Peyo'nun Küçük Prens'i ve Afacan'ı

 Çocukluğumdan beri hayranı olduğum "Küçük Prens" çizgi romanının yazarı ve çizeri Peyo ile yeniden meşgul olduğum Hamburg'da, onun başka bir kahramanının daha olduğunu, "Benoit Brisefer"in çizgilerinden anladım. Belçika'nın Dünya popüler kültürüne yaptığı muazzam çizgi roman katkısının en önemli isimlerinden biri Pierre Culliford'dur. "Peyo" takma adını kullanan bu büyük sanatçı, daha sonra çok meşhur olan "Şirinler"in de mucididir ama biz en önemli eserine dönelim.

Türkiye'de çok kötü samanlı kağıda küçük boy siyahbeyaz basılan "Johan et Pirlouit" (Küçük Prens) Almanya'da "Johann und Pfiffikus" renkli ve büyük boydu. Hemen elime geçen, Türkçesini okuyup okumadığım tüm albümleri edindim ve onun tekniğini örnek alarak ben de çizmeye başladım.

Peyo, bir çok iyi ve orijinal sanatçının başına geldiği üzere yayıncı bulmakta uzunca süre zorlanmış. Küçük Prens'in son haliyle alakasız ilk versiyonu 1946'da, daha sonra da 1949'da Le Soir gazetesinde yayınlanmış ama Belçika'nın kült çizgi roman dergisi/magazini "Spirou"da yayınlanmamış. Nihayet büyük çizerin Küçük Prens'i 1952'de, Türkiye'de "Sipru" adıyla bilinen dizinin ve ilginç hayvan "Marsupilami"nin babası Belçikalı dev André Franquin'in devreye girmesiyle Spirou dergisinde yayımlanmaya başlamış. Franquin, "Tenten"in yaratıcısı Hergé ile birlikte Avrupa çizgi romanının hâlâ eşitler arasında ikinci atası sayılıyor. Spirou dergisi Peyo'ya bazı şartlar koymuş, mesela Küçük Prens'in sarı olan saçları siyah olmalıymış vs. Sanatçının şartlara itirazsız uyduğunu biliyoruz.

Küçük Prens, albümlerde kökeni belirsiz, ailesiz, oldukça genç biridir. Peyo'nun tüm tipleri sevimli olduğundan, şiddet ifadeleri çoğu kez sessizfilm parodilerine benzediğinden en heyecanlı maceralar bile her yaştan okura hitab ediyor.

Küçük Prens'e 1954'den itibaren Yeni bir yol ve macera arkadaşı gelmiş: "Afacan", Türkiye'deki adı buydu. Afacan at veya eşeğe değil, "Biquette" adlı inatçı ve savaşçı komik bir keçiye biniyor (Türkçe'ye "Karakaçan" diye çevrilmişti yanılmıyorsam) ve pek zevkine düşkün biri. İpin ucunu kaçırıp fazla içip sapıtıyor, çok yiyor ve çalamadığı kocaman sitarını tımbırdatıp zangırdatarak herkesi isyan ettirecek kadar kötü şarkı söylüyor. Küçük Prens'den daha ilginç ve komik Afacan tipinin keşfiyle birlikte "Küçük Prens" dizisi çizgi roman klasikleri arasındaki yerini aldı. Bu dizinin Türkiye'de hakkıyla, orijinali gibi renkli albümler halinde yayınlaması çok hoş olurdu. Ve tabii Türkiye'nin Spirou dergisi "Doğan Kardeş"in de yeniden yayınlanması çok daha güzel olurdu. Türkiye'de çizgi romanın yeniden canlandığı bir dönemde, Türkiye'nin -çocuklara da hitab eden- böyle bir dergiye ihtiyaç var. Yapı Kredi Yayınları Doğan Kardeş'i 2000'li yıllarda yeniden yayınladığında, dergi bir yetişkinler dergisi olarak ve pahalı kağıda renkli basılıyordu. Eski formatın daha çok ilgi göreceğini düşünüyorum.

"Les Schtroumpfs" (Şirinler) ilk kez Peyo'nun 1958'de çizdiği "Sihirli Flüt" albümünde, hikayenin bir parçası olarak göründüler. Spirou dergisi genel yayın yönetmeninin dikkatini çeken tipler için Peyo'dan ayrı hikayeler çizmesi istendi ve benim bir tekini bile sonuna kadar okumadığım ama bugün en ünlü Peyo ürünü "Şirinler" dizisi doğdu. Peyo'yu 1992'de kaybettik, ama oğlu aynı takma isimle onun anısını ve eserlerini bir stüdyo'da yaşatıyor. Peyo yaşarken onun asistanlığını yapan ve her biri ayrı bir usta olan çizerler bu stüdyonun ayrılmaz parçası olmaya devam ediyorlar.

