İrlanda ve Romanya devletleri iflasın eşiğinde mi?

Eylül 2010 ortasından beri özellikle İrlanda sinyal veriyor. İrlanda 21 Eylül'de para piyasasından sekiz yıllığına yüzde altı küsür faizle birbuçuk milyar Euro borç aldı. Bu faiz oranı, daha Haziran ayında 4.7 idi. İrlanda, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında en yüksek cari açığa sahip ülke -Yunanistan bile daha iyi durumda.

AB'nin onyıllarca akıttığı mali yardım sayesinde İrlanda, refah seviyesi en yüksek ülkelerden biri haline gelmişti. Para bolluğu, gayrimenkul piyasasının hiç olmadık ölçülerde şişmesine neden oldu. Durum öyle bir hal almıştı ki, devletin topladığı vergilerin üçte bir kadarı gayrımenkul piyasasından geliyordu. İrlanda o zamanlardan beri büyük baskı altında. Tüm büyük bankalar bir şekilde devletleştirilmiş durumda ve devlet, tüm çürük kredilerin dolaylı garantörü! Ama bütün bunlar, durumu kurtarmaya yetmedi. ABD'de ve dünyanın başka yapılan hata burada da tekrarlandı. Standard and Poor's'un hesaplarına göre, bankaları kurtarmak için İrlanda devletinin 90 milyar Dolara ihtiyacı var. İrlanda ekonomisinin üçte biri demek olan bu miktar, işsizlik oranının yüzde 14 olduğu bir yerde ne kadar işe yarar, onu kimse bilmiyor. İtalyan gazetesi Il Sole 24 Ore, "Henüz krizden kurtulamamış Yunanistan, çifte dip yapmak tehlikesi, İspanya'yı ve Portekiz'i, ardından İtalya'yı da tehdit ediyor" diye yazdı (tıklayınız).
Henüz kimsenin üzerinde durmadığı diğer ülke Romanya.
Başbakan Emil Boc, Eylül başında beş bakanını görevden alarak dikkatleri ülkesine çekmişti. Eylül ortasında mecliste bir konuşma yapıp, "Üzgünüm, Romanya'ya kimse kredi vermek istemiyor, para bulamıyoruz" dedi. Ülke, ödemelerini yapamayacak duruma gelmek üzere. Büyük tantanayla 2007'nin ilk saatlerinde AB'ye alınan ülke ondokuz ay içinde iki kere iflasın eşiğine geldi. Kredi bulmak sorunlarıyla buğuşan ülke, daha 2009'da AB'den yardım isteyip, ImF'nin kredi konusunda ikna edilmesini istedi. Kredi alıp alamayacağı belli değil. Romanya'nın prestijli gazetesi Adevarul'un haberine bakılacak olursa, Cumhurbaşkanı Traian Basescu Meclis'te bir konuşma yapıp, 2011'de mutlaka birkaç milyar Dolarlık kredi almak zorunda olduklarını söylemiş. Gazetenin yorumu ilginç. "Bu haber bile, devlet kurumlarının sorunları kendi başlarına çözmekten aciz olduklarını gösteriyor" diyor. Gazete, konjonktürün daha iyi bir geleceğe işaret etmediği gerçeği de gözönünde bulundurulduğunda, yeni bir IMF kredisinin, yatırımları başlamadan sonlandıracağı, iyileşme ihtimalini ortadan kaldırabileceğini savunan bir yorum yayımladı (tıklayınız). İrlanda ve Romanya'yı yakından izlemekte fayda var.

Wang Xin Long / Irak ve sonun başlangıcı

Muharip Amerikan güçleri geçen haftalarda (Ağustos ortasında) Irak'tan ayrıldılar. Demek ki ülkenin kurtuluşunun askeri kısmı sona erdi. Irak şimdi bir demokrasi ve enternasyonal dünyaya entegre edilecek. Konunun yeni rejisörleri, eski malum tanıdıklar!

