalılar. Çünkü aşılan aşağılık kompleksinin yerine yeni ve sağlam bir özgüven kurmak, bu yeni çabalar bütünü içinde şekillenecek.

İslamcılık iflas mı etti?

1970'lerin başında yaşanan petrol krizi ve yükselen petrol fiyatları sayesinde Ortadoğu'da yeni merkez ülke haline gelen Suudi Arabistan, tüm Sünni Ortadoğu'yu (Rabıta üzerinden de Türkiye'yi) etkiledi. Bu etki, Ortadoğuda 'Ulus inşaası ve milli kapitalizmler' sisteminin bozulmaya başladığı döneme denk gelmişti. Siyaseti ilahi temellere dayandıran ve "tek doğru"nun tekeline sahip olduğu iddiasındaki modern teolojik politika, Ortadoğu'da zayıflayan seküler ideolojilere alternatif olduğu iddiasındaydı. Kendine "şirk" koşmayan, (yani sahibi olduğunu düşündüğü "tek ilahi doğru"yu başka hiçbir siyasi görüşle tartışmayan ve iktidarı kimseyle paylaşmayan) en popüler yeni dincilik türü, 'İslamcılık' oldu.
   Ortadoğu'da 1920'lerde başlayan modernleşme ve kapitalistleşme furyası, devlet sektörünün özel sektörü dengelediği veya ondan daha güçlü olduğu bir milli kapitalizmi esas alıyordu. Bu dönemin sistemsel özellikleri, 1970'lerde bozulmaya başladı.
   Petrol krizi sonrasında ilk İslamcılar piyasaya çıktığında, Ortadoğu ülkelerinde yaşayan fakir halk, modern gelecek perspektifini yitirmiş, evrensel ilerleme idealinden kopmuştu. İşte İslamcılık, ortak özelliği sekülerlik olan milli kapitalist/sosyalist devleti, yeni ilahi ideolojisiyle değiştirip ona yeni can vereceği iddiasıyla popüler oldu. Üstelik reel sosyalist coğrafyada terkedilen Batı karşıtlığını da "antiemperyalizm" söylemiyle yeniden canlandırdı. Ama bu kadar etkili olabilmesini, neoliberalizme ve yeni konjonktüre borçludur.
   Neoliberalizm, milli sınırlar ötesi globalleşen firmaların yeni kapital birikimi için yağmalanacak alan ararken "kamu malını keşfetmeleri" devridir. Varlıkları düzenli olarak özelleştirilip satılan, kurumları firmalara pazarlanan ve bu nedenle gelirleri sürekli düşen ulusdevletler hızla zayıfladılar. Toplumun alt gelir grubu ve orta alt gelir gurubunun bugün de İslamcı partileri seçmelerinin temel nedeni, neoliberal süreçte devletin terkettiği sosyal-devlet hizmetlerin bir çoğunu islami cemaatlerin üstlenmesi ve buradan kurgulanmış bağımlılıklar ve alışkanlıklardır. İslamcılar, siyasi bağımlılığın en sağlam türünün ekonomik bağımlılık olduğunu çabuk öğrendiler.
    Kültürcü Hantington ideolojisi, dünyayı kültürel bölgelere ayırıp Türkiye'yi de "İslam medeniyeti" coğrafyasına koyuyordu ve o coğrafyada "geleceği temsil edenler" de, olsa olsa islami politikacılar olabilirdi, -Batı'ya has özellikler taşıyan sekülerler değil. İslamcılar, Batı'nın bu kültürcülük yanılgısını sonuna kadar kullandılar.
    2008'de başlayan sistem krizi, kültürcü ideolojinin altını oyup boşalttı, çünkü kültürcü argümanlarla örtülemeyecek ve açıklanamayacak kadar sorunlu bir dünya var artık. Sistemin kriz ideolojisi olarak hızla gereksizleştiğini anlayan islamcılık, Batılı demokrasi isteyen Arap Baharı'ndan sonra, teolojik politik fabrika ayarlarına geri döndü ve "teolojik tek doğru" bildiği şey adına kapitalizmin yaşayabilmesi için gerekli asgari demokratik koşulları da ortadan kaldıran düzenlemeleri hayata geçirmeyi denedi. Ama sistem, artık böyle düzenlemeleri taşıyabilecek esnekliğe sahip değil.
    IŞİD'de somutlanan son İslamcılık türü ise, insanı bile köle pazarında alınır satılır bir meta haline getiren, sürdürülemez nepotist vahşi bir neoliberalizm türünün son savunucusu haline geldi. İslamcılığın ve diğer kimlikçi ideolojilerin iflasıyla giderek büyüyen boşluğu, kutsal değerleri dışlamayan yeni seküler etik ile sorunlara sosyo-ekonomi üzerinden yaklaşan yeni Sol dolduruyor.

