1788 Fransız finans krizi, tarihte gezinti ve irrasyonal notlar


ABD'de 2007'de başlayan ve adına şimdilerde "finans krizi" denen sistem krizi ile, Fransa'da 1788'de yaşanan finans krizi arasında çok önemli kategorik benzerlikler bulunuyor. Bunlar, finans, ekonomi ve siyaset alanıyla da sınırlı değil. Fransız krizi, sistemde nitel bir değişiklik başlatarak yeni bir çağ açmıştı ve 1789 Fransız İhtilali ile zirveye çıkmıştı. Daha sonrasını herkes biliyor. Bu kısa yazıda Fransız krizi hakkında bazı kısa notları aktaracağız.

1788 yılı Sultan Birinci Abdülhamit’in Kırım’ı geri almak için Rusya’ya karşı başlattığı savaşın ikinci yılıydı. Avrupa’da, üçyüz yıldan beri görülmemiş muazzam bir kış hüküm sürüyor, İstanbul Boğazı’nda buzlar yüzüyordu, ama moraller yüksekti. Aynı günlerde İngiltere’de Alman asıllı astronom William Herschel, kocaman teleskopuyla gökyüzünü gözetlemekteydi. Samanyolu’nun galaktik merkezini yeni yaptığı teleskopunun okülerinden ilk kez gördüğünde oldukça şaşırmış olmalı. Çünkü yedi yıl önce keşfettiği Uranus, yusyuvarlak bir gezegendi. Ama o soğuk 5 Şubat 1788 günü gördüğü gökcismi, spiral halde döndüğü anlaşılan mekik gibi bir ışıktı.

Dört gün sonra Avusturya Türkiye’ye savaş açtı ve Rusya’nın yanında olduğunu ilan etti. Sultan, Prusya ve İsveç’le kurduğu pakt sayesinde Avusturyalılara karşı başarılar kazanırken, Herschel de 12 metrelik teleskopunu yapıyordu
-o zamana dek yapılanların en büyüğü. Bu arada önemli bir gök olayını kaçırdı. Dünyadan bakınca Yay burcunun 26 Derecesi yakınlarında görünen Samanyolu’nun galaktik merkezinin hemen yanından, cüce gezegen Pluto geçiyordu. Hadi Pluto çok küçük, o teleskopla görmesi imkansızdı, (Pluto yüzkırkiki yıl sonra keşfedildi) ama Pluto’nun galaktik merkezden geçişi gibi nadir bir olay, ancak 2007’de yeniden gerçekleşecekti. Herschel buna rağmen, döneminin en önemli astronomlarından biri sayıldı. Bu gök olayının, finans piyasalarını her zaman doğrudan etkilediği varsayımını 20’inci yüzyılın ikinci yarısında tartışmaya başlayanlar arasında en ayağı yere basan kişi ise kuşkusuz Martin Armstrong’dur.

Burada en dikkat çekici olan, Armstrong’un Princeton Economics Institute’da otuz yıllık bir çaba sonucu geliştirdiği tahmin sistemini; Pi Sayısı (3.14159) ve (Marx’ın deyimiyle) ‘sanal/fiktif’ kapitalin psikolojik etkilenmesi temeline oturtmuş olmasıdır. Yani Armstrong, dünya finans sistemi’nin 1971’de ABD başkanı Nixon tarafından reel altın endeksinden koparılmasını, çalışmalarında bilimsel bir veri kabul ediyordu ve finans piyasalarının o zamandan beri irrasyonel bir şey haline geldiğini ve soyut ‘güven’ endeksine göre işlediğini hesabına katıyordu. Bu aşamada Armstrong, işin içine astrolojiyi de kattı. Kendi kurduğu sistemle, Japon Nikkei endeksinin 1989’da aniden çöküşünü, sonra da 1997 Asya krizini neredeyse gününe varıncaya kadar önceden tahmin etti ve dikkatleri üzerine çekti. 2007’de başlayan krizi de önceden tahmin etti. (Sonrası da var.)


