'Gün doğumuna doğru' ilk önemli sınav


Gergin gündem, burada incelemeye çalıştığımız konulara ara verip önemli KISA bir döneme dikkat çekmeyi gerektiriyor. Ocak ayının son haftası merkez olmak koşuluyla Türkiye (en fazla iki hafta sürebilecek) gergin bir sınav dönemine giriyor. Dolaylı olarak 'zamanın kalitesi'yle ilgili bu kısa dönem, 2008 sonbaharında başlayıp 2009 yaz ortasına kadar süreceğe benzeyen 'Gecenin en karanlık anından sabaha doğru yürüyüş' döneminin ortasına denk geliyor ve istikamet belirleyici etkisi de göz önünde bulundurulduğunda birçok bakımdan önemli. Türkiye 2009 yazında sabaha ulaşmış, yükselen güneşi görmüş olacak. Ama oraya doğru ilerlerken, bu kısa dönemde bazı kalitelerini kanıtlamak zorunda kalabilir. Adaletsizliğin bir ölçüde durdurlup haline yoluna sokulması ile, gergilik azalabilir. Doğan güne özgü, neşelendiren, sevindiren, gülümseten, hayatın ve dünyanın güzelliğinin yeniden görülmesini sağlayacak olan ışınları öyle ya da böyle, sürecin sonunda mutlaka görülecektir. Ama bunun için hiç değişmeden oturup bekleyenler, kendilerini arındırmak konusunda hiçbir şey yapmayanlar, özellikle de batmakta olan Yeni Dünya Düzeni'nin aynen devam edeceğini sanan neoliberal "Müslüman" para elitleri büyük hayal kırıklığına uğrayabilirler.

Önümüzdeki dönemde, geleceğin temel değerleri olacak olan özgürlük, huzur ve köklü mutluluğun ilk işaretleri (2009 Mart sonundan itibaren 2010 Şubatı'na kadarki dönemde) görülebilir. O dönem hakkında konuşmadan önce, muhtemel İLK SINAV'dan bahsetmeliyiz. Sınav elbette Türkiye'yi geren malum hukuki dava süreciyle, o süreç içindeki yeni bir aşamayla ilgili görünmektedir.

Bu aşamada ilk şart, dünyadaki evrensel temel hukuk normlarına ve Yüksek İnsani Değerler temelinde nesnel eleştiriye sadık kalmaktır. Bunun tersini benimseyenler, (hukuku bozup araçsallaştıranlar) zaten kaybedeceklerdir, -ama asıl konu bu değildir. Konu, bu yeni aşamada takınılacak -her şeye rağmen soğukkanlılığını koruyan, evrensel hukuk/etik kurallarını esas alacak şekilde- ADİL, MÜTEVAZİ, NESNEL tutumdur. Bu davanın suçluları ile suçsuzlarını birbirinden ayırmadan önceki karalama döneminde haksızlığa uğrayıp bir arınma sürecinden geçenler (Jöntürk ve Kemalist çevreler başta olmak koşuluyla), böyle bir tutumu benimseyebilecekler midir? Şimdi başlarına gelenlerin benzerlerini daha önce onlar başkalarına uygulamışlardı (veya uygulayabilecek tıynete sahiplerdi). Davanın gerçek mecraına oturmasıyla, yeniden kibirli, eliter, güç gösterisinde bulunmayı seven bir tavıra kapılacaklar mıdır? Kapılırlarsa, kapılmayı düşünüyorlarsa kaybederler. SINAV BUDUR. Bu sınavdan geçmek, onların arınmış olduklarını kanıtlamaları bakımından önemlidir. Makul Muhalefet yanında saygın bir yer edinmeleri ancak o zaman mümkün olabilecektir.

