1911 "Panter'in Agadir'e sıçrayışı" ve Trablusgarb savaşı...

Bazı büyük savaşlardan önce yaşanan küçük çatışmalar ve gerginlikler, sanki gelecekteki büyük savaşın konsantre mikro örnekleri gibi olabiliyorlar. O olaylara bakıp, savaşın gelişimi ve sonucu hakkında bir fikir sahibi olmak isteyenler, -esasen savaşa dışarıdan bakanlar- böyle ayrıntıları başından farkedebiliyorlar. Diğerleri, herşey olup bittikten sonra bu özellikleri görebiliyorlar. Biz de Birinci Dünya Savaşını yaşamamış, ama ülkenin bu konudaki takıntısı nedeniyle 'Cihan Harbi' hikayeleriyle büyümüş -İkinci Dünya Savaşı'nı hiç/asla/niente konuşmayan bir ülkenin ahvadıyız!
1911'de yaşanan olaylardan ikisi, Almanya ve Türkiye açısından önemli görülüyor. Alman İmparatorluğu'nun Fas'ın Agadir'inde boy göstermesi ve Türklerin İtalyanlarla savaşı, -Almanya'yı bilmem ama- Türkiye'nin askeri bakımdan son derece kof olduğunu gösterdi.
Osmanlı ordusu, 19'uncu yüzyıl sonundan itibaren Prusya usulü askeri eğitim almasına ve çeşitli yenilik hareketlerine rağmen, zayıf değil koftu ve bunu yeni Balkan milliyetçilikleri hemen gördüler. Türkiye'de 'Trablusgarp Savaşı' denilen ve sanki sadece Suriye çölünde bir avuç Türk subayı ve Sunusiler ile İtalyanlar arasındaki çatışmalardan ibaretmiş gibi görülen savaş aslında, Rodos'tan Akdeniz sahillerine kadar uzanan, 'Sath-ı Mücadele' diye sonradan Mustafa Kemal tarafından tarif edilen bir savaş gibi gelişti.
Alman tarihinde 'Panterin Agadir'e sıçrayışı' (Panthersprung nach Agadir) diye adlandırılan olay, Alman İmparatoru II. Wilhelm'in bir emriyle, savaş gemisi (Gambot) 'Panther'in Agadir'e gönderilmesi olayıdır. Panther'e, 'Eber' Gambotu ve 'Berlin' Kruvazörü eşlik etmişti.

Demokrasisiz ekonomi, 'Doğrudan Demokrasi' ve Halkların Mutluluğu

2012 Yılının ilk günü yürürlüğe giren Macaristan Anayasası’yla birlikte, Batı demokrasindeki yeni totaliterleşme eğilimleri Türkiye'de de konu edildi. Geçen yılın son günü Başkan Obama'nın imzaladığı askeri harcamalar bütçesi yasası da gözlerden kaçmadı. Yeni yasa, kriz dönemlerinde Amerikan ordusu ve güvenlik güçlerine, kuşkulandığı herkesi tutuklayabilme yetkisi veriyor ve bunu mahkeme kararından muaf tutup belli bir zamanla sınırlandırmıyor. Demokrasinin ilgasına işart eden Avrupalı aydınların sayısı da artıyor. Bu konuda Stephane Hessel'in "öfkelenin" çağrısı güncelliğini koruyor. Günümüzde 'Batı demokrasisi' dendiğinde, birbirine zıt istikametlerde ilerleyen iki farklı demokrasi eğiliminden söz etmek mümkün. Bunlardan biri, ekonomiyi önceleyen totaliterleşme eğilimi; diğeri de, ekonomiyi pek düşünmeyen özgürleşme eğilimi.
    Macar Fidesz Partisi'nin kurduğu totaliter rejim, AB'de eleştirilip yaptırımlarla tehdit edilse de, Batı demokrasinin yeni totaliter eğilimlerinin artık çok ciddiye alınması gektiğini gösterdi. Macar demokrasinin ilgasını, Amerikan New York Times Gazetesine yorumlayan anayasa Profesörü Kim Scheppele, “Demokrasilerde halk istediği zaman iktidarı değiştirebiliyor. Yeni düzenlemeler bunu imkansız kılıyor” diye yazdı. Scheppele'nin sözlerinin önemi, yeni totaliter demokraside iktidarı demokratik yollardan değiştirebilmek için anayasa tarafından çizilen Parlamenter Demokrasi çerçevesinin dışına çıkmak zorunluluğuna işaret etmesinden kaynaklanıyor. Demokrasi mücadelesini marjinalleştiren ve yasa dışına iten bir uygulama.