1788 ve 2007’de Fransa ve ABD’de başlayan iki fundamental finans krizinin benzerliği, kuşkusuz yukarıda söz ettiğimiz ortak gök olayından çok daha fazladır. Ama benzerlikler bir yana, 1788 finans krizinin ve 1789 Ağustosunda başarıya ulaşan Fransız İhtilali’nin en önemli ekonomik ve siyasi nedeni genç ABD'dir. Fransız İhtilali'nin aslı/orijinali (Burjuva Devrimi) Amerika'da başlamıştı. 1775'de İngilizlere karşı ayaklanan Amerikalı vatanseverler, Fransa Krallığıyla ittifak yaparak, 1776'da bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Kralsız ilk modern ulus-devlet olan ABD 1777'de kuruldu, ama savaş devam etti. İngilizlerin kesin yenilgisi, ancak 1781'deki Yorktown savaşında geldi ve zafer Fransız yardımıyla gerçekleşti. ABD'nin tarih sahnesine çıkışı, kalite itibariyle günümüze dek süren dönemin başlangıç noktasını işaret eder.

1600'lü yılların ilk çeyreğinde, önce İngiltere'de ve Fransa'da (homojenleşmiş kapitalist para/iş toplumunda "parasız yaşayamamak" anlamında) ortaya çıkan ‘kapitalist sistem’, bütün bir ülkeyi kaplayamadığı/yoğunlaşmamış bir ilk dönem yaşamıştır. ABD’nin kuruluşu ile 1777’de başlayan ve bugün de devam eden dönemin, sözkonusu (para ilişkileri) yoğunlaşmasının bir sonucu olarak 1788'de yaşanan mali kriz, kapitalizmin (çok önemli siyasi gelişmelere de neden olan) ilk ciddi finans krizidir. Krizin hemen ardından 1789 Fransız İhtilali gibi bir olay yaşanmıştır. Fransız ihtilali, Amerikalı devrimcilerden esinlenen 'Özgürlük-eşitlik-kardeşlik' sloganıyla, modernleşme/kapitalistleşme şablonu haline gelmiştir.

Etkisini (Türkiye'de) 1990’lı yıllara kadar koruyan ‘Avrupa merkezci tarih anlayışı’, Fransız İhtilali'ni gökten zembille inmiş başlı başına bir fenomen gibi gösterir. Fransız İhtilali, konsept itibarıyla Amerika'dan ithaldir -hem de bizzat orada Amerikalılarla İngilizlere karşı savaşan Fransızlar tarafından Fransa'ya getirilmiştir.
Elbette 1788’den önce de sanal kapital (finans) krizleri olmuştur (nihayet mâli kriz kapitalizmin doğasında var). Fakat kapitalist sistemin henüz tek tek ülkeleri tamamen kaplamadığı ve sosyal homojenleşmenin yeterince yaygınlaşmadığı dönemlerde sanal para krizleri belli alanlarla sınırlı kalmıştır (mesela Hollanda'daki 1636 “lale krizi” böyledir). Fakat bunların hiçbiri, 1788 Fransız kriziyle ve Kral XVI. Lui'nin başına gelenlerle kıyaslanamaz.

Barack Obama gibi, boğazına kadar borca batmış bir ülke devralan XVI. Lui, dedesi XV. Lui’nin ölümünden sonra 1774’de tahda çıktığında henüz 19 yaşındaydı. Sevilen ve umut bağlanan bir hükümdardı.
Fransa, 1608’den beri Kuzey Amerika’da koloniler kurmaya çalışıyordu. Kanada’daki Quebec, bu dönemde kurulmuştu. Bu maceradan geriye isimler kaldı. Örneğin daha önceki Fransız kralı XIV. Lui’nin adı 1682’de bir eyalete verildi (Louisiana). Fransa, 70 yıl boyunca, Kızılderili kabilelerin de katıldığı savaşı 1759’da gene Quebec’te kaybetti ve 1763’te bütün kolonyal haklarından feragat etiği bir anlaşma imzaladı. Aynı dönemde Fransa, ‘Yedi Yıllık Savaş’a da katılmıştı. Avrupa’da Fransa, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasındaki büyük cebelleşme, bütçesini fana halde aşındırmıştı.

Avrupalı büyük devletler birbirini yerlerken ABD, kapitalizmin siyasi formu olan demokrasiyi işletmek konusunda ilk önemli adımları atıyor, ilk önemli deneyimleri kazanıyordu. (Bildiğimiz anlamda ilk demokrasi, 1640 yılından itibaren Amerika’daki küçük Rhode Island eyaletinde uygulanmaya başlanmıştır)
Bugün de genellikle kabul gördüğü üzere: ABD bağımsızlığını Fransa sayesinde kazanabilmiştir. Fakat bağımsızlık savaşı ve Kuzey Amerika operasyonlarının Fransız bütçesindeki tahribatı çok büyüktü. Tıpkı ABD'nin Irak savaşı için harcadığı milyarların yaptığı tahribat gibi bir durum sözkonusuydu. Bu arada asiller, artık ciddi bir güç olan Burjuvazinin finansal reform önerilerini geri çeviriyorlardı, çünkü asillerin imtiyazlarını kısıtlayıcı önlemler öneriliyordu (tıpkı şimdi, global sanal sermayenin ve onun baronlarının haklarını kısıtlamayı öneren önlemler gibi).