Peyo'nun yarattığı ama pek tanınmayan süper çocuğu Benoit Brisefer'in hikayelerini de okudum ama bunlar daha çok çocuklar için düşünülmüş güzel maceralar. Peyo'nun pek tanınmayan en hoş karakterlerinden biri de kara kedi "Poussy"dir. Karnı ve patileri beyaz sevimli kedinin maceraları ilk kez 1949'da yayınlandı. 1955'den itibaren her biri yarım sayfalık ikiyüz kadar macera daha çizen Peyo'nun kedisine daha sonra Spirou dergisi sahip çıktı. Peyo'nun izniyle kedinin otuz kadar yeni macerası 1992'ye kadar başka çizerler tarafından Peyo stüdyosunun şıkardığı "Schtroumpf Magazin" için çizildi.

Peyo'nun klasik eserleri, yeniden Türkçeye kazandırılmalı.

yazı sihirbazı Arno Schmidt

İtirazın adı haline gelmiş sanatçı olmanın türleri arasında şöyle bir gezinecek olursak Arno Schmidt, galiba bildiğimiz yakın tarihin en orijinal yazı sihirbazlarından biridir, hatta tektir. Bu kadar orijinal olabilmek, kendince sağlam bir irade ve mücadeleci ruh gerektirir. "Dili iyi ve doğru kullanmak gerekir" diyerek orijinal olmak iddiasındaki pedantizmi piposuna ufalayıp dumanını tüttürerek içen, büyük savaştan sonra kurulan Federel Almanya'ya da Nazi Almanyası gibi acımayan, "çevrilemez" denen James Joyce ile takışan, ondan "daha çevrilemez" inanılmaz eserler yazan bir dev Arno Schmidt. 1946'da yayınladığı "Leviathan" uzun öyküsünün ardından bir edebiyat ödülü alıp yazar olarak yaşamaya karar verip tüm normları altüst eden bir sanatçının Türkiye'den de çıkabileceği ihtimali güzel bir fikir olabilirdi.
Arno Schmidt'i Türkçe'ye çevirebileceğimi düşünerek bu zor işi bana öneren ressam Frank Grüttner'i de burada sevgi ve saygıyla anayım.
Kütüphanemizde onun Doğu Berlin izlenimleri üzerine kurduğu "Das Steinerne Herz" (Taş kalp) adlı romanını yeniden bulunca buraya not düşmek şart oldu.
Arno Schmidt'in, yeni bir edebi düz yazı stili icad edip o formda yazdığını söyleyebiliriz. İnsanın kendi monologlarını ve ruh halindeki değişimleri realist bir şekilde ifade edebilmek adına bir tür "Raster tekniği" kullanmıştır. Grafik-design ile ilgilenmiş olanlar bilirler, "Bilgisayar devri" (yani bu benim için 1980'lerin ikinci yarısından bu yana  sadce Apple demek) öncesinde çizgi roman ve karikatür hazırlarken arkası yapışkan raster filmler vardı, onlar çizimin üç boyutlu görüntüsü için kullanılan gri alanlar için kullanılırdı ve raster noktalardan oluşur, iri noktalı raster daha koyu, küçük noktalı raster daha açık bir gri ton verir, bunlar açıktan koyuya giden şekillerde de yapılırlar tabii. Arno Schmidt, işte böyle bir tekniği yazıda kullanır ve mesela monologlarda cümleler yerine sözcükleri tercih eder, üstelik bu sözcüklerin bir kısmını da dil-mil takmadan kendi uydurduklarıdır. Onları kendince anlamak, okurun işidir! İnsanların aklı hep başka yerlerdedir, eh bunun da yazıda bir şekilde ifade bulması gerekir. 
Arno Schmidt elbette çok okunan bir yazar değildi, ama büyük saygı duyulan ve okumaya çabalayan, okumanın bir maceraya dönüşmesini seven, okumak için çaba gösteren okurun gizli hazinesiydi. Alman okur onun hakkını vermiştir. Alman edebiyatının en önemli yazarlarından biridir. Hayatı boyunca kıt kanaat yaşamış, yazdığı kitaplar bazı eleştirmenler tarafından "saçmalık" ilan edilmişse de daha sonra bu eleştirilerin geri alındığı da olmuştur. İrlanda'ya yerleşmeye karar verip Heinrich Böll'ün bu konuda büyük yardımlarına rağmen "düzenli geliri" olmadığından İrlanda tarafından kabul edilmemiştir. 
1977 yılında, Almanya'nın Osman Kavala'sı Jan Philipp Reemtsma'nın kendisine 350 bin Mark vermesi ile maddi sıkıntıları nihayet son bulmuştur. O zaman Nobel ödülü alan yazarlara verilen bu meblağı aldıktan iki yıl sonra hayata veda etti ama Alman edebiyatının ölümsüzleri arasında yerini aldı.