15 Ekim 2015, Cumhuriyet Gazetesi
Bkz.: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/388295/Islamcilik_iflas_mi_etti_.html

Gizliservislerin 21'inci yüzyıldaki dönüşümü

James Bond filmlerinin hepsini seyretmiş biri olarak, gizliservislerin çok daha farklı yapılar olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Okuduğum uzun bir makale ve bir kitaptan yola çıkarak, 21'inci yüzyılda devletlerin gizli haberalma teşkilatlarının nasıl bir dönüşüm geçirmiş olabileceği hakkında birşeyler yazabileceğimi düşündüm. Konu hakkında Türkçe materyal bulamadım (bulmayı da beklemiyordum açıkcası). Edward Snowden'in ifşaatlarından sonra, mesela Amerikan gizli servislerinin kapasitelerinin 11 Eylül 2001 ertesinde "muazzam" boyutlarda artırıldığını biliyoruz ama ne kadar "muazzam" olduğu konusundan ancak tahminlerde bulunabiliyoruz, mesela Amerikan NSA'nın inanılmayacak ölçülerde bilgi topladığı -hatta yığdığı- sır değil, ama bu bilgileri değerlendirip analiz edebilecek kapasiteye sahip mi? Sanmıyorum. Bugün galiba esas önemli olan, "Analiz kabiliyeti" ve bu hâlâ kıt dersek, yanlış birşey söylemiş olmuyoruz sanırım.
    Gizli servisler, biri tamamen yeni üç alanda çalışıyorlar. Bunların ilki, en eski haberalma yöntemi "Human Intelligence", yani adam adama markaj ve insanlardan doğrudan bilgi alma yöntemi -ki James Bond da vazgeçmediği Walther PPK tipi tabancası gibi asıl bu yöntemi kullanıyor- ve ne kadar eskidiğinin de herkes farkında görünmüyor. Altın tabancalı adam Scaramanga bile daha sofistike yöntemlerle çalışıyor! Günümüzün gizli servislerinin adama silah dayayıp bilgi alan film tipleri olduğunu sanmıyorum. Onun yerine, "Signal Intelligence" denen sofistike dinleme yöntemleri devreye giriyor. Snowden'den bu konuda bir hayli bilgi geldiği malum. 
    Gizli servislerin haber almada kullandığı en yeni alan: Sosyal medya! Evet, bu alanda etki ajanı gibi işleyen "Troller" falan diye kestirip atılıyor belki, ama konu çok daha ciddi görünüyor. Sosyal medyadan da cidden bilgi topluyorlar. Okuduklarımdan çıkardığım sonuçlardan biri bu...
(Yazı devam edecek)