Genç Lui, tam bir paradoks örneği gibi görünse de, Amerikalı devrimcilere desteği artırdı. ABD, onun yoğun desteği sayesinde bağımsızlığını ilan edebildi. İngilizler yenildiler ve 1783’de Paris anlaşmasını imzalamak zorunda kaldılar. Kral, bununla yetinmeyip, yeni girişimleriyle Fransız donanmasını, denizlerde İngilizlerle boy ölçüşebilecek ölçüde güçlendirdi. XVI. Lui, sekiz yıllık ilk iktidar döneminde halk tarafından çok sevilen bir hükümdardı. Bu dönemde, Amerika’dan dönen, orada savaşmış askerlerin önemli rol oynadığı devrimci akım ortaya çıkmıştır.

Devrimciler, Amerika'daki gibi kralsız bir devlet istiyorlardı.
Fransa, savaşın maliyetini ve verdiği zararı önlemek için daha 1715’te bir İskoçyalıya devlet bankası kurdurmuş, ardından 1720’de ilk kâğıt para enflasyonu yaşanmıştı. Kral XVI. Lui tahda çıktığında devlet borçları, bütçenin yüzde 67'sini oluşturuyordu. Devlet bu borçlarını, yüksek faizli devlet tahvilleri ile kapatmaya çalışıyordu. Ama yükselen giderler nedeniyle, bütçe açığı sürekli büyüyordu. 1774 bütçesinin yüzde 33'ü orduya ayrılmışken, sadece devlet borçlarının faizine, bütçenin yüzde 30'u bile yetmiyordu. Devlet, giderlerini esas itibariyle dolaylı vergilerden karşılıyordu. Giderlerin sadece yüzde 28'i doğrudan vergilerle ödeniyordu.

Aynı yıl Kral, Robert Turgot'u maliyeden sorumlu genel koordinatörlüğe atadı. Yüzde 65'lik fiyat artışları halkta huzursuzluk uyandırdı. Çalışanların maaşları sadece yüzde 22 arttı. Bu fark, hızlı bir fakirleşmeye yol açtı. İhtilalden önceki dönemde, orta halli bir aile, sadece ekmek almak için, kazancının yüzde seksenini harcar hale gelmişti. Fransız İhtilali, bu atmosferde başladı ve başarıya ulaştı. Fransızlar ihtilalin en hızlı günlerini yaşarken, Sultan Birinci Abdülhamit ölüm döşeğindeydi. Ruslara karşı daha Eylül 1788'de Şebeş zaferini kazanan Osmanlı ordusu, Aralık ayında yenilmiş, Özi kalesi Ruslara kaybedilmişti. Bu haberi alan Padişah felç geçirdi ve 1789 Nisan ayı başında hayata gözlerini yumdu. Fransız İhtilal'ini ve ne olduğunu öğrenmek, onun yarattığı rüzgarla başa çıkabilmek için yeni reformlar yapmak, yeğeni Sultan III. Selime miras kaldı.

Finans krizinin mekaniği ve krizin devletleştirilmesi hakkında


Dünyanın en büyük beş global yatırım bankasından üçü battı. Lehmann Brothers, Meryll Lynch ve Bear Stearns tarih oldu. 1929’daki finans krizinden sonra birçok Wall Street bankeri bürolarının camlarından atlayıp intihar etmişti. Şimdi tüm bürolar klimalı, pencereler açılmıyor, intiharlar duyulmuyor. Duyulmaması çok da iyi, zira piyasalar çok duyarlı çok duygusal. 'Kapitalizmin sonu' söyleminden kaçınan ve Polyannacılık oynayanlar haksız sayılmazlar: Dünya piyasaları 1971 yılına kadar somut bir şeye, ‘altın’a endeksliydi, o zamandan beri de ABD’ye (ve fiili dünya parası Amerikan Dolarına) olan ‘güven’e endeksli. Warren Buffet bunu, ‘Güvencesiz/karşılıksız her kâğıt para sistemi, politikacıların güvenine bağlıdır’ diye ifade ediyor. Bu nedenle 'pozitif düşünmeye' ve pembe yalanlar söylemeye devam ederken, bir yandan son krizin mekaniğini, boyutlarını, izlemesi muhtemel güzergahları ve önlemlerin hangi zihniyeti esas almasının doğru olabileceğini konuşmayı ihmal etmemeliyiz.