Örnek bir çizgi roman: "Mermaid Project"

Türkiye bir çizerler ve karikatüristler Cenneti. İslamcılığın her haltı yasak ve günah sayarak kütürel alanı çölleştirmesi devrinin sonuna yaklaşırken, ülkede çok sayıda yeni ve de taze "graphic novel" yayınevi -yani sözün tam anlamıyla 'Çizgi Roman' yayınevi- dikkat çekiyor. Bu alanda dünyada çıkan kaliteli eserleri Türkçeye kazandıran yayınevleri, okurlara iyi kitaplar sunarken, Türk çizgi roman yazarları-çizerleri henüz yeterince görünmüyor. Çizgi roman dünyasına 1980'lerden beri ilgi duyan bir okur (ve eski çizer) olarak, daha önce Twitter'da bahsettiğim beş ciltlik "Mermaid Project"den burada da bahsetmiş olmak istedim. Leo ve Corine Jamar tarafından yazılan ve Fred Simon tarafından çizilen bu romanı ilginç kılan, bugün "gelecekte olabilir" diye düşünülen varsayımları fikren devam ettirerek, gerçekçilikten pek uzaklaşmadan yeni bir distopik dünyası resmi çizmesi. Geleceğin dünyasında petrol tükendiğinden metan gazı üretilmekte, bunun için de planktonlar kullanılmaktadır, beyaz ırkın dünya hakimiyeti sona ermiştir, Fransa'da Kuzey Afrika kökenliler çoğunluktur, ABD de bir üçüncü dünya ülkesidir ve Hispaniklerin çoğunluğu teşkil ettiği bir yerdir. Gerçi yazarlar, beyazların yerini alan yeni çoğunluğa yeni davranış biçimleri düşünmemiş, onları sadece esmer ve müslüman Fransızlar halinde düşünmüşler ama fonda, malum Batılı refah yerine daha bir taşralı havası görüyoruz. Asıl konu, gen manipülasyonu ve beyazların yeniden dünya hakimi olması için çalışan beyaz kötü adamlar. Evet bu hikayenin kötüleri beyazlar. Hikayeyi anti kahraman çelimsiz beyaz ve de sarışın bir sivil kadın polis anlatıyor. Bu kızın cinsel bir çekiciliğe sahip olmaması yazarlar tarafından özellikle istenmiş.
Çizgi romanlar adı üzerinde asıl güçlerini -bildiğimiz romanlardan farklı olarak- çizgilerinden aldıklarından, hikayenin ne tür çizgilerle anlatıldığı daima önemlidir. Ben daha çok, net, gerçekçi ve detaylı çizimleri savdiğimden, bu çizimleri beğendim. ayrıntılı çok güzel fon çizimleri var ve ayrıntılarda kaybolmadığınız, bütünü daima görebildiğiniz bir bütüncül çizim stili benimsenmiş. çizer Fred Simon'un özelliği, gerçekten oldukça basite indirgediği tip çizimlerinde yüzlere çok farklı duygu ifadelerini az ve öz çizgiyle kondurabilmesidir. Bu önemli çizer meziyeti, tamamı altı yılda hazırlanmış "Mermaid Project" albümlerine özel bir derinlik katıyor. 2010'da ilk çalışmalarına başlanan Albümler, çizgi romanın Fransa'daki en önemli yayınevlerinin başında gelen Dargaud tarafından, son cildi 2016'da olmak üzere, sırayla yayınlandı. 
Çizgi romanı çok önemsiyorum ve Red Kit'in çizeri Morris'in deyimiyle "Dokuzuncu Sanat" çizgi romanın Türkiye'deki yazar-çizer ve okur geleneğine çok yakıştığını, Yeni Türkiye'nin bu dalda harikalar yaratabilecek kapasiteye sahip olduğunu düşünüyorum.