Amerikan askerlerinin Irak'tan çekilmesi, geçen haftaların en önemli gündem konusuydu. Ama Irak-Operasyonunun askeri boyutu bir yana: Son yıllarda orada olanlar neydi? Ülkenin kurumları, ekonomisi ve halkına ne oldu?
Bu soruların yanıtı, Amerikan Savunma Bakanlığının bir strateji belgesinde yer alıyor ve dokümanda Irak'ın demokrasi istikametinde attığı adımlar da anlatılıyor.
"Kitle imha silahları" konusu hızla gündemden düşmüştü. Ve böylece hiç zaman kaybetmeden, operasyonun temel konularına/alanlarına yoğunlaşılabilirdi: Batılıların anladığı anlamda "güvenliğin ve istikrarın kurulması." Pentagon'un Güvenlik Belgesi, Batı tarafından Irak'ta harekete geçirilen sürece ışık tutuyor. Olanları, üç örnek üzerinden ele alalım: Petrol, Ülkenin yeniden inşası ve Mali/Finans sistemi.
Asıl gözlerin, Petrol kaynaklarının güvenliği ve işeltilmesi üzerine çevrildiği, kimseyi şaşırtmayacaktır. Muharip birlikler geri çekilseler de, onlardan geriye, petrol endüstrisini korumak üzere kurulmuş dev bir polis örgütü var: Petrol Polisi (Oil Police). Bunlar, petrol altyapısını korumaktan sorumlular. Korudukları yerlere petrol sahaları, rafineriler, petrol taşımacılığı ve petrolün satıldığı yerler de dahil. Toplam 30 bin kişilik 47 Polis taburu, Irak petrolünü korumakla görevli. Ek olarak on bin polis daha işe alınacak, çünkü önümüzdeki yıllarda üretim, projeye uygun olarak sürekli artırılacak. Yeni demokratik hükümet, uluslararası petrol şirketleriyle görüşmeleri çoktan başlattı. Yani, Irak petrol rezervinin satışı garantilenmiş durumda. Ganimet, Pentagon raporlarında ayrıntılarıyla analiz edilmiş durumda.
Başka bir süreç de, ABD tarafından başlatılmış birçok reform konusu. Irak Hükümeti, kendi başına, Amerikalıların siyasi mimarisine henüz tam anlamıyla nüfuz edememiş ve Amerikalılardan ince ayar alıyorlar. Bu kunu hakkında çalışan kurumun adı 'Amerikan Uluslararası Gelişme Ajansı' USAID (United States Agency for International Development).
Bu kurum, Irak'ta bulunan birçok NGO ile birlikte reform sürecini koordine ediyor ve bu konuda tüm hükümet birimleri ve bakanlıkların içine kadar uzanıyor. USAID'in çalışmaları, Irak makamlarının 'Antlaşma ve Satın alma kurumlarının çalışmalarına odaklanmış durumda. Ülkenin yeniden inşası için anahtar konumdaki kurumlar bunlar. Amerikan kurumları, Irak'ın uluslararası arenada üzerine düşen rolü oynayabilmesi için, kanun taslaklarının hazırlanması konusunda da destek sunuyorlar elbette.
Bunun ötesinde Irak ekonomisi, Amerikan çalışmalarında merkezi rol oynuyor. Tüm para ve bankacılık işlemleri Amerikan kurumlarının ve Dünya Bankası'nın yönetimine devredildi. Şu anda ülkenin iki özel bankası, bu kurumlar tarafından yönetilmek üzere yeniden yapılandırıldı. Bu işlemde IMF önemli bir rol oynuyor, Irak merkez bankasıyla, durumun uluslararası finans sistemine eklemlenmesine çalışıyor.
Koalisyon ülkeleri, Irak'ta olanlardan memnun olabilirler. Petrol üretimi plana uygun işliyor, inşaat işleri de uluslar arası firmaların kasalarını dolduruyor, Irak Dinarı uluslararası kapital ve faiz sisteminin bir parçası haline getirildi, kur da Amerikan Dolarına endekslendi.
Irak, askeri bakımdan, siyasi ve ekonomik bakımdan dürülüp halledildi. Batı, artık bir sonraki meydan okumaya yönelebilir.

Eske Bockelmann ile “Paranın metafiziği ve insan ruhuna etkisi” üzerine




Selçuk Salih Caydı: Öyle birşey keşfettiniz ki, yanında Edison'un ampülü sönük kalır. Modern/popüler müzik örneğinde olduğu gibi, seslerin/durakların düzenli zaman aralıklarıyla yinelenmesinden doğan düzen yani 'Ritm' ile 'Para' ve Aydınlanma felsefesi arasında doğrudan bir ilişki bulunduğu fikrine nasıl vardınız? Fikir zaman içinde kendiliğinden mi oluştu, yoksa sizi yönlendirmesine izin verdiğiniz bir içgüdü müydü -de çalışmalarınızı o istikamete yönlendirdiniz? Bize biraz keşfinizden bahseder misiniz?


Eske Bockelmann: Fikrin oluşmasında, sizin saydığınız bu üç aşama da kendi çapında rol oynadı. En başta, elbette çok emek vermek var; sonra düşünüp taşınmak, yanlış yollara girmek, hata yapmak da var. Süreç içinde bir zaman sonra yeteri kadar aydınlanmış ve yaptığınız hatalardan sıyrılmış oluyorsunuz. Öyle ki, bilinciniz uykuda bile aktif kalan bir çeşit içgüdü geliştiriyor. Ve bu içgdü, bir zaman sonra insana doğru fikri sunuyor. İnsan o fikre uzun süre inanamasa da, aklına aniden geliyor. Çünkü o fikrin kendi kendini nasıl doğrulayacağını henüz bilmiyorsunuz. Gerçi sizi yıldırım gibi çarpıyor ama ilk fikirden gerçek bir keşfe doğru uzanmak için daha sonra bin çeşit zorluğun, uzun süre kulaklarınıza çalınan gökgürültüsünü yenmeniz gerekiyor. İnsan tek tek sorunlara ve sorulara dalmışken birden öyle bir an geliyor ki herşey yerli yerine oturuyor, bilinciniz açılıyor ve bilinmeyen bir hüküm/bilgi etrafında herşey şeffaflaşıp yerine oturuyor. Sonra -inanın bana- haftalar aylar boyunca adrenalinin etkisi altında şoktaymış gibi ortada dolaşıyorsunuz.

