Herkes oyunu vermişti. Herkes kendi sonucunun gerçekleşeği umuduna sahipti. Herkes, görevini yapmış, sonuca bir şekilde razı olmaya hazırlanmıştı. Henüz sayılar, yüzdeler bilinmiyordu ve insanlar, görevini yapmış olmanın, şimdi onun sonucunu ekranlardan izlemenin huzurunu yaşıyordu. O an bitmemeli, sonuçlar da herkesin istediği gibi olmalıydı, yani çatışmasız, nisbetsiz, "bak biz seni nasıl yendik" imasız, bir yenen-yenilen havasından uzak...
İşte o anın tanıdık huzurunun bütün ülkeye hakim olması için çalışmak, o anı sonsuzlaştırmak, aklı başında -vicdanlı- herkesin görevi olmalıdır.
Tabii sonuçlar açıklandı. Akşam saatlerinde Sarı ampüllü birçok Antakyalı sokaklarda tur atmaya başladı. Maçlardan sonra yapılan türde bir kutlamaydı. Bu kimin aklına geldiyse, insanların arasını açmaktan ve düşmanca bakışlardan başka birşey uyandırmazdı, uyandırmadı da. Laf atmalar, küfürler ve nihayet itiş-kakış. Olay büyümeden sona erdi ama AKP'liler korna ve davul çalmaya devam etti. Yani çatışma isteyen anlayışlarını sürdürdüler. O anlayışın üzerine geceyarısından sonra -gökgürültüleriyle karışık- feci bir yağmur yağdı ve arkadaşları susturup sakinleştirdi!..
(Kanalizasyonlar falan da patladı, ortalık koktu bu arada!..)
Sonuçların ne şekilde yorumlanması gerektiğini anlatır birçok yazı çıktı basında. Hürriyet ve Milliyet gazeteleri, yazarlarıyla birlikte iyi iş çıkardılar bence. Hükümet taraftarı basının yıkama-yağlama eylemini saymazsak, sahici yorumlar, Türklerin ekonomiye, hükümetin icraatlarına ve Tayyip Erdoğan'ın şahsına oy verdiklerini, esasen de ekonomiye oy verdiklerini söylüyorlar -ki öyle görünüyor.
Türkler, önemli bir sınavdan geçtiler ve ahlaksızlığı ahlaka, neo-muhafazakar totalitarizmini evrensel değerlere tercih ettiler. Bu seçim kampanyası dönemindeki kadar büyük ahlaksızlık, yalan, devlet aygıtını kendine çalıştırmak fiili ve din istismarı yaşanmamıştı. (Erbakan bile böyle değildi.)
İnsanlara atılan çamurun, kadınlara edilen hakaretin haddi hesabı yok...
Ve kimse özür dilemedi...
Tabii devran -herşeye rağmen- kendi mecraında ilerliyor. İktidar, mecliste referandum kararı alacak çoğunluğu, Anayasa'yı tek başına yapacak çoğunluğu kaybetti. (Tabii tek bir partinin yaptığı Anayasa'ya, Anayasa değil Babayasa deniyor aslında.) Mecliste 341 milletvekili vardı, şimdi 326'ya indi.
Bunlar ayrıntıdır elbette.
Aslolan: Ahlaksızlığın, iftiranın, yalan yere şahitliğin, kamu malı talanının, faiz şampiyonluğunun tercih edilmiş olmasıdır. -Burada hükümetin asfalt/beton işlerini iyi yapmış olmasının, sağlık hizmetlerinin eskisinden çok daha iyi işlemesinin falan hiçbir anlamı/önemi yoktur, çünkü onlar her hükümetin başat görevidir. Yerinde başka bir hükümet olsaydı o da yapardı -yapmak zorundaydı. (Bu coğrafyada duran bir ülke Kamboçya veya Ürdün olamaz. Asgari bir kaliteye sahip olmak zorundadır). Bu neoliberal düzende, eşrafını zengin edecek her hükümetin yapacağı "hayırlı" işlerin başında duble yol ve sufle beton gelir -ki AKP iktidarında da gelmiştir. Derviş'ten devraldıkları "düzeltilmiş" ekonomiyi devirmeden iyi götürdüler. Ama burada asıl olay ayrıntıda gizlidir ve bütün bunların 'Nasıl' yapıldığıyla ilgilidir...
Dürüstçe mi yapıldı? Kul hakkı yenmeden mi yapıldı? Herkese eşit imkanlar sunularak mı yapıldı? Vs.
Bundan sonra ne olur?!
Türk halkı ilk erken seçimlerde AKP'ye bu kez yüzde 60 da oy da verse, AKP'nin gücü daha da azalacaktır. Bu daha şimdiden bellidir. Mecliste, eskisinden çok daha güçlü ve çok daha dişli bir muhalefet var, daha da güçlenecektir, daha da akıllanacaktır. Ayrıca sokaktaki muhalefet de artacaktır ve sanıldığının tersine kimse Oray Eğin gibi pısmayacaktır... (Korku sınırı çoktan aşıldı!) Basındaki tüm PR ve desenformasyona rağmen bu gaz AKP'ye en fazla üç hafta gider. Sonra gene seçim öncesinin aciz ve vasat politikacılarını/yazarlarını görürsünüz.
Bir değişim/dönüşümden bahsediyoruz...
Türkiye'de değişip dönüşen şey, adına "Müslümanlık" denen, ama İslam'la alakası olmayan Hristiyanlık/İslam öncesinin (katı ataerkil) "kadim" Ortadoğu muhafazakarlığıdır...
Türkiye, 60 yıllık bir dönemi gerisinde bırakıyor. Buna direnç elbette olacaktır -ama korkunun ecele fazdası yok- yani buna engel olmak mümkün değildir. Değişim/dönüşüme karşı direnç, "Anacığım CHP geliyoor" diye özetlenmeye çalışılıyor!
(Bunun tek başına CHP'yle falan alakası yoktur. Olay, herşeyiyle devam eden bir süreçtir ve aynen işlemektedir)
Şimdi Türklerin yaşayıp görmesi (ve belki de altında kalması!) gereken şey, ekonominin herşey olmadığı gerçeğidir...