Mısırlı yazar Ala El Asvani ile Mısır ve Arap devrimleri üzerine

Şu anda en merak ettiğim kitaplardan biri, Tahar Ben Jalloun'un "Arap Baharı" (Arabischer Frühling) adlı son kitabı. Henüz elime ulaşmadı ama, onun kadar ilginç başka bir Arap yazarla, sosyal gerçekçi Ala El Asvani ile yapılmış bir söyleşiye dikkat çekmek istiyorum...
(Spiegel dergisi özel sayısı, 'Arabien' 3/2011)

Ala El Asvani, devrimci mücadeleye doğrudan Kahire'nin Tahrir Meydanı'ndan, orada 18 gün kamp kurarak katılan biri. Mübarek düştükten sonra koltuğunu emanet ettiği Ahmed Şefik ile çıktığı bir televizyon programında ona, "Artık yeni bir siyasi düşünme biçimi var" dedi. Ve sözlerine, "Başbakan Mısırlıların efendisi değil, sadece Mısırlıların memurudur" diye devam etti. Ahmet buna fena halde öfkelendi. "Sen kim oluyorsun da benimle böyle konuşuyorsun?" diye sorunca Ahmet Şefik, "Ben Mısır vatandaşı oluyorum" demişti. Ahmet Şefik ertesi gün düştü. (kaldıran da olmadı!)
Ülkede yapılan herşeyi Başbakan'ın bir lutfu/eseri sayan ve onun önünde "Sen benim, yani Türk vatandaşının memurusun" demek bir yana, el-pençe divan durup gıkını bile çıkaramayan koyun burcu erkeğinin öğrenmesi gereken demokrat tavır budur.
Ala El Asvani'nin sözünü ettiği devrim, zamanın ruhuna tamamen uygun bir zihniyet devrimidir. "Devrim, topumun bütün kesimleri tarafından, zengin-fakir, köylü-şehirli demeden, kadınlar tarafından, Müslümanlar ve Hristiyanlar tarafından yapılmıştır. Blog yazarları, devrimi sadece başlatmışlardır o kadar ama devrimi onlar yapmadı."
Ala El Asvani, ordunun rolü konusunda da bazı anekdotlar anlatıyor ve devrimi desteklediğini, Tahrir meydanına gelen subayların ona, ne olursa olsun halka ateş açmayacaklarını söylediğini anlatıyor. "Ordu, siyasi değişimi ciddiye alıyor" diyor ve ekliyor: "Devrim, ordu tarafından korundu."
Peki şimdi demokrasi gelmiş mi oldu sorusuna El Asvani, "Biz sıfırdan başlamadık ki" diye cevap veriyor. Mısır'daki değişime daha iki yıl öncesinden dikkat çekmiş olan El Asvani, "Demokrasi, aniden oluşan bir 'Cennet' değildir" diyor. Ve devrimci zihniyetin harekete geçirdiği nitel sıçramayı şu sözlerle özetliyor:
"Bir örnek vermek istiyorum. Polis, hapis cezasını çekmesi gereken birini tutuklamak istedi. Onu evde bulamayınca karısını tutukladı. Kural böyleydi. Baskı uygulamak için eşler yakalanıyor hatta işkence görüyordu. Bu kez kadının arkadaşları polis karakoluna gidip, kadın bırakılmazsa orayı ateşe vermekle tehdit ettiler. Daha önce binlerce kez olmuş bir şeye bu kez itiraz ettiler."
İşte buna benzer olayların aynı anda yüzlerce yerde olmasına 'Devrim' deniyor!
El Asvani, halkın daha önce de bu tip sistemli haksızlıkları kabul etmediğini, ama isyan noktasına gelmesinin, zamanla (zamanın ruhuyla) alakalı bir şey olduğunu anlatıyor.
"Mısır'daki İslam, toleranslı bir İslamdı. Bizim ülkemizde camilerle kiliseler yanyanadır. Eskiden barlar Ramazanda bile açık olurdu" diyen El Asvani, artık böyle olmadığı hatırlatılınca, "Gene de Körfez ülkelerinden daha iyi" diyor, ve devrimden sonra İslamcıların hızla güç kaybetmelerine örnek olarak, ilk özgür gençlik seçimlerini veriyor. Müslüman Kardeşler tarafından desteklenen İslamcılar sadece yüzde 12, 'Devrimci Birlik' adı verilen geniş cephe yüzde 65 oy almış. Genel seçimlerde de genç Mısır halkının benzeri bir sonuçla eski statükoyu ve İslamcıları rahatlıkla ekarte edeceğini düşünüyor.
Din'in yeni Mısır'da nasıl bir rol oynayacağı sorusuna El Asvani, "Ben sadece seküler bir Mısır düşünebiliyorum" diyor. "Zamanla islamcı partiler de, tıpkı Avrupa'daki muhafazakar partiler gibi bir rol oynayabilirler. Ben onların düşüncelerini reddediyorum, ama gayet tabii fikirlerini ifade etmekte ve kendi partilerini kurmakta serbestler."
Mısır Anayasasının ikinci maddesi, hukukun temelinin 'Şeriat' olduğunu söylüyor. El Asvani, bu konunun onu da rahatsız ettiğini, ama Anayasanın insanlara eşit davranılmasını garantilemesi halinde bunun kabul edilebilir bir durum olduğunu söylüyor. "Bizim" diyor, "22 güçlü demokrasiye ihtiyacımız var, yani 'Arap Ligi' ülkelerinde demokrasiye. Onlar, AB ülkelerinin yaptığı gibi kendi aralarında ortak çalışmalı ve müzakere etmeliler. AB iyi bir örnek. Nasır'ın Panarabizmi (Arapçılığı) yanlıştı, çünkü bütün (Arap) halkları bir tek kalıba dökmek ve birleştirmek istiyordu. Bizim güçlü ama özgür demokrasilare ihtiyacımız var."