Bu kitabın ortaya çıkmasının yanlış anlaşıldığı da oldu. Sanki Sohn-Rethel'in* yaptığı gibi, bir para teorisini ele alıp, bu teoriyi nasıl düzeltip genişleteceğimi düşünürken para-ritm ilişkisine kendimi kaptırmışım. Halbuki tam tersi oldu. Eminim ki kim işe para ve onun teorisiyle başlarsa, Sohn-Rether'in geldiği noktadan daha ileriye gidemez. Demek istediğim, onun fikir ve para arasındaki Birkaç keskin örneklemeden (analojiden) öteye asla geçemediği gerçeğidir. Bu keşfin tarihi süreci, kitapta izlediğim sıralamaya göre gelişti. Kitabın da anlattığı gibi işe ritm ile başladım. Yani işin başında şiir dizelerine, müziğe duyduğum sevgi ve elbette tarihi değişimlere duyduğum eski ilgim vardı; hani sanki açıklanması mümkün olmayan ama mutlaka belli bir gerekçesi olması gereken değişimler -mesela bir dildeki sesin neden öyle değil de böyle değişime uğradığı falan gibi şeyler. Ve şimdi tesadüfler böyle istedi -ya da tarihi bir an o izleri bize, tam da şimdi görünür kıldı- ve anlaşıldı ki paranın düşünme yetisi üzerindeki etkisinin sırrı hiç umulmadık bir şekilde, ritmin algılanması üzerinden çözülebiliyormuş, -yani tersinden. Bunu başarıyla gerçekleştirince, o keşfin ışığında doğa bilimleri ve felsefenin yeniden açıklanması da öyle pek zor bir iş olmuyor.

Soru: O halde hemen konuya girelim. Paranın tamamen toplumsallaşması hakkında benim en merak ettiğim şey, kitabınızda sizin de bahsettğiniz malum milat: 17'inci Yüzyılın başında Avrupa'da ne oldu ve neden orada, yani Avrupa'da oldu?

Eske Bockelmann: Kestirmeden söyleyecek olursam: O dönemde para, bugün bize dünyanın en normal şeyi gibi gelen toplumdaki belirleyici rolünü oynamaya başlıyor. Para daha önce de vardı elbette ve yalnız Avrupa'da da değil; ama ilk defa Avrupa'da insanlar, ihtiyaçları olan ve sevdikleri, değer verdikleri şeyler için mutlaka paraya ihtiyaç duyuyorlar, -çünkü onlara sadece para yoluyla sahip olabiliriyorlar, o zamana kadar yaptıkları gibi başka yollarla (parasız) sahip olamıyorlar. Fakat konuyu açmak için cevap çok daha ayrıntılı olabilirdi. Eğer soru: Hangi tarihi koşullar altında bu yeni durum ortaya çıktı da para ağırlığını koydy?.. Ya da aynı soruyu başka türlü sorsak: Nasıl olmuş da -ve işte ilk kez Avrupa'da- kapitalist ilişkler ortaya çıkmış -hem de para denen şeyin, “ekonomi” ve toplumun kapitalistleşmesinden önce yüzyıllar boyunca kullanılmış olmasına rağmen?.. Bu sorunun çeşitli cevapları var ve ben kitabımda sadece en gerekli olanları anlattım. Burada Marx'ın büyük ve ezici üstünlüğe sahip teorisine de başvurabiliriz burada. Kimiler bu ani değişikliği, orduların modernleşen silahlarının zamanla paraya daha çok ihtiyaç duymasıyla ilişkilendiriyor. Ya da veba salgınlarından birinin buna neden olduğunu falan da söylüyorlar. O dönemde çok sayıda insanın, o zamana kadar yaşadıkları köylük alanları terkederek toprak sahiplerinin elinden kurtulmaları ve bu şekilde “Çifte özgür” işçiler olarak yeni para ilişkilerinin emrine amade hale gelmeleri, tayin edici önemdedir. İşte bu, paranın belirleyici olmasını sağlayan çıkışı mümkün kılmıştır.

Soru: Peki bu buluşunuzun ışığında bugün Descartes, Leibnitz, Galilei, Kant gibi Aydınlanma düşünürlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca... Şimdi severek dinlediğimiz Bach, Beethoven gibi müzisyenler hakkında ne düşünelim? Onlar, paranın toplumsallaşmasının tetikleyicileri miydiler yoksa onun kurbanları mı?

Eske Bockelmann: Hiçbir filozof, Hiçbir besteci ve tek başına Hiçbir kimse, paranın toplumsallaşmasının “faili” değil, bunu hiç biri başlatmadı, başlatamazdı da. Paranın toplumsallaşması, dönemin geçerli nesnel şartları nedeniyle, kendini görünmeden kabul ettirmiştir ve bu anlamda her biri bir kurbandır. Sözünü ettiğiniz düşünürler, kısmen dahiyene bir şekilde ama bilinçsizce, şartların oluşturduğu ve farkına varmadan kabul ettikleri o düşünce biçimini en radikal şekliyle uygulamaya koymuşlardır ve gidebildikleri yere kadar o düşünce biçimine göre gitmişlerdir, yani düşünmüşlerdir. Bu nedenle onları, Aydınlanma'yı gerçekleştirmekle suçlayamayız -ki o Aydınlanma çok az şeyi aydınlatmıştır ama aydınlattığından daha fazlasını karartmıştır. O düşünürler, herşeyden önce, o düşünce biçimine etraflı bir şekilde itaat etmişlerdir, ona yenik düşmüşlerdir. 'İşlevsel soyutlama'ya uygun olarak kurdukları dünya görüşlerinin ne kadar yanlış olduğunu anlamaları gerekirdi; böylece, dünyaya nasıl dayanaksız yalanlar yaydıklarını anlayabilirlerdi. Kurdukları felsefeleriyle, çarpık toplumsal ilişkilerin alabildiğince derinlemesine anlaşılMAmasına yardımcı oldular. Doğa bilimleri daha da farklıdır: Bir taraftan da o çarpık ilişkilere, sarsılmaz güç bahşedecek araçlar oluşturdular. Aynı gücü insan ilişkileri konusunda başka bir istikamette geliştirebilirler miydi?.. bu da çok önemli bir başka soru.

