2012 Aralık ayında, dünyanın elektronik/teknik omurgası çökebilir mi?

"Maya takviminin son günü" olduğu rivayet edilen (aslında yeni çağın da ilk günü olan!) 21 Aralık 2012 tarihi, yakın zamana kadar bütün bilim adamları tarafından "Efsane" deyip geçiştiriliyordu. Şimdi bu tarihi ciddiye alanların sayısı artıyor.

National Academy of Sciences (NAS)'ın yayımladığı bir raporun, bilim-kurgu romanlarını aratmadığı söyleniyor (Bkz. Die Zeit gazetesi 29.9.2009 "Die Hölle kommt vom Himmel" başlıklı makale).
Raporu okuduktan sonra şu söylenebilir: "Mikroelektronik devrim" sonucu oluşmuş bugünün dünyasının teknik omurgası çökebilir (Bu benim yorumum). Rapor, ABD'deki trafoların yarısına yakınının devre dışı kalabileceğinden söz ediyor -ki, başka ülkelerde bu çok daha yüksek boyutlarda olabilir. Tabii tüm uyduların da devre dışı kalması gibi bir durum ortaya çıkacaktır. (ve bu nedenle, bu olayın ardından ABD'ye düşebilecek atom roketlerinin nerden geldiği de tesbit edilemeyebilecektir mesela!..)
Böyle durumlarda devreye girecek yedek elektrik kaynakları en fazla 48 saat boyunca dayanabiliyorlar. Elektrik kesintisinin daha uzun sürmesi, sitemin tamamen çökmesi anlamına gelebilir. Olası bir uzun elektrik kesintisinde/kaybında ortaya çıkabilecek ilk ve en önemli sorun açlık/susuzluk sorunu olacaktır. İkinci aşamada, salgın hastalıklar başgösterebilir. Şu anda şehir odaklı post-modern hayatın büyük ölçüde elektriğe bağımlı olduğunu unutmamak gerekiyor. Elekriğe bağımlılığı en yüksek olan gelişmiş ülkelerin/bölgelerin bundan çok etkilenebileceği açıktır.
Böyle ihtimallere karşı Türkiye de, başta Türk Hükümeti ve Türk Ordusu olmak üzere acil ve pratik önlemler almak zorunda. Zaman var. Böyle tehlikeli bir ihtimale karşı haala birşeyler yapılabilir. Ve önlemler çok büyük yatırımlar gerektirmiyor...
Asıl ciddi tehlike güneş fırtınaları değil, 'türban' tartışmasından ve "jeostratejik zart/zurt mes'eleleri"nden kafasını kaldırıp "böyle ufak" işlerle uğraşamayacak kadar kibirli politikacıların ruhsal çürümüşlüğüdür...
Durumun en vahim yanı, mesela Avrupa'da bu konudaki uyarıların henüz fazla ciddiye alınmamasıdır ve bu konudaki hazırlık önerilerinin muhatap bulamamasıdır.
Hint Astrofizik Enstitüsü başkanı Prof. Sundra Raman, bu konularda "uyanan" birçok bilim adamı/kadını gibi, Güneş'deki hareketlenme olasılığını ve Güneş'teki şimdiki durgunluğu çok anlamlı buluyor. (Daha önce bu blogda yazdığımız -ve Radikal gazetesinde de yayımlanan- bir yazıda, aşırı sıcak yazların ve aşırı soğuk kışların, 2007'den beri Güneş'teki bazı ilginç değişikliklerle ilgili olduğunu söylemiştik)
Raman, 2012 Aralık ayında Güneş'te, olağanüstü büyük 'güneş fırtınaları' bekliyor. Esas olarak dünyadaki manyetik alanların zarar göreceği bu durumda manyetik Kuzey-Güney kutuplarının önemli ölçüde yer değiştirebileceği tahmin ediliyor. Özellikle, Elektriğin bir süreliğine ortadan kalkması, internetin çökmesi ve elektrikli aletlerdeki (mesela yanma şeklinde) ani bozukluklara karşı devletlerin mutlaka şimdiden önlem alması gerekiyor.
Tarihte, benzeri güneş fırtınalarının küçük örneklerinin nelere neden olduğunu biliyoruz.
Eskiden elektrik fazla yaygın olmadığından, etkileri de küçüktü. Ama mesela 1989 yılında Güneş'teki bir fırtına, Kanada'da (Quebec'te) 9 saatliğine elektrik dağıtım ağının tamamen çökmesine neden olmuştu. Hidroelektrik santralinde kablolar eridi. Benzeri bir durum 2003'te de İsveç'te oldu. Sistem kısa süreliğine çökmüştü. Daha öncesinden bilinen en ilginç olay, 1859'da ABD'de yaşanana olaydır. Telgraf telleri ve direklerinin alev aldığı biliniyor. Elektrik o zamanlar pek önemli birşey olmadığından, unutulmuş bir olaydır.
NASA'nın verilerine göre, Aralık 2012'de yaşanacak güneş fırtınası, son dörtyüzyıldır ölçülen tüm güneş fırtınalarından daha şiddetli olacak. (Kısacası, bilgisayarlar, radyolar, telefonlar ve benzeri aletler, gözünüzün önünde bozulabilir, eriyebilir, hatta yanabilir.)
Şu anda bu konularda hızlı bir araştırma/inceleme ve askeri disiplin içinde ciddi bir hazırlık yapılması gerekiyor.
Ülkeler, tüm hayatsal alanları, ani bir çöküşe karşı korumalılar ve bunu ciddiye almalılar.