Globaleşen sistemin kırılganlaşması ve İran’ın manevraları

İran, geçenlerde Hürmüz Boğazı'nı kapatabileceğini gösteren bir askeri tatbikat yaptı. 24 Aralıkta başlayan manevra 2 Ocakta bitti. Aynı tatbikatı 21 Ocaktan itibaren yeniden yapacağı söyleniyordu. İran şubat ayında daha büyük bir tatbikat yapacağını ilan etti. ABD, İran'ın Hürmüz Boğazı'nı kapatma tehdidine birkaç hafta önce, "Sadece donanmanızı denizin dibine yollamakla yetinmeyiz" gibi çok sert bir yanıt vermişti. Dünyaya ihraç edilen petrolün beşte biri Hürmüz Boğazı’ndan geçiyor. İran'ın en iyi müşterisi Çin olsa bile, dünya ekonomisi artık bir bütün. Asya'ya gitmeyecek petrol, Avrupa ve Amerika'yı da etkileyebilir. İşte böyle bir ortamda AB, İran’a petrol ambargosu uygulamaya hazırlanıyor! Sadece buradan bile, savaşın eşiğinde olunduğu çıkarılabilir. Bugünün dünyasında İran’ı tecrit etmek zor. Mesele, petrol gibi önemli yaraltı kaynaklarının ekonomi merkezlerine ulaştırılması olunca, böyle stratejik konumdaki başka boğazlar da geliyor akla. Mesela Asya'dan Avrupa'ya mal taşıyan gemilerin, Yemen'le Cibuti arasındaki Bab-ül Mendeb geçidinden geçmek zorunda olmaları gibi. Bu su yolunun en dar yeri sadece üç kilomerte kadardır. 1888 İstanbul anlaşmasına göre, Süveyş Kanalı da tüm gemilere açık olmak zorunda. Dünyada benzeri önemde başka geçitler de var, ama sadece bu ikisinin bir süreliğine kapanması demek, Dünya ekonomisinin sallanması demektir.

ABD, bir polis devleti olmaya mı hazırlanıyor?

Geçtiğimiz yılın son günü Başkan Barack Obama yeni bir yasayı onayladı. ABD'nin milli savunma bütçesini belirleyen yasanın (NDAA 2012) en ilginç yanı, kriz zamanlarında silahlı güvenlik güçlerine inanılmaz yetkiler vermesi. Yasanın bu kısmı, 11 Eylül 2001 saldırılarından sadece bir hafta sonra kabul edilen başka bir yasaya (AUMF 2001) dayanıyor. Son yasayla Amerikan güvenlik güçleri, "kriz dönemlerinde" (?) hiçbir mahkeme kararına gerek duymadan, "kuşkulandığı" yerli/yabancı herkesi gözaltına alabilecek ve bu yetkilerin süresi sınırsız olacak. Bu konuda demokratik/kamusal bir kontrol yok (gibi). Sadece "Meclise düzenli olarak bilgi verilecek" gibi muğlak bir ibareyle yetinilmiş. 1787'de kararlaştırılmış Amerikan Anayasası'na aykırı. Obama bir hukukçu, attığı imzanın ne anlama geldiğini biliyor olmalı. Bu yasayla ABD, istediği zaman, bir polis devletine dönüşebilir.

Justin Vela / Derin devletin parmaklıkları ardında

Bir çok Türk vatandaşı için, demokrasilerinin gelişimi fısıltıyla tartışılan bir konuydu. Türkiye, geçtiğimiz yıllarda bu konuda hayli yol aldı, ancak bugünlerde demokrasinin nereye doğru gittiğini çok yüksek sesle konuşmayı yine tercih etmiyorlar.

Geçtiğmiz iki yılda , hükümeti eleştirmek için seslerini yükselten binlerce kişi, genellikle sabaha karşı evleri basılarak tutuklandı. 5 Ocak'ta ülkenin en prestijli tutuklularından, araştırmacı gazeteci Ahmet Şık, Ergenekon olarak adlandırılan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoağan hükümetini düşürmeyi amaçladığı iddia edilen, asker yanlısı, “Ergenekon” adı verilen karanlık bir komplo örgütünün propogandasını yapmakla suçlandığı davada ilk defa savunmasını verdi.

Şık savunmasında, yaptığı telefon görüşmelerinin dökümleri, basılmış haber yazıları, ve henüz bitirmediği ve İslamcı Fethullan Gülen hareketinin Türkiye devleti içinde çizdiği yayılmacı etkisinin içyüzünü anlattığı ''İmam'ın Ordusu'' kitabının kendisine karşı delil olarak sunulmasını ciddiye almadığını söyledi. Mahkemede ‘’Bugün adaletten, hukuktan yoksun, sahte ve düzmece belgelerle yürüyen, politik bir yargılama nedeniyle buradayım,’’ dedi.