Bach ve Beethoven mi?.. Müzik ritmi ve paranın soyutlaştırılması konularından bihaber olduğumuz zamanlardaki gibi, şimdi de severek dinleyebiliriz onları. Tek başına köken, müzikteki ölçüyü/takt'ı bayağı birşey haline getirmiyor. Müzik ritminin, müziği nelere kadir hale getirdiğini de -işte Bach ve Beethoven örneklerinde- görebiliriz bu arada. Fakat buna rağmen: Müzikte düzenli ritmin, bu büyük müzik adamları tarafından kullanılması, tamamen tarafsız sayılabilecek ve kayıtsız kalınabilecek bir durum değildir. Felsefede olduğu gibi burada da düzenli ritme itaatkarlık, işin o soyut/abstrakt haliyle birlikte tayin edici konumdadır.

Soru: Doğu'da ve Türkiye'de, Batı'nın düzenli ritmine uymayan, dönüşümlü ritme sahip bir müzik hayatta kaldı (Türk Halk Müziği ve Klasik Türk Müziği). Türkiye'de bir dönem, “Çok sesli müzik ilericidir” lafazanlığı altında, özellikle 80'li yıllarda, müziğin “modernleştirilmesi”ne tanık olduk. Mesela özellikle Halk Müziği, düzenli ritm kalıbına döküldü. Klasik Türk Müziği de (arabesk ile) benzeri bir “değişim”e uğradı. Şimdi benim absürd sorum şu: Ne yani, bu modern müzik insanı para bağımlısı falan mı yapıyor? Bir de... Halkların düzenli ritm ile ilişkileri nedir, ne meyandadır?

Eske Bockelmann: Böylesine sıkı gelenekler sayesinde eski ritmlerin hayatta kalması, yaşaması, büyük mutluluktur. Aslında düzenli ritmin o müziklere de girmesi önlenemez bir şeydir. Girmesi için kurulan baskının dozu, hayatın bütün alanlarında paranın hükmünü ve ağırlığını artırması oranında artacaktır. Adına 'Dünya Müziği' denen şey, düzenli rirmin yerel müzik gelenekleri üzerindeki zaferinden başka birşey değildir. Bu yapılırken, yerel müziklerin renkliliği de kısmen devralınmaktadır -ama Batı müziğinin o düzenli ritm kalıbına dökülmekte ve ona uydurulmaktadır. Günümüzde her yerde ve her renkten pop müziğinde, düz ritmin, müziğe nasıl hakim olduğunu herkes açıkça görebilir, duyabilir. Bu tür müziğin, insanları para bağımlısı yaptığı anlamına gelmiyor tabii. Tam tersine. Paranın hakimiyeti arttıkça, düzenli ritmin müzik üzerindeki hakimiyeti de artmaktadır. Ve elbette, mesela Loveparade** veya benzeri vesilelerle özellikle öne çıkarılan düzenli ritm alkışlanırsa, ve onun iyice tadına varılırsa, insan kendini o ritme tamamen teslim ederse, metafizik anlamda bu, para ilişkilerine tam anlamıyla katılmak ve onu kutlamak anlamına gelir. O yüzden, para ilişkilerine karşı direnişin -ideolojik olmayan bir ifade biçimi olarak- düzenli ritmli müzikle yapılabileceğini hiç ama hiç düşünemiyorum. Şu da, sözünü ettiğiniz tüm halklar için geçerli: Kendi müzik gelenekleri nasıl idiyse, veya -inşallah hala öyledir- düzenli ritmin hükmü altında, düzenli ritmli müziğe malzeme teşkil edeceklerdir sadece.

Soru: Yalnız ritm değil, modern takvim (zamanın eşit zaman dilimlerine bölünmüş bir süreç olarak düşünülüp hesaplanması) da özünde parayla ilişkili gibi görünüyor. Yani “Time is money” (zaman paradır). İnsanlar bu para sorununu daha önce neden anlamadılar? İncil'de de açıkça bir Mammon'dan (para tanrısı) bahsedilir.

Eske Bockelmann: Hayır. “Time is money”, sadece kapitalşzmin şartları altında geçerli olmaya başlamıştır. Tabii hakkınız var; adeta bedensel bir şekilde algılanan zamanın tarihi değişiminin, bugün hayatımızı belirleyen ve bir anı diğer anından farksız eşit aralıklara bölünmüş olan, herhangi bir kalitesi olmadan sürüp giden homojen zamanın özü, işte odur (paradır). Yalnız: Paranın kapitalist ilişkilerde oynadığı bu rolün, daha önceki ilişkiler içinde bir başka rol olmadığı anlamına gelmez. O zamanlarda da -tıpkı İncil'de de görülebileceği gibi, önemli bir rol oynamıştır.

Soru: Modern ontoloji, modern ilişkileri (tıpkı Adorno, Horkheimer ve diğerlerinin yaptığı gibi) bugün kullandığı kavramları eski tarihe taşıyor/yansıtıyor (zurückprojezieren) -sanki o devirler, bugünün kavramlarıyla açıklanabilirmiş gibi. Tanrı'ya şükür bu klişeleri -sizin de yardımınızla- daha kolay kıracağız galiba. Sizce bilim dünyası, sizin yazdığınız kitaptan sonra ne olacak, nasıl bir görünüm arzedecek?

