Kapitalizm deyince önce aklımıza, sürekli artmak zorunda olan bir para türü/cinsi gelir. Burada “zorunda” sözcüğünün altını çiziyoruz. Çünkü kapitalist para türü ancak bu sayede varolabiliyor (sistemin anafikri).
Kapitalizme alternatif sistemin ana fikri de "kâr" dürtüsüyle değil, "insani değerler" dürtüsüyle işlemesi olmalıdır. Bunun için biraz geriye bakmakta fayda var. Klasik Türk ekonomisi deyince benim aklıma Ahiler gelir. Anadolu'da Ahiliği kuran muzip Ejder Hace Nasreddin, halka doğru yayılan kalıcı bir refah için, kazancın ana kuralını da koymuştur: Paylaşmak. Paylaşmak ve yardımlaşmak çok önemsenmiştir. Gelir uçurumu asla bu günkü gibi olmamıştır dünyada. Anadolu Sultanının tebasıyla arasındaki gelir farkı, bugünün bir kasaba tüccarıyla topraksız köylüsü arasındaki farktan büyük değildi. Mütevaziliği emredip faizi yasaklayan Türk İslamı da, gelir dağılımında uçurumların oluşmasını yüzyıllar boyunca önlemiştir ve bunda başarılı da olmuştur, çünkü Anadolu’ya iki şey henüz (dışarıdan) gelmemişti:
1. Faizin çeşitli biçimleri üzerinden sürekli artan kapitalist para biçimi.
2. Bu para biçimini en ufak bir kuşku duymadan benimseyen, siyasi güç edinmek için kullanan Nakşbendilik ve Vahabilik (onun bu adı henüz taşımayan biçimi). Önce Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgesine, derken büyük şehirlere gelen bu iki ithal Orta-Asya ve Arap akımı, baş düşmanları Türk İslamına en çok zarar veren şeyin, (o sıralar Anadolu’da sadece şehirli Hristiyanların bildiği) Kapitalizm olduğunu anladılar.
Türk İslamı paylaşımcılığı öğütlerken, onlar sadece sebolik bir fitze/zekatı öğütlemiş, ama daima zenginliği övmüşlerdir. Daha sonra kapitalist mantığın Anadolu’da yavaş yavaş Müslümanlar arasında da tutmaya başladığı 18’inci yüzyılda, bu dervişlerde herşeyi görürsünüz ama dervişliğin kadim “fakirlik” kuralını göremezsiniz.
Kapitalizmi görmezden gelemeyen Ahilik sona ererken, kapitalizmle barışık/müttefik ithal Müslümanlığın değişik versiyonları Türkiye’ye hakim oldu. Türkiye’nin en kapitalist döneminde, aynı zamanda en Müslüman olmak iddiasındaki bir İktidara sahip olması, böyle bir sürecin sonucudur. Ama kapitalizm tekliyor. Sadece Avrupa’da mı? Hayır burada da. Orada daha fazla burada daha az. Tekliyen şeyin, özünde bir para türü ve onun etrafında kurulu ilişkiler sistemi olduğunu düşünürsek, neyi nasıl ve niye değiştireceğimizi daha iyi anlarız.
Önce çok alıştığımız kapitalist refahtan sözetmeliyiz.
Bugün kapitalizm sayesinde, hepimiz, cep telefonu, laptop falan gibi sofistike aletlere sahibiz. Peki kapitalist sistem bunları neden yapıp sattı?
Sürekli birşeyler satın almamız için. Özünde ne aldığımız pek de önemli değildir. Önemli olan sürekli birşeyler almamız, kullansak da kullanmasak da almamız ve böylece paranın sürekli dönerek artmasını sağlamamız önemlidir. Herşey kâr içindir...
O koca koca firmalardan köşedeki bakkala kadar tüm işletmeler kâr için çalışır, iPhone ve plazma televizyonlar da bunun için üretilir, savaş uçaklarını ve mayınları da...
