Dünyanın merkezi Meru Dağı, Tibetli Nasreddin ve Orta Asya'da Tibet hakimiyeti

Çin Kroniklerinde, Çin'e saldıran en büyük düşmanlar "Beş Hu" diye adlandırılır ve saldırganlar, üç halk grubuna aittir: Türkler, Moğollar ve Tibetliler (Böpa). Barışçıl bir halk olarak bilinen Tibetlilerin beş Hu'dan biri sayılması yadırganabilir. Ama Türkler ve Moğollar gibi, Asya'nın hırçın göçebelerinden sayılan Tibetlilerin Budizmle yaşadıkları dönüşüm şaşırtıcıdır ve anlamlıdır. Çünkü bugün birçok eski söylenceye ve sırra ev sahipliği yapan Tibetliler, efsanevi Çin İmparatoru Shun'a karşı (M.Ö. 2225 yılında) savaşmışlardır ve M.Ö. 1122'de başlayan Wu Wang hükümdarlığı zamanında Çin Kroniklerinde, "Özellikle Tehlikeli" sayılmışlardır.
Çin'de Tang Devri (618-907) yaşanırken Türkistan, Tibetlilerin kontrolü ve hükümdarlığı altındaydı. Ve İranlılaşmış Karluk kökenli Türk kölelerin kurduğu Gazneliler devleti (Gaznaviyan) henüz doğmamıştı.
Tibet Hükümdarlığı, 7'inci Yüzyılda İmparator (Tsenpo) Songtsen Gampo tarafından kuruldu. Yarlung Hanedanlı'ğının kurucusu Songtsen, bir Türk Prensesi ile evlenerek Türk komşularıyla dostluk/akrabalık kurdu. Tibet'te kurulan hanedanlığın, bu sayede ortaya çıktığı söylenir. Songtsen Gampo, Lhasa'da bugün Potala Sarayı'nın bulunduğu yere ilk sarayını, saraylara layık prensesi için yaptırdı. İlk Tibet Alfabesi de onun zamanında kullanılmaya başlanmıştır ve Budizm onun devrinde Tibet'e gelmiştir (Daha önce şamanist Bon dinine inanıyorlardı). Tibet yazıtlarında "42'inci Hükümdar" sayılan Songtsen Gampo tahta çıktığında Orta Asya, Tibetlilerin kontrolüne girmişti. 

Orta Asya, her zaman, Göçebe konfederas-yonlarının kontrolü altında olmuştu. M.Ö. İkinci Yüzyılın ilk yarısında Hunların (Hsiung-nu) ve İranlı yerleşik Gutium halkının (Babilonca: Gutum) kontrol ettiği bir yerdi. 400'lü yıllarda Türkistan, Rouran'ların (veya Şu-şan'ların) kontrolündeydi. Bu kalabalık halka Çinliler "Juan-Juan" diyorlardı. ("Kımıl kımıl kurtçuklar birarada" anlamında!)
6. Yüzyılda Türkler buraya girdiler ve Batı Göktürk Kağanlığını kurdular. Göktürk hakimiyeti 745'de çökene kadar sürdü. Daha sonra Tang Çin'inin ünlü "Dört Garnizonu"nun komutasına geçti ve Çin'in Batı eyaletleri sayıldı. Ama 7. ve 8. Yüzyılda bu bölge Tibetlilerin bölgesi oldu. Göktürk konfederasyonu çöktükten sonra Uygurlar, 840 yılına kadar süren kısmi bir kontrol kurmayı başardılarsa da bölge, Tibetli T'u Fan'ın hükümdarlığı altındaydı. Kansu, Türkistan ve Kuzey Hindistan, Lhasa'daki sarayında oturan "Tsan-P'u" ('güçlü hükümdar') T'u Fan tarafından yönetilmekteydi. Kendileri Çin'e bir elçi gönderip, Çinli bir prensesle evlenmek istediğini iletti. Tang hükümdarı bunu reddedince T'u Fan 763 yılında Çin'e saldırdı ve istediği, saraydan kız kaçırarak aldı! Yanında binlerce Çinli esirle birlikte Lhasa'ya döndü. 848 yılında Çinlilere yenilmesine rağmen Orta Asya'daki hakimiyetini korudu.
Tibetlileri Orta Asya'da saygın bir halk yapan, Budizm oldu. Moğolların Budizmi kabul etmesini Tibetliler sağladı ve bu nedenle Çingis Han döneminde bağımsız bir ülke olarak varlıklarını korudular. Çingis, saygı duyduğu Tibetlilere dokunmadı. Kağanın doğudaki ardılları da Budizmi kabul ettiler (batıdakiler İslam dinini kabul ettiler)
Tibetliler Budist olduktan sonra, Asya'nın birçok önemli sırrının sadık bekçiliği/koruyuculuğu görevini üslendiler. Bu konuda -Anadolu'yla benzerlikler taşıyan- sadece iki örneğe değineceğiz.