Eske Bockelmann: Sizin, “Aydınlanma'nın Diyalektiği”*** gibi önemli bir projedeki, böylesi tersine tebbet bir durumu (Retrojektion) bu kadar kesin bir şekilde farketmiş/anlamış olmanız beni çok sevindirdi. Ben de bu kitabı, büyük bir inançla okumuştum ve şimdi bakıyorum da; ne kadar ters bir şekilde, zamanötesi haliyle nasıl da daha işin en başında eleştirel düşüncenin üzerini örtüyor, yapışıp kalıyor. Bugün -hatta en iyi beyinler tarafından- eleştirel bir şekilde formüle edilmeye çalışılan sonsuz sayıdaki şey (konular/tezler), farkedemedikleri böyle klişeler tarafından desteklenmek yerine köstekleniyorlar. Tabii burada haklı olarak, gelecekte bilim dünyasının ne halde olacağını soruyorsunuz. Ben de sizden, kusuruma bakmamanızı rica edeceğim, çünkü bunu kısa bir şekilde anlatmam mümkün değil. Yani: Genelleyerek, yeterince konuşamam. Şu anda kitabım 'Takt des Geldes'in ('Paranın ritmi'nin) ikinci cildinde, tam da bu konuyu inceliyorum. Öyle bir konu ki, tam olarak sadece detayları, yani belli içerikler konusunda sorulan sorular cevaplandırılabilir. Bugün bilimi asıl belirleyen şey, bilimin içeriğinin bilimin içeriğiyle alakası olmayan bir şekilde yeniden yorumlanması ise; değiştirilmiş bir bilimi belirleyen şey de, -birincisi- onun önce bu içerik ve işlevsel soyutlama değişimini, hangi çok yönlü biçimlerde veya hangi çokyönlü soyutlamayla gerçekleştireceğidir. Yalnız matematik işlemleriyle değil, bilakis sistem düşüncesiyle, içeriklerin operasyonlar halinde çözülmesi ile falandır. Ve ikincisi, içerikler çerçevesinde düşünerek, içerikle alakasız düşünceye karşı direnilmiş olmasıdır. -Bildiğiniz gibi bu da, Adorno'nun önemli, amaçlarından biriydi. Ve o bazı yazılarında, felsefi bakımdan tayin edici olmamakla birlikte, spesifik bir konuya dönüşme vaadini yerine getirebilmiştir. Ama buna rağmen böyle bir amaç kulağa -burada genelleyerek konuşacaksak- oldukça boş geliyor ve bunun için de bu konudan bahsetmeyi pek sevmiyorum.

Onun yerine, önceden tahmin edilebilecek şeyler hakkında kısaca birşeyler söylemek gerekirse: Bilim, -malum haliyle- başlangıçta hiçbir şekilde değişmeyecektir. Değişmesi için bilimden daha fazlasının değişmesi gerekirdi. Kim bilir, bunun için belki de önce, doğa bilimlerine dayanarak (bilimsel olarak) bunların, işlevsel soyutlama aracılığıyla, doğa bilimlerinin en derin konularına kadar nasıl derinlemesine nüfuz edip şekillendirilmiş olduklarını göstermek gerekir. -Tabii işlevsel soyutlamanın oluşumu ve kesin şekli, bugüne dek doğa bilimleri tarafından da bilinmemekteydi. Öyleyse şimdi, Kuantum Teorisi'nde, hangi gerekçeyle dalga-parçacık-düalizmine takılıp kaldığını neden açıklamayalım?

Soru: Ben tekrar para meselesine dönmek istiyorum ve size kısaca 'iyi' ile 'kötü' para arasındaki farkı sormak istiyorum. Yani böyle Bir şey var mı? Daha önemlisi: İnsanlık, paranın hükümranlığından nasıl kurtulabilir ve parayla sağlıklı bir ilişki kurabilir mi?

Eske Bockelmann: Nelerin meydana çıkarılmasına (üretilmesine) neden olursa olsun, para, baskısından kurtulunması gereken o baskının bizzat kendisidir. Yani mesele, sadece insanların para ile yanlış bir ilişki kurmaları meselesi değildir. Tam tersine; insanlar arasındaki o tip ilişkiyi ortaya çıkaran şey bizzat paradır. Ve paranın kendi kanunları vardır. İyi ile kötü arasında, sağlıklı ve hasta arasında seçim yapmaya izin vermez. 'Para kullanmak' şeklinde varolan şey, -yani bu da elbette dünyayı kapsayan kapitalist ilişkiler (kapitalist sistem) demektir- tek bir şekilde son bulabilir: Para kullanılmasının son bulmasıyla. O halde paranın yerine 'başka birşey' geçmelidir ve insanları, yaşamlarıyla ilgili ihtiyaçlarını gidermeleri için örgütlenmeleri konusunda serbest bırakmalıdır. Peki o 'başka birşey', neden o örgütlenmenin bizzat kendisi olmasın? Hem de soyut değerin (paranın) ters mantığının aracılığı olmaksızın?.. Her halükarda ihtiyacımız olan, sevdiğimiz değerli şeyleri artık esas olarak para ile almayacak isek, bu iş başka türlü yürümek zorunda. Ve bu da en az şu demek oluyor: Para, 17'inci Yüzyılda merkezi alış/veriş aracı olmak rolüne soyunmasının ardından yeniden -eski çağlarda olduğu gibi- ikinci bir rol oynamaya itilir. Yani yeni tip yiyecek üretimi ve ihtiyaçların karşılanması biçiminin yanısıra ikincil bir alış-veriş aracı olur. Bu bile insanoğlunun muazzam bir başarısı sayılabilir. Eğer bu başarılırsa, daha az elle tutulur bir olasılık olmakla birlikte, insan, kendi düşüncelerini devam ettirmek istiyor ve soruyor: Öyleyse parayı neden tamamen ortadan kaldırmayalım ki?!..

