Türkiye, seçim sath-ı mahallinde tüm çirkinleşmelere ve akıl almaz seçim seviyesizliklerine rağmen önemli bir zaman diliminde ilerliyor. Türkiye'de 2008'den beri etkisini giderek artıran 'Değişim/ Dönüşüm' döneminin etkileri, yeni bir kaliteye doğru evriliyor. Özellikle bu yılın ilk aylarından başlayarak yaşanan birçok çöküş ve yükseliş, gelişmenin istikameti konusunda bazı fikirler edinmeye yardımcı oldu. Bu gelişmelerden ilki, ideolojik Türk dış politikasının iflas etmesidir. O halde ideolojik dış politika modellereinin pek geleceğinin olmadığı da anlaşılmaktadır. Diğer gelişme, Kılıçdaroğlu yönetimindeki, üzerine ölü toprağı serpilmiş CHP'nin canlanması ve Güneydoğu Anadolı Bölgesinde bile milletvekili çıkarma ihtimali ve BDP'nin 'özerklik' taleplerine tek somut alternatifi sunması, Sezgin Tanrıkulu gibi Diyarbakır'ın akıl sembolü bir adamı bu konularda en yetkili makamına oturtmasıdır. Meclis'te MHP'nin bile BDP milletvekillerine yaptığı jestler, şimdi bu sürecin devamı konusunda fikir veriyor.
Bence Türkiye, asıl yoğunluğu seçimler ertesinde belirginleşecek -iyi anlamda- çok önemli bir süreçte ilerliyor ve seçim sonuçları, bu sürecin devamını getirecek. Yalnız bazı olası kalite farklarından bahsetmeliyiz.
Türkiye, kurulduğu günden bu güne kadar etkisini sürdüren bazı sosyo-psikolojik konuların verdiği rahatsızlıkla yaşıyor. Ben bu konuların en başında, bugün 'Kürt Sorunu' diye adlandırılan sorunu görüyorum. Bu sorun çerçevesinde ifade edilen, 'Ulus devlet olma aşamasında yaşanan sosyo-kültürel homojenleşme acıları' sadece Kürtleri değil, en başta Ermenileri, Tunceli'deki Alevileri, tabii Rumları ve daha birçoğunu vurmuştur.
Bu yaraların haala acımasının asıl nedeni, bunlara makul bir anlam verilememesidir ve buradan bir güşmanlık, husumet, rövanşizm vs. devşirilmesidir. Sonuç, birbirine karşı kanlı-bıçaklı cephelerin oluşması olmuştur. Ulus-devletleşmeyi ve kapitalistleşmeyi bir türlü anlayamama ve sindirememe, şahsen benim gözümde iyi birşeydir -tabii kapitalizmin normlarıyla düşünülmediği takdirde!
Şimdiye kadar, 1911-1922 Anadolu Kıyameti'ni kabul etmek istemeyenlere sonuna kadar katılırım. Fakat kimlikçi bir dille, bu Kürt yarasını ve diğer yaraları makul bir sonuca bağlamak mümkün değildir.
İşte şimdi içine girilen dönemin, bu yaraların deşilip, aslında ne yarası olduğunun ve özünde nasıl yaralar olduğunun anlaşılacağı bir dönem olacağı görünüyor. Eski dilin revize edilmesi, cepheleşmenin anlamsızlığını da giderek daha iyi ortaya koyacaktır.
Dönemin diğer konusu, Türkiye'nin (özellikle Avrupa ve Batı karşısındaki) aşağılık kompleksidir. İktidar, bunu aştığını iddia ediyor, ama doğru değil. "Van Minüt" çıkışları bir gösterge değil. Artık, bu konunun da sağlıklı bir şekilde aşılması ihtimali var. Türklerin kendilerine karşı da dürüst olacakları bir dönem...
Tabii bu konuların samimi bir şekilde konuşulması, bazı çevrelerde, önce oldukça acıtıcı olabilir. O nedenle konuların -kamplaşmalar ötesi- bir yerden yürütülebileceği konusunda daha fazla umudum var. Hafta sonu gazeteci Mehmet Ali Bidand'la Akşam gazetesinin yaptığı bir söyleşide Birand, elli küsür yıllık meslek erbabı olarak, Türklerin kendi aralarındaki "çatışma kültürü"nden bahsediyordu. Erbab da olsa, o elli yıl, işte bu yaraların tam anlamıyla yaşandığı elli yıldır ve asla bugünkü kadar keskin ve belşden aşağı olmamıştır. Şimdi Türkiye, Birand'ın sözlerinde ifadesini bulan, işte böyle çok önemli bir önyargıyı da aşmak yönünde ilerlemektedir. O kamplaşmaların ve uzlaşmaz düşmanlıkların nasıl ortaya çıktıkları, aslında ne oldukları, anlamsızlıkları daha iyi anlaşılacaktır ve bu kamplaşmalardan geçinen politika/yazı/çizi erbabı zayıflayacaktır.
Bence bu dönemde bazı önemli konular, gizli yollardan, mutlaka uzman desteğinde, çok yönlü danışarak (tüm siyasi kesimlerin angajmanıyla) ve alabildiğine dürüst bir şekilde ele alınırsa, hem daha az acı verecektir, hem de -sonrasında- daha iyi ve kalıcı çözümlere yol açacaktır. Ama asıl konular mutlaka tartışılmak ve eski dilin tahakkümünden kurtulmak gerekmektedir.
Bu dönemin ardından "Kürt Sorunu" elbette çözülmüş olmayacaktır. Sorunu "Kürt/Türk/Alevi/Hutu/vs." üzerinden tartışmayı devam ettirmek isteyenler gene varolacaktır, ama artık özü belirleyici olamayacaklardır ve bu konuda neoliberal kimlikçi anlayış ile gelecekteki yeni anlayışın ilk önemli nüveleri arasında bir kırılma yaşanacaktır. Bunlar tabii birer tahminden öte değil...