Ama bu kâr dürtüsüne -yani sistemin motoruna- son dönemde kum kaçmış gibi! Kâr için yapılmayan işler neoliberal dönemde hiçlenmişken, son dönemde birden arttı. İnternet devrinde ortaya çıkıp günümüzün postkapitalist devrinde belirginleşen bu eğilime kısaca: 'Kâr amaçlamayan, sadece kendini idame ettiren işletmeler anlayışı' diyebiliriz. Ben, hemen WikiLeaks'i örnek vereceğim ama asıl, internette dolaşan sonsuz sayıdaki bedava program yazılımlarını ve Copyright'a karşı çıkanları, kâr amaçlamayan kurum/vakıf/proje ve firma örneklerinin artması, parasız değiş-tokuş ağlarının kurulup internet üzerinden işler olmasını falan örnek göstermek gerekir.
Burada refahtan yararlananları doğrudan ilgilendiren soru şudur: “Evde bir çamaşır makinam, buzdolabım, televizyonum, laptopum, eşyalarım varsa, sırf sistem büyüsün/yaşasın diye neden her ay eşyalarımdan birini değiştirip yenisini alayım ki? Evim zaten dükkana döndü?”
Bu soruyu soranların yaşadığı ülkelerde büyüme hızı yüzde bir dolaylarında. Avrupa’da artık bilemediniz iPad ve yeni tip cep telefonları kitle halinde satılıyor. Onun dışında halk, büyük paralar döndüren şeyler almiyor, ekonomi yavaşlıyor. Ev de almıyorlar artık. “Daha çok evim olsun turşusunu kurayım, kasabın oğluna kiraya veririm” mantıği da yok, çünkü o zaman bu evlerle uğraşmak gerekiyor. Avrupalı hayatını betonla uğraşmak yerine güzel şeylerle değerlendirmek gibi bir kültür kurmuş. Kitap okuyor, geziyor, tiyatroya falan gidiyor. Ama henüz (gözü) aç ülkeler, öyle değil. Bir de diğer (karnı) aç ülkeler var elbette. Onları ayrıca konuşacağız. Şimdi, sistemin zengin merkezlerinde kriz atmosferinde asıl konu şu: Biz bu refahtan memnunuz -da... bunun için evlerimizi lüzumsuz eşya deposu haline getirmeden, o lüzumsuz eşyayı üreteceğiz diye doğayı talan etmeden, iklimleri bozmadan, refahımızı nasıl koruyabiliriz? (Zira kapitalizm koruyamıyor -ki neden ve nasıl koruyamadığını burada göstereceğiz)
Konu, sadece refahın korunabilmesi (yani belli bir kanaatkârlık) olunca, biraz daha farklı bir yerden/açıdan konuşmak mümkün. Önce bu yeni mantaliteyi bir kenara yazalım. Çünkü değişimin ana fikrine buradan varabiliriz...
Kapitalizme alternatif deyince, önce “neyine aternatif?” ve “niye alternatif?” diye sormamız lâzım tabii. Galiba önce bu dünyayı mala çevirip satıp onu da paraya tahvil etmeden refah üretememek işlemine mutlaka alternetif bulmamız gerekiyor, çünkü bu durum, dünyadaki tüm sosyal/çevresel/vd. sorunların anası.
Konuyu dağıtmadan devam edeceksek:
Şimdi Türkiye’de iktidarın söylediği üzere ve Türkiye gibi (gözü aç) diğer ülkelerde söylendiği üzere kriz, sadece Avrupa ülkelerinin krizi midir?
Bir sistem krizidir, çünkü artık refah üretememektedir. “Türkiye yüzde on büyüme rakamını yakalamış, Çin’i bile sollamışken” ne krizinden bahsedeceğiz?
Gerçeğin krizinden...
Türkiye'nin kişi başına düşen milli geliri bilmemkaç bin Dolar artmış olabilir. Ama kişi başına düşen gayrı safi borcu da artmıştır, üstelik ülkenin tüm varlıklarının özelleştirilmiş olmasına rağman. Benzeri durumlar dünyada da aynı!
Dünya tüketiciliğinin asıl merkezi ülkelerde millet eskisi kadar çok almayınca ortaya yeni bir fenomen çıktı: Borçlanma. Krizin de buradan çıktığı malum. Türkiye’nin yıllık büyüme oranıyla yıllık borçlanma oranı birbiriyle örtüşüyorsa, hatta borç artıyorsa, o zaman büyüme yüzde seksen olsa ne yazar? (Sıfır...) "Büyüyoruz" sözleri tam da bu nedenle esasen bankaları ve sanal para sahiplerini heyecanlandırıyor, ama halkı heyecanlandırmıyor, çünkü halk borca yaşayıp görüyor. Sistemin şimdi günlük temel sorunu da bu: Yeni refah üretemiyor, sadece borçlu üretiyor. Sistem, boşa/borca işleyen bir şey haline geldi. Ve bu Avrupa’ya özgü de değil, sisteme özgü bir şey. Öyleyse, alternatifi aramaya başlayabiliriz.