*Alfred Sohn-Rethel, yaşadığı süre boyunca, Kant'ın 'Saf aklın eleştirisi' ve Karl Marx'ın 'Ekonomi politik'ini materyalist bir akıl teorisinde birleştirmeye çalıştı. Burada konumuzla ilgili olan şey, Sohn-Rethel'in, formal/soyut düşünce biçiminin kaynağını, meta/mal üretiminin soyutlanması gerçeğinde görmesidir. Sohn-Rethel'e göre Kant'ın bütün kategorileri, meta/mal değiş-tokuşu (alım-satımı) işleminde zaten varolmaktaydı; mesela zaman, kalite, kuantite, öz, değer vb. Gibi.

**Love Prade, her yıl 20 Nisan günü yapılıyor ve pop/rock konserleriyle “serbest aşk” kutlanıyor, “çılgınca” eğleniliyor.

***Burada sözü edilen kitap, Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno'nun birlikte yazdıkları 'Dialektik der Aufklärung' (Aydınlanma'nın diyalektiği) adlı kitabıdır (kitabı 1969'da Amerika'da yazmışlardı). Eleştirel teorinin en önemli metinlerinden biri sayılır. Modern kitle kültürüyle ilgilidir ve teknik/sosyal ilerlemenin karanlık yüzünü göstermeyi amaçlar. Kitabın Türkçesi için bkz.: Theedor W. Adorno, Max Horkheimer, “Aydınlanmanın Diyalektiği”. Çeviri: Oğuz Özügül. Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1996.

Eske Bockelmann ile "paranın ritmi" hakkında söyleşiye sunuş


“Bana bir dayanak noktası gösterin, Dünyayı yerinden oynatayım.”
Archimedes


Aydınlanmacıların filmlere ve romanlara konu olan gizli örgütü Illuminatus’un İspanya hücresi 1624 yılında gizli bir kitap yayımlar ve kitapta, insanlara sunulacak yeni bir evrensel dinden söz eder. Öyle basit ve etkili bir din olacaktır ki, ona inananlar, aynı zamanda kendi dinlerine de inanmaya devam edebileceklerdir. (1) Bu anafikir, sonradan çok daha detaylandırılır ve Fransız İhtilali’nden hemen önceki yıllarda Illuminatus’un gizli belgelerinde, konu hakkında bazı mistik ve metafizik detaylar da yer alır. Mesela 1782’den kalma bir belgede, örgüt elemanlarına verilen genel talimat aynen şöyledir: “Bizim bütün elemanlar aynı sese göre akord edilmeliler (...) Birlikte, bütün dünyaya nüfuz edebilmeliler (...) Hepsi, büyük plan için çalışmalı.” (2)

Illuminatus veya Illuminati, Aydınlanmacıların en önemli mistik örgütlerinden biriydi. Artık böyle bir örgüt elbette yoktur. Olsa bile, -komplo teorisyenleri üzülecekler- kapitalist sistemin tek tek kişiler/devletler/örgütler tarafından yönetilmesi zaten mümkün değildir. Ama Illuminati’nin (Aydınlanmışların) fikirleri, bugün herkesin çok doğal saydığı ve körkütük inandığı, ama üçyüz yıl önce dünyada esamisi okunmayan fikirlerdir: Eşitlik, özgürlik, demokrasi, insan hakları, ilerleme vd. Bugün herkesin aşinası olduğu modern bilim fikrinin benimsenmiş yaygın halini de ilk kez Illuminati’de görüyoruz.

Illuminati talimatındaki “ses” sözcüğü, Almanca bir deyimden alınmış haliyle ‘üyelerin hepsinin aynı fikirde olması’ diye de anlaşılabilir. Ama böyle bir “ses” var mıdır, varsa nedir ve insanlar bir sese göre nasıl akord edilebilirler? Kulağa masal gibi gelen böyle irrasyonel sorular sorup, sağlam bilimsel yanıtlar da alabiliriz elbete. Bu söyleşinin kahramanı Eske Bockelmann, böyle sorulara sağlam yanıtlar veren bir bir bilim adamı. İnsanların belli bir ritme göre nasıl akord edildiklerini, o “ses”in ne olduğunu, ne zaman nerede tarih sahnesine çıktığığını ve dünyaya nasıl yayıldığını ortaya çıkartmış oldu.

Mesele elbette bundan ibaret değil.
Eske Bockelmann, 512 sayfalık derin bir kitapla sansasyonel buluşunu ve anlamını detaylarıyla açıklıyor. Kitabın önemi, kapitalist sistemin mental matrisinin (yani temel dokusunun), en küçük ana bileşenlerinin ne olduğunu keşfedip, derinlemesine anlatmasından geliyor. Örneğin suyun temel bileşenleri Hidrojen ve Oksijen atomlarıdır. Bunu bilmek, suyun birçok başka özelliğini de çözmek/değiştirmek için son derece önemlidir. Kapitalist sistemin mental matrisi nedir, nasıl birşeydir, nasıl bir “maddeden” ve “moleküllerden” imal edilmiştir?! Bunun bilinmesinde sonsuz yararlar var. Eskiden vebadan millyonlarca insan ölürken, kimse bu hastalığın aslında ne olduğunu bilmiyormuş ve salgın bölgelerinden kaçarak, dualara sığınarak, hastalıktan kurtulmaya çalışıyormuş. Bu berbat hastalığın, gözle görünmeyen küçük mikroplar ve fareler tarafından yayıldığı anlaşıldıktan sonra ona karşı ilaçlar geliştirilebildi. Şimdi anlaşılma sırası kapitalist sistemde. Chemnitz Teknik Üniversitesi’nde dersler veren dil uzmanı (linguist) Eske Nockelmann, kapitalizmin bir tür mikrobunu keşfetmiş bulunuyor!