Diğer yanda, nesnel olmayan/olamayan ve sona eren Yeni Dünya Düzeni'ne (YDD) sımsıkı yapışmış Amerikancı "Müslümanlar" vardır ve tüm değerleri kendi işine geldiği gibi eğip bükmeye, kullanmaya devam etmektedirler. Davanın gerçek bir arınmaya dönüşmesini istediklerine dair pek bir işaret görünmemektedir. Adamına göre adalet, kafasına/kendine göre demokrasi, uçkuruna göre ahlak, komplo teorisine göre politika, kendinin ve yandaşlarının cebine göre ihale devri kapanmaktadır. Bu o kadar öyledir ki, tersi hiç mümkün değildir. Bugün bir ANAP iktidarı nasıl uçuk bir hayalse, yarın da bir AKP iktidarı uçuk bir hayal olacaktır -zamanın kalitesi o istikamette işlemektedir. Gülmeyi bile günah sayan, sanata, güzelliklere karşı, ve tabii bu nedenle de nesnel olamayanların, adil de olamayacakları giderek herkes tarafından iyice anlaşılmaktadır. Şimdi Yükselen İnsani Değerler ve evrensel hukuk esas alınmak zorundadır ve muhtemelen bazı temel kurallar artık iyice anlaşılacaktır. Mesela ortalama demokrasi ile yönetilen bir ülkede: Yürüyen bir dava hakkında basında yazı yazmak, politikacıların gün be gün "fikir beyanı" bütün dünyada kesinlikle yasaktır. Sadece hukukçuların değil, kimsenin telefonları "genel izinlerle" falan dinlenmez, dinlenenler de gazetelerde uluorta tefrika edilmez. Suçtur. Başbakan/general/bakan vd. "davanın istikameti"ni bilemez, ima edemez, karışamaz, etkileyemez. Ne idüğü belirsiz suçlamalarla, belli bir saygınlığı olan kıdemli/emekli yüksek devlet erkanı, sabahın köründe tutuklanmaz -bu anca darbelerde olur. Tutuklanıyorsa, darbe gibi olağanüstü bir durum var demektir ve başka siyasi/askeri odaklara da "aynı usulde" reaksiyon göstermenin yolu açılır ki, bunun demokrasiyle hiç alakası yoktur. Tutuklananlardan bazılarının hapiste ölüp ağır yaralanması üzerine en azından mırıldanarak da olsa resmen özür dilenir ve mutlaka ciddi soruşturma açılır. Ucu açık soruşturma olmaz vs... Ayrıca, bir hükümet, ordular yönetmiş kendi generallerini bu kadar kolay hapse atıp aşağıladığı günlerde, Hamas gibi İrancı-faşist bir örgütün liderini yüceltir ve kendi generallerine PKK türünden mikrofaşist bir örgütün lideri kadar değer vermezse, bu tutumu dünyada sadece iğrenme duyguları uyandırır. Şimdi, sahici hukukun ve adaletin, sahici etiğin ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşılacak gibi görünüyor.

Kurnazlık akıl ile her zaman yarışmaya kalkmış ve her zaman yarı yolda kalmıştır. Kurnazlığa kurnazlıkla yanıt vermek, bozulmaya neden olur. İnsan doğasına aykırı/karşı bir insan bozma pratiğinin, para odaklı "dini cemaat" üzerinden sürdürülmesi temelinde biraraya getirilmiş insanların kurnazlığı da bir yere kadardır!... Bunun yaşanıp, kurnazlık ile akıl arasındaki nitel farkın yeniden öğrenilmesi gerekiyor.


Sözü edilen sınavın diğer önemli yanı, bu davada haksızlığa uğrayanların artık "Şerefi zedelenmiş zavallılar" pozisyonuyla kuzu kuzu haksızlıklara boyun eğmeyi bırakmaları olabilir. Kibir ile alakası olmayan bu durum, davanın evrensel normlara çekilmesi, davanın/sorunun kesin bir tanımının yapılması ile ilgili görünmektedir. Herşeyden önce ne ve kim olduğunu bilen bir tutum, hukuken/ahlaken nereye kadar gidebileceğinin ayırdında ve NE OLURSA OLSUN durması gerektiği yerde duran, adalet sınırını aşmayan bir tutum, sınavın başarıyla geçilmesini sağlayacaktır. Bu süreçte dikkat çeken diğer önemli nokta, temel değerlerin ve kurumların bozulmaya/kullanılmaya karşı garanti altına alınmasıdır. Değişimin postmodern devirdeki tek önemli müdahili olmaya devam eden halkın iradesi manipüle edilirse (Ki olabilir. Örneğin seçmen sayısının durup dururken 6 milyon artması buna işaret etmektedir). Seçimlerin manipüle edilmesi, neoliberal "Müslümanlar" için tam bir felaket anlamına gelir. Felaketlerinin nasıl gelebileceği başka bir yazı konusu -ama kısa bir örnek vermek gerekirse bu durum, ANAP'ın 2002 seçimlerinde birinci parti çıkması gibi bir garip durum olacaktır. Oylarının daha da arttığına kimse inanmaz. Burada, 'yalancının mumu' hikayesi devreye girer ve bu kez kurtlar sahiden saldırırsa, yalancının imdat çığlıklarına dünya köyünün hiçbir sakini kulak asmaz.