Yaklaşık otuz yıldan beri durmadan büyüyen spekülasyon ve kredi balonu, dünya ekonomisinin esas dinamiğini oluşturuyor. Reel ekonomiye yatırım imkanının ve getirisinin azalması nedeniyle, sermaye finans piyasalarına kayıyor. Sadece tüketiciler değil, devletler de sürekli borçlanıyorlar, faaliyetlerini borçsuz döndürmekte zorlanıyorlar. Sorun bir ‘aşırı birikim’ sorunudur ve Türkçesi şudur: Teorik olarak, piyasalarda, dünyayı onlarca kez satın alabilecek kadar çok para dolaşmaktadır. onlarca dünya olmadığına göre bu kadar çok para hayalidir ve maddi temeli yoktur. Güven endeksinin 2001’den sonra 11 Eylül, Afganistan, Irak derken fena halde erozyona uğraması sonucu, bu hayali/sanal sermaye balonunun kritik eşiği aştığı ve realite iğnesine dayandığı görünüyor. Günümüzde ‘balon’ gibi oldukça sevimli bir metaforla anılsa da, Marx’ın daha 1857’de analiz ederek adını ‘fiktif/sanal sermaye’ (fiktives Kapital) koyduğu duygusal/kurgusal sermaye türü, II. Dünya Savaşı öncesinin neredeyse üçyüz yıllık kapitalizm tarihinde yaşananların hepsinden daha ürkütücü bir krize girmiş görünüyor. Ürkütücü, çünkü olağanüstü büyük bir balon.

Marx tarafından tarif edilmiş sistem mekaniğine göre; ağırlık merkezi spekülasyon, faiz amaçlı kredi ve fiyat dalgalanmaları olan sanal sermaye ile onun reel karşılığı arasındaki fark büyüdükçe, finans krizi olma ihtimali de artıyor -idi. Otuz yıl öncesine kadar geçerli olan konjonktürel kriz mekaniğine göre sanal sermayenin yeniden krize girmesi gerekiyor idi. Fakat İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra en geç 1970'li yıllarda olması beklenen büyük finans kriz yaşanmadı. Onun yerine, sadece ‘zorunlu büyük kriz’ baskısını hafifleten ve Doğu Bloku’yla (ve Ortadoğu ülkeleriyle vs.) sınırlı kalan bir çöküş yaşandı. Parası pul olan reel sosyalizmin (yani kooperatist kapitalizmin) çöküşü, kapitalizmin hanesine yazılmadı. Krizin (liberal) kapitalizme sıçramasını önleyen asıl etmen, altın endeksinin kaldırılmış olmasıydı. Böylece sanal sermaye, yeni spekülatif mecralara akarak çökmeden çoğalmayı/şişmeyi sürdürebildi. Burada altı özellikle çizilmesi gereken durum herhalde şu olmalıdır: Beklenen büyük kriz önlenmemiştir, sadece ötelenmiştir. Bu süre zarfında sanal sermaye balonu, reel gerçeklerden tamamen uzaklaşarak tarihte hiç olmadığı kadar şişip uçmuştur. Robert Kurz'un tahminlerine göre şu anda dünyada dolaşan uluslarötesi paranın yaklaşık yüzde doksanyedisi, reel olmayan spekülatif sermayedir ('Das Weltkapital' Berlin 2005, s.234). Burada en rahatsız edici gerçek, sanal sermayenin eninde sonunda reel değerlere dönmek zorunda oluğudur. Bu dönüşün toplum ve devletler açısından ne anlama geldiği ve sonuçları üzerinde şimdiye dek pek durulmamıştır. Ama bir Çin atasözü, durumu kısaca özetlemektedir: ‘Çok yüksekten uçan, çok derinlere düşer.’

