"Mucize" tıfıllardan Azra! Felaket vız gelir, tırıs gider... |
Van/Erciş yazıları 3
Van M tipi Cezaevinin arkasında, cezaevinden yüz metre kadar uzakta açık alanda çadır kurmaya çalışan bir ailenin yanındayım. Beni buraya kadar getiren Nimetullah ile Ömer, on-onbir yaşında iki cengaver. Ömer kumral, sessiz bir çocuk. Nimetullah zayıf, esmer ve konuşkan.
Deprem olduktan hemen sonra cezaevinde bir isyan çıkmış, mahkumlar kaçmışlar. Ama olay öyle birşey ki, ileride mutlaka filmi falan yapılır. Etrafımdaki on kadar çocuk arasında en makul ve mantıklıları olan orta iki talebesi üniformalı Kübra, eşofmanlarla, terliklerle dışarı kaçan mahkumların çıktıkları yeri eliyle gösteriyor. Hapishane duvarı, köşeye yakın kısmında iki yerinden yıkılmış. En köşedeki yıkıntıda duvar sadece bir metre yüksekliğinde, oradan dışarıya çıkmak çok kolay. Hemen yanındaki diğer yıkıntının yüksekliği de en çok birbuçuk metre. Yüz metreden uzun dev duvar, bir de orta kısımlarında yıkılmış, ama yıkıntı sadece üst kısımda olduğundan, oradan kaçmak olanaksız.
Depremden sonra mahkumlar bahçeye çıkarılmışlar, ama yıkık duvarları görünce oradan dışarıya çıkmışlar. Buraya kadarını basından da okuyabilirsiniz. Ama basının yazmadığı, bu sırada makineli tüfeklerle ateş edildiği. Çocuklar, özellikle de kızlar çok korkmuş. Burada hiçkimse, mahkumların üzerine ateş edilmiş olacağına inanmıyor, hem de iki yaralı görmüş olmalarına rağmen. "Havaya ateş edildi" diyorlar.
Yaralılardan biri, -gençmiş- karnına bir bez dolamış. Kübra, bezin kanlı olduğunu görmüş. O kişi, kaçamayacağını anladığı için geri dönüp teslim olmuş. Bir de elinden yaralı birini görmüşler. Onun ne olduğunu bilmiyorlar. Mahkumlar bahçelere girmiş, en güzel elmaları toplamışlar. Bunu anlatan da Nimetullah. "Biz o elmalardan bir tane bile yememiştik" diye hayıflanıyor. Onun derdi başka. "Kızlara ıslık çalıyorlar" diyor. Hapishaneden kimse memnun değil. O bunları anlatırken kızlar kıkır kıkır gülüyor. Bu devasa yapı, yerleşim biriminin, İskele Mahallesi'nin tam ortasında kara-gri kabus gibi duruyor. Hemen yakınında ev yok. Evler -biri dışında- hepsi en az kırk-elli metre uzakta. Giriş kapısının tam karşısında, çok salaş bir bakkal var. Sadece mahkum yakınlarına satış yaptıkları, gazoz, bisküvi falan gibi şeyler sattıkları belli.
İkinci isyandan bir-iki saat öncesinde bu bölge adeta terkedilmiş bir yer havasında. Sokakta kimseler yok. İki cengaverin babalarıyla tanışmadan önce onlar da bahçede oturuyorlardı. Tek katlı kerpiç evlerine kesinlikle girmiyorlar. Evde biriki çatlak var -özellikle yatak odasında- ama sağlam görünüyor. Onlar gene de eve girmiyorlar, bahçede uyuyorlar. Babaları onlara naylondan minicik bir oyuncak ev yapmış, üşüyünce oraya giriyorlar. Aileden evde yatan tek kişi, Cesaret ana, yani ufaklıkların annesi!
Mahkumlardan biri, grup içindeki en büyük kızdan (onaltı yaşında) birşey istemiş, Filiz'in ödü kopmuş, adam kardeşine birşey yapacak diye. O kız utangaç utangaç gülümsüyor, "Sadece su istedi" diyor.
"En çok da ayakkabı istediler."
Nimetullah bunu söylerken gülüyor. "Para da istediler."
Kübra, "Bizi kimselere demeyin ne olur, bizi saklayın diye yalvardılar" deyip başını sallıyor.
Mahkumlar hakkında anlatılanlar çok fazla. Ama kaçanlar hiçkimseye birşey yapmamış. Çoğu küçük, adi suçlu ve buraların çocukları olduklarından, depremde ailelerine birşey olup olmadığına bakıp, akşam dönmüşler. Kaçanların yarısına yakınının ya yakalandığı, ya da kendiliğinden teslim olduğu anlaşılıyor. O gün hapishanenin çevresini güveblik güçleri çevirmiş falan. Biz oradayken dışarıda ne asker ne de mahalle sakini vardı. Nimetullah'la Ömer iki yanımda, mahallenin efesi pozlarında beni hapishanenin önüne kadar getirdiler. Dört çocuk daha vardı, ama kızlar yanımızdan ayrıldı, dört kişi çamurlu yolda yürüyoruz. İkisi arkamızdan geliyor.
Nimetullah bana, "Abi Dünyanın sonu geliyomuş doğru mu?" dedi.
Kapkara gözleri bir an daldı. Ömer de pür dikkat benim vereceğim cevabı bekliyordu.
"Dünyanın sonu size gelmez ki. Sonu gelirse, siz yeniden başlatırsınız -tamam mı?"
Nimetullah bana dikkatle baktı.
"He mi?!"
"Söz verin bakiym. Başlatacaksınız..."
Hepsi heyecanla başını sallıyor.
Ömer kocaman gülümsüyor. Nimetullah'ın da çok hoşuna gidiyor bu iş.
"Biz üç arkadaşız" diyor Ömer. Nimetullah da "He ya!" diyor. Çocukları öpüp oradan ayrılıyorum. Birkaç saat sonra otelin en üst katında, 5.6 şiddetinde bir ardçı deprem oluyor ve otelde çay ısmarlayacak personel bulamıyorum.
"Personel, binanın dışına çıktı (yani kaçtı) efendim..."
Sonra, hapishanede yeniden isyan çıktığını, ama can kaybı olmadan sona erdiğini öğreniyorum.
Dünyanın sonu gelMİyor çocuklar!