Türk ve Bizans hakimiyetlerinin çakıştığı ve harmanlandığı en önemli bölge Marmara Bölgesi'dir malum. İşte orada da, her zaman kutsal sayılmış bir dağ vardır: Olimpos dağı, yani Uludağ. Osmanlı Hanedanı'nın ilk başkenti Bursa'nın dağıdır Uludağ. Aynı zamanda, Bizans'ın ruhsal/ruhani merkezi İznik'ten kuş uçuşu otuz kilometre uzaklıktadır. Olimpos, Yunan/Grek mitolojisinde Tanrıların dağıdır. Kutsal sayılan dağlar çoktur, ama hiçbiri Tibet'teki Meru dağı (veya Sumeru) kadar kutsal ve gizemli sayılmaz. Bunun ilk nedeni, Sümerlilerin bile bu dağı kutsal sayması, son nedeni de bu dağın bulunduğu bölgenin Çin Hükümeti tarafından 2003'e kadar -nedense- yasak bölge ilan edilip buraya kimselerin sokulmamasıdır. 
Eski Sanskrit dilindeki adıyla "Kailash"ın fiziksel özellikleri pek de önemli görülmez (Tibetçe adı: "Gangs rin po che"). Sadece 6714 metre yüksekliğiyle bölgenin küçük bir dağı sayılır. Neden kutsal olduğunu burada anlatmaya gerek yok. Ama en az beşbin yıldır burası, "bazı" yüce bilgilere/duygulara kolay ulaşılabilen bir yer olmalıdr. Bu nedenle mesela eski Bon dininin de kutsal yeridir, Hinduların da. 
Shiva'nın (ve Rama'nın) cennetinin bu dağda olduğuna (veya o dağ aracılığıyla ulaşıldığına) inanılır. Tibetliler, bu dağın doğal bir Mandala olduğuna dikkat çekerler. Zirvesinin, şaşırtıcı ölçüde simetrik olduğu söylenir. Söylencelere göre okyanus, bu dağın üzerine düşmüş ve dağın dört bir yanından fışkırmıştır. Fışkıran "şeyler" şunlardır: Kuzeyinden İndus nehri doğar. Doğusundan Brahmaputra nehri, batısından Satluj, güneyinden de Ganj nehrinin kolu Karnali doğarlar. Bunlar, Asya'nın en önemli nehirlerinden sayılır. 
Buraya çıkan tek kişi, Yogi Milarepa'dır. 12'inci yüzyılın başındadır. Daha sonra buraya kimse gitmemiştir/gidemememiştir. O zamandan sonra sadece bir kez 1985 yılında Alman Dağcı Reinhold Messner'e bu bölgeye girme izni verilmiştir, ama Messner, bölgenin kutsal olması nedeniyle bu girişiminden vazgeçmiştir. Daha sonra bir tek 2001'de buraya gidiş denemesinde bulunulmuş, ama Çin izin vermemiştir. 2003'den beri hac yolculuğuna izin verilmektedir. Çin, 2004'de buraya bir yol yapmaya kalktı, büyük protestolar oldu ve çalışmalar durduruldu. Bölgeye gidilebilmektedir ama dağın üzerine, neredeyse dokuzyüz yıldır hiç kimse çıkmamıştır. Vedik zamanların ilk Rama'sı (Avatar) yani Vishnu'nun altıncı bedenlenmesinin, baltasıyla buralarda bir yol (vadi) açarak halkını güneye geçirdiği anlatılır.
Eski Arap söylencelerinde ve Heredot'un tarihinde buradan bahsedilir. Tibetlilerden, "Tubba Kavmi"adı altında Kur'an'da da iki kez bahsedilir (Duhan Suresi 37 ve Kaf Suresi 14). Bölge, tek Tanrılı dinlerle çok tanrılı ve tanrısız dinlerin sınırını teşkil eder (kesişme noktası denebilir). İbn Haldun, Mukaddime'sine eklediği haritada Tibet'i de gösterir. Ama bazı acaip şeyler anlatır. Mesela Tubba kavminin Yemen'e ve Magrip'e saldırdığını anlatır. Tabii "fiziksel" olarak böyle bir saldırı asla olmamıştır! Mukaddime'ye göre Tubba kavmi, Irak ve Hindistan'a da girmiştir. Nasıl girdiği, kuşkusuz başka "boyut"lara sahip bir olaydır!
Bu boyutlara bir "ışık" tutmak babından burada, kısaca Tibetli bir bilgeden bahsedeceğiz. Adı, "Gendün Gyatso" (yani "Deli Dilenci"). 15'inci yüzyılda yaşamış İkinci Dalay Lama, resmi belgeleri bu adla imzalamaktaydı. Anadolu'da Hace Nasreddin tarafından temsil edilen "Muzip Bilgelik" geleneği, çok eski kadim bir gelenektir (Konuya başka bir yazıyla ayrıntılı bir şekilde değinmek gerekiyor). Hoca elbette tek örnek değildir. Ortodoks Hristiyan geleneğinde de vardır Anadolu'da ve Bektaşi geleneğinde uzun süre yaşamıştır. İşte bu geleneğin bilinen en son örneği -fıkraları anlatılan- son muzip bilge, bir Tibetlidir ve adı Drugpa Künleg'dir (18'inci yüzyılda yaşamıştır).