Şaka bir yana, iklimleri ve insanları tehlikeli ölçülerde bozabilen kapitalist sistem, bu özelliğiyle vebadan daha tehlikeli olabilmektedir. Herşeyden önce ‘kapitalizm’ kavramı, iki yüzyıl öncesinin ‘veba’ sözcüğü gibi büyük ölçüde soyut bir kavram sayılmaya devam edilmektedir. Vebaya karşı mücadelede kireç ve ateş metodu terkedileli yüzyıllar oldu. “İşçi sınıfı” veya “Burjuvazi” gibi çakaralmaz eski kavramlarla günümüzün karmaşık sistemini açıklamak ve sorun çözmek de artık pek mümkün görünmüyor. Bockelmann’ın keşfi, bu bağlamda önem taşıyor.


Özgür düşünen, araştırmacı, şiir ve müzik hayranı bir bilim adamı Eske Bockelmann. Günümüz şiirindeki ritmin şiire nereden ve nasıl geldiğini merak edip araştırmaya başlıyor. Antik dönemlerdeki şiirin düzenli bir ses ritmine sahip olmadığı, zaten bilinmekteydi. Eski, ritmsiz şiirin ne zaman ritm kazandığını araştırıken, 1620’li yıllarda bu değişimin sadece Avrupa’da olduğunu farkediyor. Araştırmasını derinleştirince, benzeri değişimin müzikte de olduğunu ve şiirdeki değişimle aynı dönemde ve aynı bölgede ortaya çıktığını görüyor. Kitabında sosyal, ekonomik ve kültürel ilişkileri, ritm değişimi açısından çok boyutlu bir incelemeye tabi tutuyor. Ve sanat düşkünü bilim adamı, şiir, müzik derken, hiç ummadığı sularda buluyor kendini. 1620’li yıllarda paranın, toplumun her alanına hakim olduğu Avrupa’nın bazı şehirlerinde/bölgelerinde yeni bir refleks edindiklerini, yeni bir ‘Düzenli Ritm’ (Takt) duygusu oluşturduklarını ve bu ritmin, toplumların her alanını hızla işgal ettiğini anlıyor. Bu öyle bir gelişme ki, değişimin sonucunda; düzenli ritmli yeni müzik/şiir, düzensiz (dönüşümlü) ritmli eski müziği/şiiri reddediyor. Bununla da yetinmeyip, eskiyi (tarihi), yeni ritm duygusuna göre yeniden yorumluyor.

Bu “mistik” temel üzerinde oluşturulan yeni kavramlar sistemiyle (ontoloji); kültürü, tarihi, bilimi, müziği vs. -yeni ritm duygusuna göre- geriye doğru yeniden yorumluyor (mesela tarihi, geriye doğru yeniden yazıyor). Eski düzensiz/dönüşümlü ritm, belleklerden ve kitaplardan siliniyor.
Eske Bockelmann, büyük bir şaşkınlık içinde, bu büyük değişimin nedenini, aklına gelen her alanda ve konuda arıyor. Ve sonunda birgün, yıldırım çarpmış gibi, bütün bu değişimlerin ortak paydasını keşfediyor. Bu değişimin, paranın meta/mal değiş-tokuşu işleminden kopmasıyla ve meta/mal’dan bağımsızlaşmasıyla yaşandığını keşfediyor. O dönemde paranın, başlı başına bağımsız bir faktör haline geldiğini anlıyor. Cinin şişeden -nihayet- çıkmasına benzer bir durum!

Avrupa’da yaşanan bu köklü paradigma değişikliği sonucu, sahip olmak istenen her mal/hizmet için para, tek araç haline gelmiştir. Düzenli ritmin ortaya çıktığı şehirlerde, para olmadan hiç bir ama hiçbir mal/hizmet satın alınamamaktadır. Oysa daha önce para, herşey için kullanılmamaktaydı, insanlar yiyeceklerini/giyeceklerini, karşılıklı dayanışma ile kişiye özel üretmekteydiler. O zamana kadar, sadece ‘değerli’ tarifine giren bazı şeyler para karşılığı alınıp-satılırken, 1620’lerden itibaren herşey paranın bir karşılığı olarak düşünülmeye başlandı. Yani insanlar, baktıkları heryerde ‘para’ görmeye başladılar ve gördükleri şeyleri, “bunları nasıl paraya çevirebiliriz” diye düşünmeye başladılar.

Eskiden mal/ürün esas, -para tali iken; “7’inci Yüzyıl başından itibaren meta/mal tali, -para esas hale geldi. Yeni haliyle para, soyut bir kavram olarak, karşılığında birşeyler alınabilen gerçeküstü bir değer halinde yeniden ortaya çıktı. Daha önce insanlar, gerçek şeylere odaklı bir hayat sürüyorlardı. Para, bir suret olarak aslın yerini aldı.
Para, kağıt bir banknot olarak kendi başına değersizdir, el kadar bir kağıt parçasıdır. Fakat herşeyi, kendi arasında bir birim (para) ortak paydasında ilişkilendirerek, onların hepsini kendi (parasal) yasalarına uydurur ve herşeyi belli birimlerle yorumlamaya başlar. Mesela suyun ltresi bir Lira ise, dünyadaki şu kadar katrilyon litre suyun fiyatı da şukadardır diye, aklın erdiği her şeyi kendi kriterleriye değerlendirip paraya indirgemeye başlar.