Yeni alternatif, ilk elden:
1. Yaratılan refahı sürdürecek, refaha sahip olmayanlarla refahı paylaşacak, ama bunun için sürekli üretmek/tüketmek zorunluluğu olmayacak. Bunun için işletmelerin kâr dürtüsü ötesinde 'insani değerler' dürtüsüyle işlemesi gerekir. Yeni amacı esas alan işletmeler belirleyici olmaya başlarsa, paranın artmak zorunluluğunu doğal bir yoldan kavgasız/gürültüsüz değiştirmek de mümkün olabilir.
2. Kâr etmek işlemini ve iş denen şeyi mala (metaya ve oradan paraya) odaklı olmaktan çıkarmak gekir. Bu karmaşık işlemin teorisini yapan/yazan Avrupalı dostları buradan selamlıyorum! Sistemin ruhla madde arasındaki bağlantısı gibi sofistike bir alan olan bu konuyu pratiğe geçirmek -bazı müdahaleler saklı kalmak koşuluyla-, gelişmelerin kendi dinamiğiyle ilgili bir durumdur.
3. İnsanlar, eskisi gibi asla zengin olmayacaklarını bile bile, belli bir mütevazi (ama sürdürülebilir) bir hayatı peşinen kabul etmek zorunda kalacakladır (mıdır?!..)
Mesela bu, Türkiye’ye sonradan dikme, siyasi “Müslüman” müteahhitlere uymayan bir şeydir! Bunlar kendi değerlerini, esasen para/mal/mülk üzerinden tarif ettiklerinden, değer sistemlerinde sanat/kültür/müzik gibi şeyler bir yer tutmaz. Bu özellikleriyle "eşsiz"dirler. Bu nedenle, postkapitalist döneme uygun değildirler. Sahip oldukları tek şey de, Marksist klasiklarden alıntı yaparak son derece kaba bir "rasyonalizm" üzerinden konuşan eski Solculara benzemektedir. (Alıntı yaptıkları kitabın asıl yazarının -yani Tanrı'nın- öldüğünü sanıyorlar!)
Para/mal/mülk konusundaki temel değişim, dünyada çok kişiye uymayan bir şey. Ama onları “ikna” edecek iki gelişme yolda: Biri, bu konuları açıkça görenlerin sayısının internet hızıyla artması ve alternatif düzenin demokratik yollardan kurulmasıdır. Bunun için vakit kıt ama var.
İkincisi, sistemin çökmesi veya çökertilmesidir.
Bir numara uymazsa iki numara!
Ama bu iki numara arasındaki fark şu:
İki numara devreye girerse ve dünya bir felakete uyanırsa, birinci çözüme ayak direyen sistem yalakası taraftarlara, saldırgan kuduz köpek muamelesi yapılabilir.
(Çifte çözüm!..)
Bütün dünyada yaşanabilecek, para denen şeyin bir anda anlamını yitirmesi durumudur ve kötü olur. Sistemin anafikri ortadan kalkarsa -ki kalkıyor- Böyle bir durumun ön çalışmasını yapmak bir yana, bu konuları rüyasında bile görmemiş hiç düşünmemiş olanlar, son onbin yılın en has kâbusuyla uyanabilir...
Bu kabusun en zor tarafı, ne olduğunu anlamayan veya anlamak istemeyen sistem taraftarlarının, kendini sadece parası/malı üzerinden tarif edebilenlerin bir anda dımdızlak ortada kalmaları ve sıfırlanmalarıdır.
Ama böyle bir kâbus olmak zorunda değil.
Bu değişimi demokratik/akıllı yoldan yapabilen halklar, yıkım yaşamadan, yeni dönemde ön alabilirler. Yeni dönemde zenginliğin ilk ölçütü de ruh/gönül (yani başlangıçta: demokrasi ve kültür) zenginliği olabilir -beton ve para zenginliği değil...