Kelebekler çağı ve kendi kendine yatay örgütlenen yaratıcı toplum

İslamcılar, elleri böğürlerinde çaresiz, gün be gün nasıl tükendiklerini izlerken ve kötümserlerin karanlığında ateş böcekleri uçuşurken, İslamcılığın çöküşünden çok daha fazlasının yaşandığı henüz pek anlaşılmıyor. Asıl mesele -Erbakan'dan beri asıl oyu yüzde 15'leri geçmeyen- islamcılığın iflası falan değil. Yaşananlara geniş bir perspektiften baktığımızda, geleceği belirlemesi açısından islamcılığın, geleceğe doğru yeni bir ivme kazanabilmek için 'negatif kışkırtıcı' rolü oynadığını görürüz.
    İnternet çağıyla beraber yepyeni yatay bir toplum oluşuyor ve ilk kez kapitalizmin ötesine uzanan, ekonomiden daha önemli tandanslar belirginleşiyor. Kim olursa olsun aynı göz hizasında konuşan, bu konuda hiyerarşi tanımayan bir toplum modeli, hiyerarşik dikey toplumun sınıflar/zümreler demodeliğini enlemesine yarıp dürüyor.
    Sosyal medyada her kim olursa olsun aynı düzlemde konuşuyor ve hiyerarşinin olmadığı bir ortam doğuyor. Bu yeni toplum biçimi, önemsizleşmekte olan yukarıyı, aşağıdan belirliyor ve Başbakanların, Bakanların, Vekillerin önemi hızla azalıyor. Yeni 'Doğrudan Demokrasi', karar mekanizmalarında etkisini artıracak mecra arıyor. Geleceğin toplumunun, 'birey'ler (Individuum/individual) merkezinden yola çıkan ve kendi kendine örgütlenen, bu haliyle geleneksel hiyerarşik yapıları domine eden dönüşken yapılar haline geleceğini söyleyebiliriz. Bunu sağlayıp hızlandıran internet, aynı zamanda klasik devlet anlayışını da değiştiriyor. Eskinin yukarıdan aşağıya toplumu değiştirip inşa eden yapılanmaların yerini, akıllı bireylerin aşağıdan yukarıya toplumu belirlediği yeni anarşist (sosyalist değil) yapılanmalar alacak gibi görünüyor. Bu arada geleneksel ulus devletler yeni yatay toplumlara paralel bir yapılanma oluşturmaya devam ederken, dış ilişkilerin şimdilik eskisi gibi kalacağı ama neoliberal dönemdeki gibi nisbeten zayıf yapılanmalar olmaya devam edecekleri anlaşılıyor.
    Yeni dönemin sembolünü 'Kelebek' olarak seçerken, bunun somut nedenlerini başka bir yazıya bırakarak, "mega projelerin" dinazorlar çağı, bir çok bakımdan sona eriyor. Toplumları tek elden (tek kişi olarak) yukarıdan aşağıya şekillendiererek yönetmeye çalışan anlayışların neden işleyemeyeceğini Friedrich August von Hayek'in -daha Sovyetler Birliği'nin çöküşünden önce- gösterdiğinden bahsetmiştim. Karmaşıklaşan internet toplumunu yukarıdan aşağıya yönetmek bir yana, 'yönetmek' de imkansızlaşıyor. Özgürlük, geleceğin toplumunun daha şimdiden vazgeçilmez özgürlüğü haline geliyor. Özgürlük atmosferinde yükselen yaratıcılığın desteklediği 'Birey', sürekli kurulup çok boyutluluğu içinde gün be gün değişen dinamik bir temel kurucu faktör haline geliyor. Bir tek kişinin tüm insanlığa yön verebildiği bir aşamaya geliyoruz ve toplumu yukarıdan aşağıya yönetmek ve hetta belirlemek bile imkansızlaşıyor. Tekçi teolojik-politik "ilahi" sistemlerle birlikte İslamcılık da uzatmaları oynuyor.
    Türkiye, iyi eğitimli modern kesimiyle Gezi isyanında mim koyduğu yeni çağda, kendi kendine interneti kullanarak yatay örgütlenmenin örneğini sunarken, İslamcılar da, yukarıdan aşağıya belirlenen ve birey olmaya izin vermeyen biatkar kesimin eriyen temsilcisi oluyorlar. İki çağ, Türkiye'de çatışıyor. Kazanan, elbette yeni toplum biçimi olacak, ama Türkler bunu ne zaman anlayacak -işte asıl soru bu.