Bu ölçü sistemine göre, bir memurun aylık değeri de (maaşı) bin Lira olabilir. Buna göre su ile insan, para bazında ve para üzerinden birbiriyle orantılanabilinen iki meta/mal cinsi olarak ilişkilendirilebilir. Bu denklemde ritmin kökeni, o ‘1 Lira’dır. Esasen heryerde o ‘1 Lira’yı ve katlarını gören insan, herşeyin birbiri ardından belli düzenli aralıklarla birbirini kovaladığı ‘1 Lira’lık düşünme biçimiyle tarif ettikçe -yani herşeye fiyat biçtikçe- düşünce biçiminde de, eşit uzunlukta birbirini takip eden bir düzenli ritm kurmaktadır. Ve ruhlara sinen bu düzenli ritm (takt), ilk ifadesini müzikte ve şiirde bulmaktadır.

Düzenli ritmli popüler Batı müziğinin bugün tüm dünyayı saran çıs-ta çıs-tak çıs-tak’ları, bu ruh halinde ortaya çıkmıştır. Eska Bockelman konuyu, muhteşem bir detay zenginliği ve derinlikle anlatmakta, bu değişimin nedenleriyle birlikte sonuçlarını da incelemektedir.
Eske Bockelmann’ın keşfi, Avrupalı entelektüeller arasında da yankı buldu. Büyük gazetelerde kitabı hakkında yazılar çıktı (4). Konu şimdilik, Edison’un ampülü keşfinden sonra “bu ne işe yarar” sorulması aşamasında. Konunun anlamı, yıllar içinde anlaşılacaktır kuşkusuz. Yazar, ‘Modern filozoflar dünyayı anlamamışlardır’ diye başlayan iddialı cümleler kuruyor ve şimdilik kimse, ona itiraz edemiyor.

Paranın insan ruhunu nasıl değiştirip kendi kalıbına döktüğünü anlatırken, şimdi tartşılmaz “doğru” sayılan “köklü” birçok bilimsel disiplinin bile nasıl tepetaklak olabileceğinin işaretlerini de verdi.
Dünyanın tek tip haline getirilmesinin kökeninde, insanların para odaklı düşünme biçiminin bulunduğunu söylemek, artık abartılı olmasa gerek. Modern müziğin, bu parasal ruh halini kuvvetlendirmek gibi bir rol oynayabildiğini düşünmek bile, insana bilim-kurgu hikayesi kadar fantastik geliyor. Düzenli ritm, yerel müzikleri de kendi kalıbına dökerek, onları poplaştırıyor. Bunu yaparken, eski müziklerin özünü yokediyor. Oysa eski Türk, Çin, Hint, Fars, Avrupa müzikleri, insanlığın para çağı öncesi ruhuna açılan bir kapı olmak özelliğine sahipler.

Tektipleşmemiş dünyanın, karakterli, özgün ve derinlikli kültürlerinin/uygarlıklarının taşıyıcısı ve belki çok daha fazlası, Batı müziği kalıbına dökülmemiş o eski müzikte saklı. Bockelmann’ın deyimiyle ‘Paranın ritmi’, elbette müzikten ibaret değil, ama dünyanın ve insanlığın çok boyutlu bozulmasının öznesi, para ilişkileri. ‘Paradan daha önemli şeyler de vardır’ sözünün somut ifadelerinden biri, eski müziği eski haliyle yaşatmaktır. -Yani onu düzenli ritm kalıbına, Batı müziği kalıbına dökmemektir. Tabii para ilişkileri günlük hayatta belirleyici olmayı sürdürdükçe bu çok zor. Gene de eski müziği ısrarla yaşatmak gerekiyor. Düzensiz/dönüşümlü ritmli Türk müziğinin Türkiye’de hala yaşadığını, sevildiğini ve halkın bu müziği unutmayıp sahip çıktığını duyunca, Eske Bockelmann üşenmeyip İstanbul’a da geldi ve birlikte bir Klasik Türk Müziği konserine gittik. Şahit olduğumuz konser, tüm etkileyici güzelliğine rağmen bir istisnaydı malesef. Ama başka ülkelerdekinde daha büyük bir istisna. Umutlandıran bir istisna...


1. Horst E. Miers, “Lexikon der Geheimwissenschaften” Münih 1979. S.21.
Illuminati’nin İspanya hücresinin üyelerine ‘Alumbrados’ denmekteydi. Burada sözü edilen “evrensel din”in adı, örgüt tarafından ‘Religio Catholica RC’ konmuştur. ‘RC’ harfleri, esrarengiz ‘Gül Haç’ tarikatına atıfta bulunmaktadır.
2. ‘Der aechte Illuminat oder die wahren, unverbesserten Rituale der Illuminaten’ Edessa (Frankfurt) 1788. S, 207. Bavyera Devlet Arşivi (El yazmaları bölümü) Münih.

3. Eske Bockelmann “Im Takt des Geldes. Zur Genese des modernen Denkens” Springe 2004. S, 225.
4. Eske Bockelmann’ın ‘Paranın Ritmi’ adlı kitabı hakkında çıkan yazılardan bkz.: Süddeutsche Zeitung’da Thomas Steinfeld’in 2.8.2004 tarihli “Klingende Münze” başlıklı yazısı. Frankfurter Allgemeine gazetesinde Andreas Platthaus’un 14.5.2004 tarihli, “Alles Denken ist auch nur Rumba” başlıklı yazısı.