Yıldırım Bayezid, Yongle, ilk ve son Çin globalleşmesi


Sekiz yıllık bir aradan sonra ilk kez bir Çin Başbakan’ı Türkiye’yi ziyaret etti. Sekiz, Çinlilerin sevdiği, bereketli bir sayıdır. Dünyanın en eski kitaplarından biri sayılan ‘Dönüşümler kitabı’ Yi Ching’e sorarsanız sekizinci işaret ‘Bi’, yeryüzünde istediği gibi yer değiştiren büyük su kütlelerine, deniz ve okyanuslara işaret eder. ‘Birarada olmak’ anlamı taşıyan bir işarettir. Kitapdaki diğer 63 işaretten tek nitel farkı, bir uyarı içermesidir ve kitaba danışan kişiden, soruyu bir kez daha sormasını ister. Bunun anlamı, konu hakkında ‘iki kere düşünmek’ ve farklı perspektiflerden yeniden değerlendirmek gerektiğini özellikle belirtmektir.

Çin Başbakanı Wen Jiabao, Ankara ziyareti sırasında yapılan basın toplantısında Türk-Çin ilişkileri hakkında, “İlişkilerimizde karşılıklı olarak statejik bir ortaklık oluşturmaya karar verdik” dedi. 2008 Krizini bir türlü aşamayan global neoliberal ekonominin yıldızı Çin ve krizin teğet geçtiği iddia edilen Türkiye’nin stratejik ortaklığı üzerinde iki kere düşünmek, başka açılardan da bakmak gerekebilir.

İki ülkenin tarihteki gelişme seyri, birbiriyle kesişen kısa zaman dilimleri dışında, genellikle birbiriyle senkron olmayan, hatta ters ve farklı yönler izlemiştir. Şimdi, gene böyle bir kesişme dönemi yaşandığı anlaşılıyor.

1402 yılının Temmuz ayı başında prens Zhu Di, bir zamanlar Kubilay Han tarafından kurulan Başkent Beijing’de (Hanbalık’da) taht’a çıkmaya hazırlanırken, gözü-kulağı Türkiye’deydi. Anadolu’dan gelecek iyi haberler, hem prensin, hem de Çin’in kaderini değiştirebilecek önemdeydi. Türk ve Çin tahtlarının kaderi, ilk kez birbiriyle bu kadar kesişmekteydi.

İri kıyım esmer tenli bir adam olarak tasvir edilen Zhu Di, bir köylü isyancısının oğluydu. Babası Zhu Yuanzhang, Moğol Yüan hanedanlığına karşı ayaklanıp, Çin’deki son Moğol hükümdarı Toghon Temur’u Beijing’den kovmayı başarmıştı. Buna en çok öfkelenen kişi de Asya’nın güçlü hükümdarı Timur idi. Hongwu adını alarak ilk Ming İmparatoru olan bu isyancı köylü, ölüm döşeğinde, oğlunun ikinci Ming hükümdarı olmasını istemedi. Çünkü Zhu Di’nin annesi Moğol bir odalıktı ve prens, Moğolların yaşamına özeniyor, onlar gibi çadırda yaşamayı seviyordu. Hongwu tahtını, yeğenine bıraktı.