İslamcılık devrinin finali ve Türkiye'nin mental dönüşümü

Rusya Suriye'de IŞİD'e ve ondan pek farkı olmayan El Kaide türevi İslamcılara vurdukça Ankara'dan ses geliyor. Türkiye'nin kendine şirk/ortak kabul etmeyen -ilahi tek doğrunun sahibi- teolojik argümanlara sahip muktedir politik odağı, Rusya'dan şikayetçi ve şaka gibi gerekçelerle Rus saldırılarına karşı çıkıyor; mesela Rusya'nın Suriye'yle sınırının olmadığı üzerinde durabiliyor. Hâlâ Suriye'de tampon bölge kurmaktan bahsediyor. Bu haliyle ciddiye alınması oldukça güç görünüyor.
    Rusya'nın Suriye'ye 150 bin asker gerirmesinden ve İran ordusu ile Lübnan Hizbullahı'nın kara operasyonlarına başlamasından önce Rusların ilk Rakka saldırısıyla IŞİD'in "başkenti"nde vurulmasının yarattığı panik havası gizlenemeyecek kadar büyük IŞİD saflarında. Anlaşılan "danışıklı dövüş"e alışkın IŞİD bu kez karşısında gerçek bir düşman buldu ve panikledi -Suriye'den gelen haberleri ancak böyle yorumlayabiliyoruz. Zira onca Amerikan uçağı sortisine rağmen büyümeye devam edebilen IŞİD'in paniklemek için Rusları beklediğine inanmak kolay değil. Ve beklediğimiz gibi İslamcıların hakkından Rusya'nın kurduğu koalisyonun geleceği görülüyor. Ama IŞİD'in arkasındaki "güçler"in -kim oldukları şimdilik muğlak- kafa kesen islamcılık projelerinin iki tokatta yere serilmesine sessiz kalmaları beklenmiyor. Buradaki ilginç konu, IŞİD'i kimsenin açıktan savunmaya cesaret edemeyeceği gerçeği. Bu da Ruslara ve Rusların müttefiklerine önemli bir avantaj sağlıyor. Kısacası, "dostlar alışverişte görsün" tipi savaş sona erdi. İyi mi oldu? IŞİD'e karşı savaş bakımından iyi oldu ama genelde hiç de iyi olmadı.
    2012 yılı başından itibaren bu savaşın ne kadar önemli olduğunu ve önlenmesi için de Ankara'daki bakışın kökten değişmesi gerektiğini yazıyorum. Bunun için artık bir iktidar değişikliği gerekiyor, çünkü Türkiye dış politikada her türlü ölçüyü kaçırmış, güvenilirliğini yitirmiş görünüyor. Sonuçları şimdiden kötü. Yalnızlaşmış, ekonomisi hızla bozulan bir Türkiye. Bu arada toplumsal tarih de durmuyor. Türkiye'nin Değişim/Dönüşüm prosesi tüm hızıyla sürüyor. Bazıları "Ne oluyor, ne değişiyor, herşey aynı" diyebilir. Savaşta vurulan da önce acı hissetmez. Şimdi en hızlı dönemini yaşadığımız sürecin 2013 Martında başladığını ve Kasım başında önemli bir aşamasını sonlandırıp bir yenisine geçeceğini belirtelim. Olan şu: Türkler artıp pısıp sinmiyor, evrensel standartlara göre bir demokrasi istiyor ve evrensel normları sahipleniyor. Bu blog 2008'den beri -yani Değişim/Dönüşüm sürecinin başladığı dönemde- yayına girdiğinden beri "Evrensel yüksek değerlerin kayıtsız şartsız savunulması" ilkesin önemini ve "iyi" faktörünün nasıl işlediğini anlatmayı amaç edindi, çünkü Türkiye ve Türk halkı, Dünya'nın birinci sınıf ülkeleri/halkları arasına girmeyi çoktan haketti ve her türlü vasatizmin eski safralardan kurtulmanın vakti geldi.
    Türkiye, 1 Kasım seçimlerinden sonra hedefinde önemli bir aşamaya ulaşmış olacak. 2013 Baharından beri yaşanan, Türklerin beklentilerinin -Çağa uygun olarak- yükselmesi ve değişmesidir. AKP'nin şimdilik hiç bir anlayış işareti göstermediği ve bu yüzden önümüzdeki süreçte ANAP gibi tarihe karışma ihtimalini bizzat kendisinin yükseltmesnin üç temel nedeni bulunmaktadır. Bunların ilki, makro ölçekte 2008'den beri yaşanan sistem krizi, kimlikçi politikaların çöküşü ve sosyo-ekonomik bakışın geri dönüşüdür. Buna, paradigma değişikliği ve "Postkapitalist paradigma"nın etkisi diyoruz. AKP bu temel değişikliği anlamıyor ve eski neoliberal kimlikçi nepotist büyük (inşaat) projeleriyle ekonomiyi yapay bir şekilde hayatta tutabileceğine inanıyor. Bu hiç mümkün değil.
