"Eğer Suriye'de rejim değişir de, Sünni çoğunluk iktidara gelirse Ortadoğu'da taş üstünde taş kalmaz." Bunu söyleyen, çok iyi tanıdığım, önemli bir yabancı Ortadoğu uzmanı. (Frankfurter Allgemeine Zeitung, 20.06.11) Suriye'deki kan banyosuna pek ses çıkarılmamasının nedeni de bu olmalı. (Hatta İran, İsrail ve Suudi Arabistan'ın, hatta AB'nin ve ABD'nin de hemfikir olabildiği tek konu bu konu gibi görünüyor!)
Aslında Suriye bir kilit taşı ve çok ilginç bir denklemin merkez ülkelerinden biri. Arap dünyasının direği üç önemli ülke var. Bunlar Mısır, Suudi Arabistan ve Suriye. (Mısır düştü. Suriye de düşerse, Suudi kralı herhalde Ankara'ya sığınır -çünkü klasik Ortadoğu Muhafazakarlığın başka sağlam kalesi yok!)
Suriye'nin boyundan büyük önemi var. Bir kere Sünni çoğunluk tarafından değil, Alevi azınlık tarafından yönetiliyor, İran'ın en önemli müttefiki, Lübnan'dan Hamas'a ve oradan Hizbullah'a İsrail'e kadar heryerde parmağı olan bir ülke. Kaddafi düşerse, Esad'a uygulanan baskı artacağı için, gelişmeler büyük bir altüst oluşa doğru ilerliyor. Suriye en köklü Arap tarihine sahip iki yerden biri ve Suriye'deki olası bir köklü değişimin ardından (-ki değişim mutlaka olacaktır) Arap dünyası tamamen değişir...
Tamam da, o değişim barışçı mı olur, savaşçı mı; işte bütün mesele...
'Arap' adı ilk önce M.Ö. 853'de bir yazıtta kullanılmış. Daha sonra Hristiyanlık'ta da önem kazanan Buhur ticaretiyle Roma'nın kapsama alanına girmiş, oradan yazılı kaynaklara geçmiş. Buhur ağacından toplanan buhur, yakılınca hoş bir koku verir. İşte o kokuyu önce, şehirleri ve sokaklarının kenef gibi koktuğu anlaşılan Romalı asiller keşfetmişler. Arap yarımadasının en güneyinde, Yemen'den Umman'a kadar uzanan alanda yetişen buhurun ticareti, bir zamanlar Türklerin tuz ticareti gibi Arapların tek ürün ticarerti olarak tanınmış. Uzmanlar Arap tarihinde iki temel öğeye dikkat çekiyorlar. Bunlardan biri, kuşkusuz Güney Arap devletleri ve uygarlığıdır. Aralarından en önemlisi, Eski Ahit'te ve Kur'an'da da bahsedilen Saba krallığıdır. Başkenti, bugünün Yemen'indeki Marib; eski çağların en büyük barajının bulunduğu yerdir aynı zamanda.
Saba'nın çok Tanrılı dininde Ay, en önemli Tanrı sayılır. Güneş Tanrısı 'Şems'in adı ise, İran üzerinden Konya'ya kadar gelmiştir malum! Tanrılara hayvan kurbanlar sunan Saba dininde günah çıkartmak ve pişmanlık önem taşıyor. Araplaşmadan önceki Yemen'in diğer önemli Tanrısı, Venüs'le ilişlilendirilen Attar.
Arapların 'Aribi' adıyla tanınmasının baş nedeni Grekler (eski Rumlar). Küçük yaşta ölen Büyük İskander'in bir amirali, gemisiyle bütün Arap yarımadasının etrafını dolaşıyor ve buraya 'Arabistan' adını veriyor. Ama 'Arap' adı verilen insanlar, aslında çölde yaşayan göçebeler. O dönemde yerleşik uygar şehirlerin bulunduğu Yemen'de şehirliler Arap değil. Göçebeler de kendilerine 'Arap' değil 'Bedevi' diyor (Arapça 'Çöl' sözünden türetilmiş olduğu söyleniyor). Tarımın sadece vahalarda yapıldığı Arap çölünün efendileri, daha o zamanlar gururlu göçerler.
Bu coğrafyanın en kuzeyinde diğer önemli Arap uygarlığı bulunuyor: Suriye.