Zhu Di, hakkı olan tahta oturabilmek için yeğenine karşı savaştı. Zaferini, Zeng He adlı genç Moğol hizmetkarına borçlu olduğu söylenir. Asıl adının Hacı Mahmud Şems olduğu söylenen Zheng He, 1382’de Kun Ming’deki son Moğol-Çin savaşında prensin komutasındaki ordu tarafından esir alınıp hadım edilen çocuklardan biriydi. Moğollara danışmanlık yapan Buhara’lı ünlü Seyid Şemseddin Ömer’in üçüncü göbekten torunuydu. Kun Ming’de yenilen Moğolların tamamı öldürüldü.

Prens Zhu Di’nin, o yılın 14 temmuzunda Yongle adıyla yeni Ming İmparatoru ilan edilişinden sadece ondört gün sonra Anadolu’da Türk Sultanı Yıldırım Bayezid, Ankara ovasında Timur’un ordusunun karşısına çıktı. Türklerin başarılı ve muzaffer Sultanı, Ming tahtının korkulu rüyası Timur’u durdurabilecek tek kişiydi. Sultan’ın zaferi, Yongle’nin en büyük sevinci olurdu. Çünkü Ming hanedanından Moğolların intikamını almak istayan Timur, Anadolu zaferinden sonra Çin seferine çıkacağını, huzuruna gelen herkese, her fırsatta söylüyordu.

İki ülkenin kesişen kaderi, daha 1402 ağustosundan itibaren, Türkiye ve Çin’i bambaşka yerlere savurdu. Bayezid Ankara’da yenilip tutsak düşerken, Yongle, Timur korkusuyla yaşamaya iki küsür yıl daha devam etti, ama -asıl ‘çılgın’ projesini savaş tehlikesi nedeniyle ertelemek koşuluyla- bir dizi ilginç girişimde bulundu. Bayezid’in ülkesi on küsür yıllık bir kaos dönemine girerken Yongle, Beijing’de ‘Yasak Şehir’in inşasını başlattı. Yüksek duvarlarla çevrili bu devasa saraylar kompleksi, 1911’de Cumhuriyet’in ilanına kadar hükümdarların yönetim merkezi olarak kullanılmıştır. 1404’de başlattığı ikinci önemli projesi de, ikibinden fazla ilim adamının önderliğinde, dünyanın bilinen tüm önemli bilgilerini ve edebiyatını (iki yıl boyunca) toplatmasıdır. Buradan, dörtbin ciltlik bir ansiklopedi ve elli milyon el yazmasından oluşan devasa bir kütüphane ortaya çıkmıştır. Aynı dönemde Türkiye’de ise Bursa, paha biçilmez kütüphanesiyle birlikte Timur’un genç torunu Mehmed Mirza tarafından yakılmıştır.

Yaşlı Timur, Samerkant’dan yola çıkan ordusunun başında Çin’e varamadan 1405’de öldü. Ve Yongle’nin çılgın projesi, ilk Çin globalleşmesi de o yıl başladı.

Yongle sonbaharda, en güvendiği komutanı Zheng He’yi, dünyayı keşfetmesi için altmışiki gemiyle Hint Okyanusuna gönderdi. Zheng He’nin yaptığı keşif yolculukları olağanüstüdür. Bu yolculuklar Pasifikten Hint okyanusuna, Mozambik’ten İran Körfezine, hatta Kap Burnu’ndan -bazı iddialara göre- Amerika kıtasına (gizemli ‘Fusang’ ülkesine) kadar uzanmıştır ve Çinlilerin o zamana dek bilmediği hammaddelerden meyvalara, hatta Zürafa gibi egzotik hayvanlara kadar herşey toplanıp Çin’e getirilmiştir ve bilgiler arşivlenmiştir (Bkz. Gavin Menzies, “1421, The Year China Discovered the World” 2004). İlk Çin globalleşmesi için harcanan çaba olağanüstüdür. Yongle’nin bu proje için ilk elden yaptırdığı dokuz direkli 1681 adet hazine gemisinin her birinin uzunluğu, yüzkırkiki metreyi bulmaktadır; yani devrin Avrupalı ve Osmanlı kalyonlarıyla kıyaslanamayacak kadar büyüktür. Kristof Kolomb’un 1492’de Amerika’yı keşfettiği gemisi Santa Maria, sadece yirmiüç metre uzunluğundaydı. Zheng He’nin komuta ettiği hazine gemileri, tarihte bilinen en büyük ahşap gemilerdir.