Din ve sosyal hayatta güzelliğin, sanatın, etiğin yitimi


'Güzelliğin yitimi ve geri kazanılması' yazılarına sunuş

Dünyada bilinen en eski taş mabedin, buz çağının ardından, 11.500 yıl önce Anadolu'da inşa edildiğini biliyoruz. Bugünkü Şanlıurfa'nın onbeş kilometre kuzeydoğusundaki Göbeklitepe, çok düzgün hayvan şekilleri çizen, muhtemelen eski toyonist/şamani geleneğe ait, hayvan takvimi kullanan bir kavim tarafından kurulmuş. Bu açıdan bakıldığında Anadolu, dünyanın kesintisiz onbin yıllık kültür/sanat birikimine sahip çok az birkaç yerinden biri. (Diğerleri Mezopotamya, Mısır ve Kenya bölgesi) Fakat Anadolu, daha yirmi yıl öncesine kadar ozanların aşk şiirleri okuyup saz çaldığı, halk oyunlarının oynandığı, bilmece, mani, ağıt, ninni söylenen, halk dansları oynanan, (yakın zamanda Yaşar Kemal gibi büyük ozanlar/yazarlar çıkartan) bir yerdi -artık değil. Şimdi resim, müzik, tiyatro, dans vs yok.. İslam'ı tekeline almaya kalkan neoliberal kapitalizmin dinci-kültürcü bir türü, ("Yeni Dünya Düzeni"nin islami kolu), din adına kültürü, müziği, tiyatroyu, dansı, günah sayıyor, Anadolu'nun köklü kültürlerini ve hatta sıradan modern/sığ piyasa kültürünü bile baskı altına alıp yokediyor. Güzelliğin her türüyle sorunlu, Stalin/Mao dönemlerine benzer bir tek tip (Sünni) ideolojik kısıtlı kültürümsülerle idare eden, diğerlerini kendi cemaatinde din adına günah sayan (yasaklayan), yasalayamadığını bastırıp dışlayan bir sistemli kültürsüzleştirme durumu sözkonusu.

Burada, (kültürsüzleşmenin ilk modernleşme/kapitalistleşme ile ilgisini de göstermeye çalışmakla birlikte) 1980'den sonra etkisi giderek artan sonradan modernleşme dalgasının günümüzdeki son ifadesini "Yeni Dünya Düzeni"ne (YDD) özgü bir dinci-kimlikçilik akımında bulan ve kendini (tektip/monolitik) "Müslümanlar" diye tanımlayan (Arabi/Sünni) Neo-İslamcılığın, son yirmi yılda Anadolu tarihinde hiç yaşanmadığı ölçüdeki 'Kültürsüzleştirme girişimi dinamiği'ni inceleyeceğiz. Kültürsüzleştirme girişimine "can" veren YDD, tel tel dökülmeye başlamıştır. (Onun dünyadaki bütün tezahürleri, yeryüzünden ve tarihten silinecektir)

Konunun özü, Tanrı'nın yeryüzündeki ifadesinin en başta gelenlerinden güzelliğin/sanatın "din adına" yadsınmasının ve insanların tektipleştirilip kültürsüzleştirilmesinin insan ruhunda yarattığı tahribattır. Bu tahribatın; 'din eşliğinde insan bozmak' yöntemiyle, (parayı esas alan) "dini cemaat" örgütlenmeleri üzerinden yürütülmesine dikkat çekmek gerekiyor. Yöntem yeni değildir. İlk kez 12'inci Yüzyılda kurulan 'Templer' tarikatı tarafından uygulanmıştır
(tarikatın ilk adı, 'Pauvres Chevaliers du Christ et du Temple de Salomon'du)

Güzelliğin ve sanatın sistemli bozulması, kapitalizm tarafından başlatılmıştır. (Bu konuda başta -büyük sanatçı- Lev Tolstoy olmak üzere çeşitli kuramcıların, düşünürlerin tesbit ve görüşlerine de yer vereceğiz) Fakat neoliberal kapitalizmin islamcı-yerel şekli, İnsanlığın uygarlık kaynaklarını kurutmaya kasteder ölçüde tam bir kökten kültürsüzleştirme girişimine dönüşmüştür -Elbette başarısız olacaktır. (Gecenin en karanlık anını geçmiş bulunuyoruz, sabaha doğru ilerliyoruz)

Benzeri daha önce Doğu Türkistan'da yaşanan böyle bir kültürsüzleştirme sürecinin sonunda Doğu Türkistan Çin esareti altına girmiştir. Çin işgaline götüren dönem, 'Hocalar Devri' diye anılır ve Nakşi Hocaların diktasının ardından Çin'le uzlaşmaları (ve işgale karşı koyacak aklın uyanamayışı) ile gelmiştir. Bu benzerliği başka bir yazıda inceleyeceğiz. Tarihteki istisnasız bütün kültürsüzleştirme girişimleri, kültürsüzleştirilen halkların mahvıyla sonuçlanmıştır. Bu çok önemlidir ve bu aşamadan sonra artık konuşulmak zorundadır. YDD'nin giderek kolsuz kanatsız kaldığı bugünkü aşamada, onun Anadolu'daki tahribatının da konuşulması gerekiyor. (Bu, Anadolu'nun yeniden yükseleceği yakın gelecek için ve gelecekteki önemli rolü için de zorunlu) Kültürsüzleştirme dinamiğinin anlaşılması, YDD'nin -konjonktürel olarak zaten- zayıfladığı aşamada Anadolu'yu ve Anadolu insanını kültürsüzleştirip bozmaya çalışan ve (kendisi için) ahlaksızlığı/etiksizliği/adaletsizliği "din adına" kabul edilebilir bir şey haline getirmeye çalışan bu ruhsal bozulmadan kurtarmak için gereklidir. Bu, (başta Sünni İslam geleneğinden gelenler için olmak koşuluyla) çok büyük yaşamsal önem arzetmektedir.

Not: Bu yazı için kullandığımız tablo, geçen yılın Mart ayında Ankara'da 82 yaşında yitirdiğimiz Türk ressam Nuri Abaç'a aittir.