Yukarıda resmini gördüğünüz Petra şehrinin merkez olduğu bu kuzey Arap uygarlığını güneydekinden ayıran özellik, burada göçebe Araplarla şehirli uygarlığın yakın bir ilişki oluşturmuş olması. Göçerlerden at/deve satın alıyorlar, et süt deri yün gibi ürünler de göçerlerin sattığı ürünler arasında. Göçerler, karakterlerine uygun olarak bir şeref ve haysiyet kodeksi geliştiriyorlar ve yerleşikleri küçümsüyorlar (Türkler ve diğer Asya göçerleri gibi). Özgürlük duygusunun -dünyanın heryerinde olduğu gibi burada da- göçerler tarafından, yani eski Rumların 'Arap' dedikleri çöl göçerleri tarafından tarif edilip yaşatıldığını görüyoruz. Çok sonra İbn Haldun'un bile, yerleşikler hakkında "düşük karakterli" dediğini biliyoruz. Ama "Bedeviler erdemli" diyor İbn Haldun. Bu coğrafyada savaşlar, kuraklık bastırınca oluyor. Daha o zamanlardan itibaren Araplar, aşiretler şeklinde örgütlenmişler ve Hz. Muhammed onların arasındaki çatışmayı bitirinceye kadar da bin yıl boyunca birbirlerinin canına okuyorlar. Savaş çıkmaması için aralarında saygı duydukları insanları, uzlaştırıcı hakemler olarak belirliyorlar -ki Hz. Peygamber de o hakemlerdendir.
Suriye'deki Petra şehri merkezli kuzey Arap uygarlığı, M.S. 106 yılında bir Roma eyaleti haline gelinceye kadar, Mısır-Anadolu-Roma arasındaki ticatin ve kültürel harmanın önemli merkezlerinden biri haline de geliyor. Romalılar buraya, 'Arabia Petraea' diyorlar. (İkinci Indiana Jones filminin final sahneleri de burada geçer, Kutsal Kase 'Gral'ın burada saklandığı kurgulanmıştır!)
Bu diyarda o zaman, adına Arapça 'Sunna' denen ('Sünni' sözü ile ilgili olabilir) ataerkil bir yasal düzen uygulanıyor. Asıl ilkesi, "Kana kan, dişe diş" diye özetlenebilecek bu kanlı "hukuk" düzeninin, bugünün Talibanvari "Şeriatçı" takımı tarafından savunulan "Müslüman" düzenle neredeyse aynı olduğunu, ama o zamanlar din üzerinden tarif edilmeyen bir ata/baba hukuku olduğunu görüyoruz. 'Kan davası' ve 'kan parası' gibi deyimleri ve anlayışları, Arap dünyasında önce kuzeyde görüyoruz. Böyle şeylerin icad edildiği yer! Bu dönemde kuzeyle güney arasındaki Arap çölünde bir göçerler konfederasyonu (veya koalisyonu) kuruluyor ve bu yeni siyasi güç, güney Arap uygarlığıyla değil kuzey Arap uygarlığıyla yakınlaşıyor. Bunun bir sonucu olarak, sonradan bize "Şeriat" diye pazarlanmaya kalkılan bu barbar "adalet/hukuk" anlayışı, bütün Arap coğrafyasına hakim oluyor -ta ki Peygamber döneminde İslam tarafından iyice yumuşatılıp ortadan kaldırılıncaya kadar. (Tabii sonra "Müslümanlık" adı altında özellikle kadınların başına yeniden bela oluyor)
Daha önce (önceki yıllarda) burada bahsettiğimiz ve insanın söz ağırlıklı düşünce tarzına geçip kendi doğasına yabancılaşması aşamasında, bu negatif gelişmeyi hızlandıran faktörlerden birinin, bu coğrafyanın bu anlayışıyla ilgili olduğunu ve Tanrı'nın Başmeleği Mikael'in de ilk bu zihniyetle DE mücadele aşamasında ortaya çıktığını yazmıştık (Bu zihniyetin diğer ayağının Grek düşüncesi içinde ortaya çıktığına değinmiştik). İrrasyonel de olsa, bunun anlamını yorumlamayı bir başka yazıya bırakıyoruz ve kızlarını diri diri gömen bu barbar "hukuk"un yerleşik kuzey Araplar tarafından yumurtlandığını söylemekle yetiniyoruz. "Kadim" Ortadoğu muhafazakarlığının bu kuzey "köşe" taşı ve onun her türlü türevini, sonra 'taş' formunda güneyde de görüyoruz.
Güney Araplarının (Yemen değil) oldukça basit bir dini var. Klasik şamanlığa benzer bu dinde Gök kültü yok, sadece dağlara taşlara inanılıyor ve tabii bir de cinlere! Bir ara Histiyanlığın etkisine de giren güney Arabistan uygarlığı, Hz. Muhammed zuhur etmeden önce tamamen çöküyor. Kuzey Arap etkisi de o dönemde Yemen'e kadar ulaşmış bulunuyor, Yemen Arap oluyor -ama o dönemde 'Arap' sözü, artık 'Kuzey Arap' ile özdeş. İşte İslam, bu durumun üzerine geliyor.
Suriye, böyle önemli bir tarihin kilit noktası ve şimdi orada olacak bir değişiklik, mutlaka çok büyük önem taşıyacaktır -hem tarihi bakımdan, hem siyasi bakımdan, hem de başka bakımlardan!