Desertec, bir çok bakımdan dikkat çekici büyük bir proje. Sahra çölünde, dünyanın en büyük yoğunlaştırılmış güneş enerjisi reaktörlerini kurarak, güneş/rüzgar enerjisinin gerçek bir sektör haline gelmesini hedefliyor. Bir vakıf haline gelen Desertec, 2007'de (ilk 2003'de) Club of Rome tarafından başlatıldı, daha sonra çok sayıda firmanın katılımıyla ilk şeklini aldı. Fransa'nın aktif rol oynadığı ve geleceğin teknolojilerinin/hayallerinin devreye girdiği Desartec projesi, başta Kuzey Afrika ülkelerini ihya etmeyi ve Avrupa'yı petrol bağımlılığından kurtarmayı hedefliyor. Büyük hedefler. İlk hedefi, Avrupa'nın fosil kökenli enerji ihtiyacının yüzde 15'ini Desertec üzerinden karşılamak.
Akdeniz'in altından Avrupa'ya ulaşacak en modern kablo ağı, elektriği, sadece yüzde 3'lük bir kayıpla Avrupa'ya ulaştıracak. Tabii bu proje, Kuzey Afrika ülkeleri ile Avrupa'nın siyasi yakınlaşmasını ve 'Akdeniz Birliği' üzerinden AB benzeri bir yapıda örgütlenmesini de sağlamayı hayal ediyor. Ama projenin zayıf noktaları var. Önümüzdeki dönemde uygulamayı zorlaştırabilecek bu zayıflıklar, olaya bugünün mantığıyla yaklaşmakla ilgili.
İlk adımlar olumlu. Avrupa, Arap Baharı'ndan sonra (aslında çok daha önce) Kuzey Afrika ülkelerine -o zaman için kulağa absürd gelen- bir alternatif öneride bulunuyordu: Avrupa'nın teknik/entelektüel desteğinde yeni bir sektör kurmak ve petrol monokültüründen/bağımlılığından kurtularak, yeni bir tür refah kurmak. Petrolün ömrünün kısıtlı olduğu (Peak Oil), kısıtlı olmasa bile iklimsel felaketleri peşinen önlemek için güneş/rüzgar enerjisine ağırlık vermek gerektiği fikri, despot rejimlerinin yönetimindeki Kuzey Afrika için tam bir ütopyaydı. Çünkü pertol satarak muazzam karlar elde eden Kuzey Afrika ülkelerinin totaliter elitleri, hallerinden memnundu ve bu yeniliğe pek açık değillerdi. Petrolün, aynı zamanda yerel despotlar ve yandaşlarının rejimi anlamına geldiği malumdur. Bunun somut nedeni, petrol/gaz gibi fosil yakıtların, belli coğrafi bölgelerden çıkarılabilmeleri nedeniyle, yerel derebeyleri tarafından kontrolünü kolaylaştırır. Fosil yakıtlar, bu coğrafi özellikleri nedeniyle, politika denen şeyin 20'inci Yüzyılda -neredeyse- coğrafya anlamına gelmesini sağlamışlardır. (Jeopolitika, Jeostrateji vs.) Petrol bölgelerini kontrol etmek, siyasetin odağını oluşturmuştur.
İşte Desertec'in hem büyüklüğü, hem de sorunu tam da burada...
Desertec gibi projeler için uygun ortam artık mevcut. Arap Baharı, "Tek adam ve partili/aşiret/mezhepsel yandaşları" şeklinde özetlenebilecek rejimleri yıktı. Şimdi geçici bir Sağ/İslamcı dalga geliyor. Ardından yeniden demokrat ve kadının yükseltildiği anti-islamcı bir dalga gelecektir. Fakat yoldaki bu iki dalga da, eskisinden çok daha demokrat ve katılımcıdır.