Zheng He’nin dev gemileri denize açılırken, Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Mehmet, parçalanmış Anadolu’nun siyasi birliğini sağlamak için kardeşleriyle savaşmaktaydı.
Günümüz dünyasının ikinci büyük ekonomisi Çin Halk Cumhuriyeti 2005’de, dünyaya açılışının ve globalleşmesinin sembol kişisi olarak Zheng He’yi seçti. Kapitalist modernleşmenin en acımasız davrandığı, en inanılmaz savaşlara ve en büyük katliamlara sahne olan yerlerden birincisi Çin’dir. Çinliler, 19’uncu yüzyılın ortalarında başlayan modernleşme döneminden çok, 1978’de Deng Xiaoping tarafından başlatılan Çin’in dünyaya açılışını önemserler. Bunda haklılık payı da yok değildir. 2005 yılında Çin, Zheng He’nin yolculuklarını anmak için büyük etkinlikler düzenledi. Tarihi filonun gemilerini temsilen küçük bir ahşap gemi Qingdao’dan Doğu Çin Denizi’ne açıldı, 17 Asya ve Afrika limanına uğradı. Ama asıl önemli olan, aynı yıl, Çin Komünist Partisi ÇKP’nin önerdiği ‘Çin usulü globalleşme’ fikrinin ilk kez ifade edilmeye başlanmasıdır.

Çin’in tek partisi ÇKP, modernleşme öncesi eski Çin’in ‘Harmonik ilişkiler kültürü’nü yeniden keşfetti ve kurmayı hedeflediği ‘Harmonik dünya’nın ‘Bayraktarı’ olmayı planladığını açıkladı. Eski çin felsefesine yaslanan bu fikrin, büyük ölçekli yeni bir ‘Dünya Düzeni’ projesi olduğu, bazı Çin uzmanlarının gözünden kaçmamıştır. 2007 yılında Birleşmiş Milletler’de (BM) bir konuşma yapan, Çin Devlet Başkanı Hu Jintao, ÇKP’nin de kullanmaya başlayacağı ‘Harmoni içindeki dünya’ (Hexie shijie) kavramını gündeme getirerek, Çin usulü yeni dünya düzeni anlayışını ilk kez BM’in kürsüsünden de açıklamış oldu. Çinliler 1990’lı yıllardan beri ‘Globalleşme’ anlamında ‘Quanqiuhua’ diye bir kavramı -olumlu ve olumsuz anlamda- zaten kullanıyorlardı. Çin Başkan Hu konuşmasında, ‘Globalleşme’ kavramının yanına bu yeni tamlamayı ekleyerek, ‘Harmonik bir dünya olmak istikametinde globalleşmek’ diye yeni bir fikri dillendiriyordu.

Bir yıl sonra, yeni anlayış şöyle ifade edildi: “Harmonik dünya, uluslararası ilişkilerin en ideal durumudur. Ve Dünya toplumu, çeşitli uygarlıkların harmonik bir füzyonu/birleşmesi ile birlikte oluşacak, dünya halkları ‘En yüce barış’ı tadacaklardır.” (Bkz. Peter M. Kuhfus, “Globalisierung als harmonische Welt” 2008) Burada ‘En yüce barış’ anlamında kullanılan sözcük ‘Taiping’dir. Çince’de bir de, ‘Tanrısal barış’ anlamında kullanılan başka bir sözcük bulunmaktadır: ‘Tianan.’ ÇKP, bu sözcüğü nedense kullanmamıştır (Beijing’deki en ünlü meydanın adını herkes bilir, ‘Tiananmen’, Tanrısal Barış Meydanı).

ÇKP’nin kullandığı ‘Taiping’ terimi, -Çinlilerin deyimiyle- çok “ilginç” bir terim! Çünkü Çin’in ilk modernleşme döneminde, 1850 yılında başlayıp ondört yıl süren ve dünya tarihinin bilinen en barbarca ayaklanmasının ve katliamının adıdır aynı zamanda. Hung Hsiuchuan adlı keşiş, kendini “Hz. İsa’nın küçük kardeşi” ilan edip ‘Taiping’ adını verdiği yeni bir düzen kurmakta olduğunu iddia etmişti. Onun bir tür Hristiyanlık karikatürü olan “mistik” dinini kabul etmeyen tam 20 milyon Çinliyi çoluk çocuk demeden barbarca katletmiştir. Üstelik bu kişi 1853’de, zamanın başkenti Nanjing’i alıp orada büyük bir harem kurmuş ve on yıl hüküm sürmüştür. Çin’in yarısını kaplayan “Taiping Krallığı”nın yaptığı katliam ve yıkım, dünya tarihinde benzersizdir, tektir.