    İkinci neden, aslında temel bir mantalite sorunu. Çok vurguladım, tekrar edeyim: İslamcılar, benim şimdiye kadar gördüğüm en maddeci/maddiyetçi kesim. Bir önceki devrin parolası, "madde ve enerji"ydi. Yani üretim, üretemiyorsan yeni dev inşaat projeleri ve yolları yenilenmesi vs. Maddeciliğe can verenin de para odaklı yatırım görüntüsü olduğunu biliyoruz, bu kaba kapitalizmin ifadesi. Eskinin diğer konusu da, "Jeostrateji" dediğimiz garabet'in 19'uncu yüzyıldan bu yana uğraştığı ve haritabaşı "savaşçıları"nın çok önem verdiği 'Enerji' konusuydu. Madde ve Enerji, elbette şimdi de önemli, ama tayin edici önemde değil. AKP'nin göremediği ve "Beklentiler yükseldi" diyerek izah etmeye çalıştığı ama henüz anlayamadığı bu. Otobüsten başka ulaşım aracı tanımayan Türkler son on yıldır uçağa binmeyi öğrenmiş olabilirler, şimdi de uçaklarının saatinde kalkmasını istiyor olabilirler, ama asıl istedikleri bu mu? Bütün kavga bunun için mi, sadece daha iyi/düzenli madde ve enerji konuları mı? Hayır! Meseleyi sibernetik uzmanı Norbert Wiener daha 1990'lı yılların başında şöyle ifade etmişti: Ne madde, ne enerji. Enformasyonun taşıdığı bilgiyi asıl zenginlik sayan bir toplum. AKP'nin bunu anlayabilmesi için, Dünya'nın bugünkü devlerinin Google, Microsoft, Facebook, Twitter olduğunu ve neden böyle olduğunu anlaması lazım. Zenginliğin yeni kaynağı, iki temel sütun üzerinde yükseliyor: Eğitim (veya kendi kendiniğ eğitim) üzerinde yükselen fikir ve her türden yaratıcılık. AKP'ye yakın bir bürokratın geçtiğimiz yıllarda, "Biz keşif-icad yapamayız" dediği an, AKP'nin temsil ettiği ruh çökmüştü. Çünkü geleceğin birinci sınıf ülkelerinden/halklarından biri olmanın bugün ilk ve tek kriteri 'Özgürlük'tür, bu tabii önce fikir ve yaratıcılık özgürlüğüdür ve kendine kutsiyet bağışlayıp "şirk/ortak" ve eleştiri kabul etmeyen tekçi bir zihniyetin böyle bir çağda yaşaması bir yana, onu anlaması bile mümkün değildir.
    Üçüncü neden de bu tekçi zihniyettir. Tek elden, tek kişinin yönetimi, Başkanlık sistemi vs. Hepsi aynı tekçi zihniyetin ifadesidir. Hangi kutsiyetle tahkim edilirse edilsin, sözünü ettiğimiz bugünkü dönemde, bir kişinin yönettiği bir ülke olamaz. Bunu iyi anlamak gerek. Halklar kendilerine "önder" arayabilir, Türkler gibi "kişi odaklı seçmek davranış biçimi benimsemiş" de olabilirler. Ama Friedrich August von Hayek'in geçen yüzyılın ortasında kanıtladığı -ama pek kimsenin inanmadığı- gibi, bugün bir devleti, bir toplumu, yani çok karmaşık sistemleri, tek elden yönetmeye/planlamaya kalkmak, planlayanlarla birlikte, kurdukları sistemin çökmesiyle sonuçlanır. Günümüzün karmaşık sistemlerinin merkezi yönetimi giderek imkansıza doğru ilerlemektedir. Merkezi yönetim yerine, bir genel mantalite inşa etmek ve sistemin bireylerine kendi kendilerine düşünüp karar vermek imkanının tanınmasıdır. Yani bir tür yeni 'Ortak akıl' devreye girmek zorundadır. AKP'nin bugünkü haliyle bunu anlamasının da çok güç olduğu anlaşılıyor. Kısacası Erdoğan AKP'yi yönlendirmeyi bıraksa bile, bu parti 'Değişim/Dönüşüm' denen olayın derin niteliğini anlayacak durumda görünmüyor ve bu nedenle de İslamcılık çağının sonundan bahsediyoruz, çünkü konu sadece IŞİD'in yenilmesi ve AKP'nin 1 Kasım seçimlerinde daha da az oy almasından çok daha derin. Yeni bir çağ geliyor ve Türkler İstiklal Caddesinde basın özgürlüğü yürüyüşüne en ünlü gazetecileriyle katılarak, sürecin ilk önemli zaman dilimindeki sınavı başarıyla geçtiklerini gösteriyorlar. Şimdi ikinci dönem geliyor. Kasım 2015'de başlayıp 2017'de sona erecek ve üçüncü dönemden sonra sınav bitmiş olacak.