Desertec (ve gelecekteki benzeri) projelerin en önemli yanı, Türkiye'nin sıcak "din kardeşiyiz" söylemi gibi kuru laftan ve bildik asfalt/beton neoliberalizminden ibaret olmamasıdır. Türkiye'nin bu konularda ön alabilmesi ve Kuzey Afrika'ya örnek olması, bugünkü iktidarın zihniyetiyle kesinlikle imkansızdır. Çünkü Desartec benzeri projelerin postkapitalist döneme doğru ağırlık ve önem kazanması, ancak demokrasinin sahiden işlemesiyle yakından ilgilidir. Bunun somut sosyoekonomik nedenine burada değinmek istiyoruz. Ama Türkiye'nin sahiden etkili olabilmesi, dünyaya (ve tabii Kuzey Afrika'ya da), yeni bir sistem sunabilmesiyle ilgilidir. "Müslüman" AKP devleti, bunu değil gerçekleştirmek, düşünmek kapasitesine bile sahip değildir. Ve ruh sahibi postkapitalist bir alternatif geliştirerek geleceğin bir numaralı yumuşak gücü olmak perspektifine sahip olmak, neoliberal/Sağ/İslamcı bir kafayla zaten mümkün olamaz. İdeolojici mantık, anti-demokratik Sağcı neoliberal zihniyeti vs., bunu imkansız kılıyor.
(Türkiye Kuzey Afrika'ya, şu anda sadece, faiz şampiyonu neoliberal taraftar ihaleciler rejimi sunabiliyor ve Arapların devirdiği türden "tek adam ile yandaş parti devleti" formatına, her geçen gün daha çok benziyor. Arap Baharı sonrasında Türkiye ve Tayyip Erdoğan, savaştan önce "saflara" kazanılmak amacıyla, istendiği kadar şişirilsin, Arap ülkelerine kesinlikle örnek değildir ve bu gerçek, bundan sonraki gelişmelerin tabiatıyla da ilgilidir)
Desertec'in en önemli sorunu, Güneş/rüzgar Enerjisi gibi birşeye, 20'inci yüzyılın Jeostrateji mantığıyla bakmasıdır. Yani dünyanın fosil yakıtlar gibi coğrafyaya sıkı sıkıya bağlı olMAyan (dezentral/decentral) Güneş/rüzgar enerjisini, bir coğrafyaya indirgeme anlayışı fena kalde sırıtmaktadır ve sırıtırken görünen çürük dişe de biz 'Kapitalizm' diyoruz. Elbette toplam yarım trilyon Dolarlık bir projedir ve o parayı yatıran firmalar böylece geleceğe yatırım yapmak istemektedirler! Bunun kapitalizme tercümesi, yerel birşeyi kontrol etmek kolaydır ve o yarım trilyon, bir yarım trilyon da kâr getirse iyi olur! Burada anlaşılmayan nokta, Güneş/rüzgar enerjilerinin petrol/gaz gibi merkezileştirilmeleri çabası, önce bu enerjilerin doğasına aykırıdır. Hadi biz "kötü" haberi verelim: Buradan yarım trilyonluk kâr falan çıkmaz! Fakat Desertec, buna rağmen, geleceğe dönük en önemli projelerden biridir. Hele Türkiye gibi Güneş/rüzgar cenneti petrolsüz bir ülke için, acilen ciddiye alınması gereken bir yoldur, ama zihniyetiyle beraber...
Eğer paylaşımcı/özgürlükçü yanı da benimsenirse, gerçek bir alternatif olmak yolunda ilk adımları atabilir.
Doğa boşluk kaldırmaz. Şimdi bu anlayışı, Avrupalı idealist entelektüeller ve bazı firmalar destekliyor. Orta Avrupa'da bu anlayış her geçen gün daha büyük destek buluyor. Kuşkusuz Kuzey Afrika'da da bulacaktır, Türkiye'de de. Ama Türkiye'de henüz en ufak bir desteğe sahip değildir, zira hızla totaliterleşen Türk neoliberalizminin halka pek yansımayan "görsel" refahının Türkiye'de hep böyle devam edeceği türünden bir anlayış hakim. Şu kadarını söyleyerek noktalayalım: Hep böyle sürmesi, matematiğe aykırı ve o matematik, 2012 Şubat ayından itibaren işlemeye başlayabilir.
Türkiye, 20'inci yüzyılın küflü coğrafi mantığını ve çürüyüp bitmiş Panislamist "emperyal" saçmalıklarını aşıp coğrafya ötesi sahici bir demokratik bakış açısını içselleştirirse, otomatikman merkez olma yolunda ilerleyecektir -hem de sadece İslami Coğrafya'nın değil, İbrahimî Coğrafya'nın bir-iki merkezinden, sembolik Birincisi olabilecektir...