Eski Çin kültüründeki ‘Harmoni’ anlayışını anlatmak bu yazının sınırlarını aşar. Ama Çin’in dış politikası, yeni Çin globalleşmesi fikri konusunda bazı ipuçları sunabilir. ÇKP’nin somut sosyo-ekonomik konulardaki temel düsturu, “Çin sosyalizmi, Batı kapitalizmine üstünlüğünü kabul ettirecektir” şeklinde özetlenebilecek eski bir vecize olmayı sürdürüyor. Buradan, Çin globalleşmesinin, tek partidevleti kontrolündeki arkaik bir neoliberalizmi esas aldığı sonucu çıkarılabilir. Bu anlamda Çin, neoliberalizme özgü sermaye ve iktidarpartisi ile devlet bütünleşmesi özelliğini, başından itibaren bağrında taşımak gibi bir avantaja sahiptir. Colin Crouch’un deyimiyle ‘neoliberal post-demokrasiler’e özgü tek parti iktidarlarının, tüm yatırımları ve sanal sermayeyi -ekonomik kararlardan tamamen dışlanmış muhalefetsiz bir ortamda- tek başına kontrol ederek imtiyazlı bir sınıf oluşturmaları özelliğinin en iyi ifadesi bugünün Çin’inde yaşanmaktadır. Dünyanın en ucuz ve en güvencesiz emeğinin bulunduğu yer de “sosyalist” Çin’dir. Ve bu özelliği, neoliberal Çin’e, ekonomik kriz ortamında önemli bir avantaj sağlamaktadır -çünkü global ekonomik kriz, özünde bir üretim ve çalışma sistemi krizidir.

Krizin emlak piyasalarında başlayıp sanal sermaye balonlarını patlatması, konjonktürel bir kriz olduğu yanılgısına neden oluyor. Ama asıl sorun, sonsuz miktarda paranın reel ekonomiye yatırılıp oradan makul kar elde edilmesinin artık kesinlikle mümkün olmamasıyla ilgilidir. Ortada bu kadar çok paranın dolaşmasının nedeni de budur, çünkü para, ancak sanal piyasalarda oynayarak çoğaltılabilmektedir ve asla yeni istihdam yaratmamaktadır. Çin’in merkezi rolü, tam da bu noktada devreye giriyor.

Çin’in döviz rezervi ikibuçuk trilyon Dolar civarında. Ülkenin yatırım stratejisi, Orta Asya’dan Ortadoğu’ya, oradan Afrika ve Güney Amerika’ya kadar uzanıyor. Çinliler bazı Afrika ülkelerine o kadar çok alanda yatırım yapmış durumdalar ki, Afrika’yı koloni haline getirmekte oldukları bile söylenebilir. Şimdi krizden bunalmış birçok ülkenin mesela Yunanistan’ın beklentisi, bir dizi limanını, bankasını vs. Çinlilere satmak, elde edilen parayla borçlarını döndürmeye çalışmaktan ibaret. Çinliler ellerindeki bol parayla, başta enerji, hammadde (ve tarım alanı) olmak üzere, yeni patentleri, Batılı markaları vs. durmadan satın alıyorlar. Ve bu duruma bakarak “Artık dünyada bizim zamanımız geldi” diye düşünebilirler -ki bunu açıkça da söylemektedirler. Ama bu yeni durumun, sadece “ekonomik ve ticari bir veri” olarak algılanmasını istiyorlar, siyasi bir veri olarak değil. Bunun Marksizm denen şeyle pek alakası olmaması bir yana, Firmaların/bankaların sonsuz borçlarını devletlerin üslendiği günümüz aşamasında en büyük yanılgı, sisteme sonsuz miktarda para akıtarak krizin aşılacağı hayalidir. Şimdilik Çin, bu hayalin prensi. Böylece Çin’in sonsuz kapitaline giderek adeta bağımlı hale gelen ülkelerin sayısı artıyor. ‘Çin merkezli harmonik global düzen’ bu haliyle, sanal sermaye odaklı ekonominin sürdürülebilir olması yanılgısına dayanıyor ve Çin’in özgün kırılganlığını göremiyor.

