Ev kültürü önemli ölçüde değişti. Son değişikliklerle mutfağın evin merkezi haline geldiğini, yeni evlerde mutfağın çok önemsendiğini başka bir vesileyle anlatmıştık. Türkiye'de galiba en önemli yenilik, evlerdeki misafir odalarının ortadan kalkması olmuştu. Şimdi biraz daha farklı bir yerdeyiz. Son mikroelektronik devrim, birçok şeyi değiştirdi. Türkiye'de elektronik devrimin evlerdeki ikamet tarzına yansıması henüz pek hissedilmese de, işaretler -özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde- belirginleşiyor...
Şehirlerde son on yıldır artık iyice belirginleşen eğilim, dışarıda yemek yiyen ve zamanının çok büyük bölümünü evinin dışında geçiren insanlar. Bu insanlar dışarıda yemek yiyor, dışarıda eğleniyor, çalışıyor ve evini de yatmak için kullanıyor. Burada bir tür yeni göçebelikten ziyade, “yeni mağra yaşamı” sözkonusu. Yani hayat dışarıda yaşanıyor, evler de sadece dinlenmek ve uyumak için kullanılıyor. Diğer ilginç eğilim, eskiden evlerde yer tutan birçok alanın lüzumsuz hâle gelmesi. Eskiden müzik için amflikatör, pikap, kaset çalar ve kocaman plaklar vardı. Hepsi iPod’a sığıyor. Küçük kaliteli müzik Box’ları, büyüklerinden daha iyi. Ortada ne plak, ne film ne de kitap kalıyor. Hepsi, iPad ve benzeri aletlere sığıyor. Evde bir büro veya kütüphaneye gerek yok, çünkü laptop büro işlevini hakkıyla yerine getiriyor.
Türkiye’ye gelmeden önce yabancı bir arkadaşımın evinde ilk kez “giyinme odası” gördüğümde çok şaşırmıştım. Bu küçük oda, büyük bir gardop gibiydi. Sayısız elbise ve sayısız ayakkabı vardı odada, hepsi usturuplu ve temiz bir şekilde -bir dükkan titizliğiyle dolaplara yerleştirilmişti. Böyle adetlerin Avrupa’da da giderek terkedildiğini söyleyelim. İnsanlar daha az ama daha iyi şeyler almaya yöneliyorlar ve krizin de etkisiyle daha iktisatlı davranıyorlar.
Mütavazilik, yükselen değer. Ama esas olan, hayatlarının büyük bir kısmını ev dışında geçiren ve yalnız yaşayan insanların çoğalması. Bu yeni gelişmeye uygun olarak, son derece lüks ama son dece küçük evlerde oturmak trendi yayılıyor. Küçük evler tasarlayan mimar Frank Schönert’in verdiği bir mülakatta (Die Zeit 2011/44) soyledikleri dikkat çekici: “Bir insan evinin yaklaşık 3.7 metrekaresini kullanıyor.” bu nedenle yeni küçük evler de en fazla 45 metkare. Bu evlere aslında, “Haftasonu evleri” veya “Gece evleri” demek de mümkün. Şimdiden 40 minik ev inşa etmiş olan Schönert yalnız değil. Bu lüks ama nisbeten ucuza malolan evler, odaları kullanılmayan ve çok katlı evlere alternatif. Deprem sorunu karşısında iyi bir çözüm olduğundan, TOKİ’nin eski sosyalist blok mimarisi gibi Türkiye’nin her yerine kondurduğu ve hepsi birbirinin aynı olan evlerine bir alternatif dalgasına yol açabilir. 1999 Gölcük depreminden sonra Yalova’da, Türk ahşap mimarisine uygun mini evler tasarlayıp inşa eden bir firmanın peydahlandığını ve söyleyebilirim.
Yeni küçük ev stilinin buralarda da tutunması için Türkiye’de özellikle aydınların önayak olmasıni beklemek hakkımız. Yeni evler, bir felsefenin de ifadesi. Minimalist mütevazi ama çağın en ileri teknolojisini kullanan, estetiğe önem veren bir hayat tarzının ifadesi olan bu evler, genellikle enerjisini de kendi üretiyor ve güneş enerjisi kullanıyorlar.
Bence en iyi Japon Bow Wow ve benzeri mimarlık büroları tarafından temsil edilen bu akım, Tokio'da 15 metrekarelik evlerde yaşamaya alışkın insanların tecrübesinden de yararlanarak, özellikle ısıtma giderlerinden muazzam tarruf edilebildiğine dikkat çekiyor.
Yeni mimari akım, geçici bir moda değil. Temsil ettiği minimalist “azla yetin” anlayışını Apple firmasının felsefesinde de gördük ve bu anlayışın ne kadar başarılı olduğunu söylemeye gerek yok.
Bu mimarinin dayandığı ana fikirden biri de, insanların günlerinin çoğunu evlerinin dışında geçirdikleri olduğundan, herkesin kullanabileceği sosyal alanların inşaasını destekliyor. Bu da, çok daha güzel lokantalar, kahveler falan demek. Sosyal medyanın sürekli diğerleriyle bağlantı halindeki insanı, hareketli yaşamına yeni bir ifade tarzı mı buluyor? Bunu zaman gösterecek.