Ücretli çalışanların ürettiği mal ve/veya hizmetlerin, maliyetinden daha fazlaya satılması sonucu ortaya çıkan (üretime bağlı) artı değer birikimi, reel sermayeyi oluşturur. Dünyada reel sermayenin üretilmesinde temel rolü oynayanlar hâlâ işçilerdir. Sanal sermaye ise 'kapitalist çalışma ve üretim sistemi' ile değil, spekülasyonla, fiyat dalgalanmalarıyla, faiz almak amacıyla verilmiş kredilerle vs. oluşur. Bu yüzden de duygusaldır ve güvene endekslidir. Sanal sermeyenin üretilmesinde çalışan ve aynı zamanda sanal sermaye tarafından finanse edilen yeni sınıf ise, adına kısaca 'Beyaz yakalılar' dediğimiz ve günümüzde işçilerden yüzlerce kat daha kalabalık olan yeni kesimdir. Patronla çalışan arasındaki sınırlarının yer yer belirsizleştiği yeni kesim, çeşitli kademelerdeki büro ve (Türkiye’de daha çok) dükkan çalışanlarından oluşmaktadır. Miktarını kimsenin bilmediği çok sıfırlı sanal sermayenin eriyerek reel değerine doğru düştüğü aşamada beyaz yakalılar sınıfı, yaptığı işle kendi reel hayatını idame ettirebilecek durumda olmayan kesimdir.

Krizin özü, reel ekonominin sanal ekonomiyi artık taşıyamıyor olmasıyla ilgilidir. Reel/sanal dengesinin bozulmasındaki bir diğer etmen de, 1980'lerde yaşanan mikroelektronik devrimin yol açtığı rasyonalleşmedir. Sistemi taşıyan üretici sınıfların (işçi-köylü) sayısı giderek azalmakta, daha az kişiyle daha çok üretim yapılabilmektedir. Temel özelliği, (amacını patronun belirlediği) ücretli iş, bu kapitalizme özgü çalışma sistemi çerçevesinde üretilen somut mal ve hizmetler, onların paraya tahvil edilerek daha pahalıya satılmaları sonucu elde edilen artı değer olan bir sistem için bunun anlamı: Sistemin kendi altını oymasıdır. Son otuz yıllık süreç, sistemin temellerinin fena halde aşındığını ve taşıdığı yükün de fena halde büyüdüğünü göstermektedir.

Son çeyrek yüzyıldır sanal sermayenin katlanarak büyümesi nedenlerine eklenen ve balonu çok daha fazla şişiren en önemli kalemler, özelleştirmelerden gelen paralar ve yüksek faizlerle devlet borçlanmaları olmuştur. Bu paralar, dolaylı olarak tüketime yansıyıp reel ekonomiyi de canlandırdığından, temel neoliberal politikalar arasında yeralmışlardır. Devletler, aynı politikaların bir devamı olarak, hızla eriyip sönen sanal sermayeye garantör olma eğilimindeler. Nitekim TBMM komisyonlarından da, bankalardaki mevduatların yüzde yüzüne iki yıl süreyle devlet güvencesi vermeyi öneren bir kanun taslağı geçmiştir. Garantörlük, ödenmeyen borçları ödemeyi kabul etmek anlamına gelmektedir. Devletler, kriz durumun geçici olduğu düşündüklerinden böyle bir riske giriyorlarsa, sahiden ödemek zorunda kalacaklarında neler olacağını da düşünmek zorundalar. Özel firmaların/bankaların borçları -ulusal sınırlar ötesi bir şekilde- bir kurumdan diğerine kaydırılarak geçici de olsa idare edilebiliyor. Devletlerin borçlarını birinden diğerine kaydırmak ise mümkün değildir.

Sürekli ertelenen ve faizle yükselen, üstüne bir de çürük kredilerin garantörlüğü yüklenen borçları ödeme günü gelebilir. Şimdi ABD’nin, böyle bir tehlikeyle karşılaşma ihtimali hiç de az değildir. Bu tehlikeye en çarpıcı örnek, kapitalizmin 1788'de, Fransa’da patlak veren ilk büyük finans krizinde olanlardır. Borçları ödeyemeyip tamamen parasız kalan ve 'kanun benim' (L'etat, c'est moi) sözüyle tarihe geçen ünlü kral XVI. Lui’nin kasasında 16 Ağustos 1788 günü sadece dörtyüzbin Livres kalmıştı ve bu para, devletin bir günlük giderinin ancak dörtte birini karşılıyordu (John F. Bosher, ‘French Finances 1770-1795’ Cambridge 1970). Kral 1789’da, devleti, tacı ve tahtıyla o borcun altında kalmıştır. Ardından, hakkında ‘emperyalizm’ sözcüğünün tarihte ilk defa kullanıldığı Napoleon gelmiştir ve uzun kanlı savaşlarla yeni bir tarihsel dönem başlamıştır.