Daha mart ayında Çinli ekonomi profesörü Wang Jianmao, Çin’de tehlikeli bir emlak balonu oluşmakta olduğu konusunda uyarılarda bulunmuştu. Wang, emlak fiyatlarını 2009’da yüzde on artmış gösteren resmi istatistiklerin doğru olmadığını, fiatların yüzde 23.5 yükseldiğini söyledi (Bkz. 29 Mart 2010 tarihli Neue Zürcher Zeitung söyleşisi). Çin, devlet kontrollü bankaların küçük yatırımcılara da kredi vermesini sağlayarak, Batılı ülkelerin yapamadığını yapıyor. Ama neoliberal kapitalizmin doğasına uygun olarak para gene de bir şekilde borsalara akıyor ve Wang’ın sözünü ettiği balonlar oluşuyor. Bu yıl Çin ekonomisinin yüzde on büyümesi bekleniyor. Tabii büyüme rakamları da aldatıcı olabilir. Çünkü ABD’deki emlak balonu, büyük bir tüketim dalgasını da beraberinde getirmişti ve balon hemen patlamamıştı. Çin’de orta sınıf çok daha küçük, tüketiciliği destekleyen yanı çok daha etkisiz. ABD’de yaşananların bir benzeri Çin’de de -hem de çok daha hızlı bir şekilde- yaşanabilir.

Kapitalin reel ekonomide para kazanamaması sonucu finans piyasalarına akışı, maddi/reel karşılığı artık olmayan devasa miktarlardaki paranın birikmesine yol açtı. 1970’lerden beri artan boyutlarla bugünlere gelen sistem krizinin Çin’i ilgilendiren kısmı, o sanal paraların çok büyük bir diliminin üzerinde oturmasıdır. Ve üstelik bu durumu, Çin merkezli bir düzeni kurma hayallerine temel malzeme yapmasıdır. Durumun en tehlikeli yanı, maddi/reel karşılığı olmayan paranın, doğanın kanuna uyarak hızla değerini yitirme olasılığıdır. Yitirmediği sürece, Çin için ‘büyüme’ elbette devam edecektir. Hatta Çin, dünyada kimin satın alacağı meçhul, o sonsuz miktardaki mal ve hizmetlerin üretiminde devletin desteğini de artabilir. Ama bilgisayar ekranlardaki o sonsuz sayıların bir anda sıfıra doğru düşerek, gerçek/reel değerine dönme olasılığını ortadan kaldıramaz. Kaçınılmaz son, sonsuz kapitalin reel ekonomiye aktarılmasının artık imkansız hale gelmesiyle ilgili sistemsel bir durumdur. Çin’de ABD’dekine benzer küçük çaptaki bir kriz bile, sadece Çin globalleşmesini değil, birleşik Çin’i de vurabilir. Uygurların ve Tibetlilerin bağımsızlık mücadelesi verdiği, dünyanın en kötü koşulları altında her türlü güvenceden uzak çalışan işçilerinin, hemen hergün ülkenin bir yerinde gösteri yaptığı Çin, neoliberalizm üzerinden globalleşme hayallerine -sanıldığından çok daha çabuk veda edebilir.

İlk Çin globalleşmesi de anlık bir krizle sona ermişti. Bu, aynı zamanda bir sorunun da yanıtıdır: Çinliler Amerika’yı bile Kristof Kolomb’dan önce keşfettilerse, dünyaya açılmayı ve etki alanlarını genişletmeyi neden sürdürmediler, neden içlerine kapandılar?

Zheng He 1421’de, Çin yeni yılının kutlandığı 2 Şubat günü filosuyla denize açıldı. İmparator Yongle, davet ettiği otuza yakın hükümdarla hazine gemilerini okyanusa uğurladı, büyük bir şenlik düzenlendi. Sonra Beijing’deki Yasak Şehre döndü. Mart ve Nisan ayları, Edirne’de de Beijing’deki gibi renkli etkinliklere sahne oldu. Çelebi Mehmet, oğlu ve şehzadesi Murad’ı evlendirdi. Yongle de, üzerine titrediği sarayının çatısını yeniden yaptırdı. Mayısın ilk günlerinden birinde, daha önce Timur’un bindiği ve oğlu Şahruh’un Yongle’ye hediye ettiği atı, onu aniden üzerinden attı. Yongle buna öyle kızdı ki, az daha İran elçisini öldürtüyordu.
9 Mayıs 1421 günü gecesi, sağnak yağmur başladı. Yongle’nin sarayının çatısına bir yıldırım düştü. İran elçisinin daha sonra anlattığına göre olay şöyle oldu:

“Kaderde varmış ki o gece bir yangın çıktı. Ateş sarayı öyle bir şekilde sardı ki, sanki sarayın içinde yüzbin kandil tutuşmuştu. Ateşin ışığı şehrin tamamını gündüz gibi aydınlattı. Harem ile birlikte yaklaşık 250 bina kül oldu. Çok sayıda saraylı yanarak can verdi. Tüm çabalara rağmen, ertesi gün öğle namazına kadar yangın kontrol altına alınamadı.” (Gavin Menzies age.) Yongle’nin tahtı ve hazinesi de yandı. Ve en sevdiği odalığı, şok geçirerek öldü.

Yongle, yangın sırasında bir tapınakta durmadan dua etti. Sonra, suskunlaştı. Öyle derin bir depresyon geçirdi ki, odalığının ve saraylıların cenaze törenine katılamadı. Üzüntüden hastalandı. Çin sarayına derin bir üzüntü ve sessizliğin çöktüğü o mayıs ayının aynı döneminde, Türk Sultanı I. Mehmet de Edirne’de derin bir melankoliye kapıldı. Kimseyle konuşmuyordu. Ay sonuna doğru durumu kötüleşti, yatağa düştü. Henüz kırkında bile olmayan Çelebi Mehmet, 26 Mayıs günü hayata veda etti. O tarihten sonra Çin hızla içine kapanırken, Edirne’de tahta çıkan Sultan Murat ile birlikte Türkiye’nin yeni yükselme devri başlıyordu.

Yaşayan bir hayalet haline gelen Yongle üzüntüden öyle bir hale düşmüştü ki, ülkenin yönetimini oğlu Zhu Gaozhi devralmak zorunda kaldı. Yongle, halkına hitaben bir bildiri yayımladı. Bildiride, “Tanrı’nın iradesine karşı geldim, ama aklım o kadar karışık ki, nedenini açıklayamıyorum” diyordu. “Yaptıklarımız yanlışsa, onları düzeltmeyi ve Tanrı’nın rızasını geri kazanmayı da bilmeliyiz.”

Onbinlerce sanatçının özene bezene yıllarca çalışıp inşa ettiği, uğrunda koca ormanların kesilip, en güzel mermerlerin, kalın ipek kumaşların, sedeflerin ve daha birçok kıymetli malzemenin kullanıldığı muhteşem Yasak Şehir ve onunla birlikte Çin’in maddi gücü, hazinesi, bir anda yok olmuştu. Memurlar ve köylüler aç kaldılar. Yangınla aynı günlerde, Çin’in güneyinde bir salgın hastalık başgösterdi. Sadece Fujian eyaletinde 170 binden fazla insan öldü, ayaklanmalar çıktı. Ama Yongle’nin ruhen mahvına neden olan son olay, sarayındaki kadınların yasak ilişkilerini ortaya çıkarmasıyla yaşandı. Suskun hükümdar, kendi hareminden üçbine yakın kadın ve harem ağasını bizzat öldürdü.

Bu kabusun ardından hayata veda eden Yongle’nin yerine geçen oğlu, yeni imparator Hongxi, ilk iş olarak Çin globalleşmesi projesini ve hazine gemilerinin deniz seferlerini iptal etti. Hatta, ülke dışına yapılan tüm yolculukları ve deniz ticaretini de yasakladı. Yongle’nin globalleşme projesiyle ilgili tüm belgeleri ve uzun yolculuklarda edinilen bilgilerle oluşturulan kapsamlı arşivi, belgeleri, yaktırdı.

Olanlardan habersiz, filosuyla Çin’e dönen Zheng He, ülkeyi tanıyamadı. Kahraman olarak karşılanmayı beklerken, beraberindeki herkes aşağılandı. Bir tek onun itibarına dokunmadılar. Zheng He’ye Nanjing’de bir cami yaptırması için izin veren yeni İmparator, tahta çıktıktan bir yıl sonra öldü.

Yongle’nin deyimiyle, ilk Çin globalleşmesine Tanrı karşı çıkmıştı, son Çin globalleşmesine karşı tavrını da yaşayıp göreceğiz...

Bianet.org (BiaMag) 30.10.2010