Geleceğin gazeteceliği ve bugünün gazeteciliğinden farkı hakkında


Nedim Şener ve 
Ahmet Şık'a

Gazetecilik, yeni haliyle, geleceğin en önemli mesleklerinden biri olmaya adaydır. Gazetelerin, çeşitlenen modern hayat hakkında bilgilendirici bir rol oynayarak tarih sahnesine çıktıklarına bakınca, bugüne kadar değişmeyen asıl işlevlerinin -güncel anlamda- 'Halkı bilgilendirmek' olduğunu görüyoruz. Geleceğe doğru uzanan tarihlerinde gazetelerin bu özelliğinin değişmeyeceğini söyleyebiliriz. Değişen, gazetelerin ve medyanın verdiği güncel bilginin genişliği, alanı, deriliği ve türüyle ilgili olacaktır.
Ama önce, 'Gazete'nin (ve çeşitli gazete tiplerinin) sistem içindeki yerine değinmeliyiz.
Basının günümüz modern toplumundaki en önemli işlevi, toplumu şekillendirmesidir, hem de bunu ekonomiyi şekillendirerek falan değil, insanların düşünce tarzlarını ve eğilimlerini değiştirerek yapmaktasıdır. Basın, bütün modern kurumların işlemesini sağlayan siyasi formu, yani demokrasiyi hem hergün yeniden üretiyor, hem de o genel kurallar bütününü koruyor.
1.
Basın, demokrasi konusunda tayin edici önemdedir ve günümüzde, eskisinden daha önemlidir. 
Neoliberal dönem öncesinin Libearal dönem gazeteciliği ve gazeteleriyle kıyaslanınca, neoliberal dönemde basındaki temel değişiklikleri daha kolay görebiliriz. Buradaki kolaylık, artık neoliberal dönemin de fikren ve ruhen aşılmış olmasından gelmektedir. Şimdi, basının bedenen yeni döneme uyumu dönemindeyiz ve basındaki tartışmalar, değişiklikler, önümüzdeki dönemde daha büyük anlam ve önem kazanacaktır.
Liberalizm, ulus-devlet ve ulus-devlet sınırları dahilinde işleyen bir milli ekonomi demekti. Yani ekonominin globalleşip, ulusal sınırları aşmadan önceki, milli ekonomilerin esasen kendi sınırları dahilinde işleyip, diğer milli ekonomilerle uluslararası ticaret yaptığı bir dönemin basınıydı... Bugün en iyi Cumhuriyet gazetesinde ifadesini bulan liberal dönem basınının özelliği, liberalizmin ideolojisi olan (makro) milliyetçiliğe yakın veya onun temsilcisi olmasıdır. Bu dönemde Türkiye'de, dünyanın başka yerlerinde de olduğu gibi, makro milliyetçi, yani Kemalist veya ona yakın bir tavır/tutum benimsemişti. Ve demokrasi ile milliyetçilik arasında bir seçim yapması gerektiğinde, genellikle milliyetçiliği tercih etmişti -en azından Türkiye'de böyleydi.
2.
Basın, adeta bir samimiyet ve ahlak sınavı haline gelen neoliberal dönemden geçerek günümüze gelmiştir, çok önemli sorunlarla boğuşmaktadır ve neoliberal iktidarlar basınla çok uğraşmaktadırlar, çünkü gerçek şudur -tekrarlayalım: Gazetecilik eskisinden çok daha önemli bir meslek haline gelmiştir ve giderek daha çok önem kazanacağı kesindir. (Tabii burada gazetecilikten bahsediyoruz yalakalık "bilimi"nden değil!) Önem kazanmasının nedeni, insanların/halkların çok daha fazla okuyan (neredeyse tamamı alfabetize olmuş) ve okuduklarına göre fikirlerini -öyle veya böyle- değiştirebilen varlıklar haline gelmeleridir. Bütün türleriyle gazeteler ve medya, tarihinde asla bu günkü kadar çok ve geniş bir kitleye ulaşmadı. İnternet'in de yardımıyla medya, artık herkese kolayca ulaşmaktadır ve bu lükse, en modern devletlerin politikacıları/kurumları bile sahip değildir. Üstelik medya, sadece kuru politika değil, belli bir yaşam tarzı, felsefesi, geçici eğilimleri ve daha birçok önemli durumu halka verirken, politikacılar gibi kuru ve sıkıcı bir dil kullanmamaktadır. Arap Baharı'nın öndersiz halk hareketlerine bakarak, medyanın gücünü anlamak mümkündür. Politikacıların da gördüğü üzere, politikacı sınıfı zayıflamakta, ama medyanın gücü artmaktadır. Berlusconi'den Erdoğan'a kadar bütün neoliberal politikacıların kendi medyalarını kurma çabaları boşuna değildi -ama artık boşuna...
Liberal dönemde, ekonomik bakımdan bağımsız gazetelerin dışında, sadece devlet radyosu ve devlet televizyonu vardı. Bu durum sosyalist ülkelerde çok daha korkunç bir tekdüzelik arzediyordu. Neoliberal dönemin vahşi piyasa mantığının basına çok büyük zararlarının da olmasına rağmen (aşağıda bunlara değineceğiz), neoliberal dönemin olumlu etkileri de küçümsenemez. Bu önemli yanların başında basının, devlet monopolünden şeklen kurtulması (ama ticari açıdan giderek, devletin dolaylı kontrolü altına girmesi) gelmektedir.
3.
Basın, ilk varolduğundan beri, demokrasinin çeşitli şekillerini hergün üretiyor. Bugünkü özellikleriyle basın, demokrasiyi dönüştürebilecek en büyük en güçlü faktördür ve bu da ona hem büyük bir güç bahşediyor hem de büyük bir sorumluluk yüklüyor. Günümüzde basın üzerinde bu kadar çok baskı kurmaya kalkılması, "oyunlar oynanması" -ki sadece Türkiye'ye özgü değildir, başka ileri" ülkelerde bile başka "ince" sorunlar vardır- basının yeni gücüyle ilgili bir durumdur. Basın, bu yeni gücünün farkına varmak ve üzerinde kurulan baskıları atlatıp, durumu tersine çevirmek zorundadır -ki Türkiye'de şimdi yavaş yavaş bunun yaşandığı görülüyor.
4.
Neoliberal döneme bir bakalım: Özel televizyon, özel/otonom radyo, patronu bin türlü işle, devlet ihaleleriyle uğraşan yeni gazeteler... Türkiye'de Sabah gazetesi, neoliberal gazeteciliğin ilk önemli örneği sayılabilir herhalde. Başta önemli bir renklilik, çeşitlilik, özgürlük anlamına gelen yeni renkli gazeteciliğin özelliği, renkliliğinden geliyor, yani "tüketici vatandaş" yaratma ihtiyacından. Neoliberal dönemde, "Para biriktirmek" kavramının tamaen ortadan kalkıp, yerine "kredi almak" (borçlanmak!) ve "harcamak" kavramının geçtiğini biliyoruz. Devir markalar ve ölçüsüz tüketim devri. Basının, bu temel fikre uygun şekilde yapılandılar. Süpermarket türü, çok farklı fikirlerin temsilcisi gibi görünen (ama neoliberal para/piyasa mantığında uzlaşan!) bol yazarlı gazete anlayışından tutun da promosyon çılgınlığına ve ihale tekipçiliğine kadar birçok "özellik", geçtiğimiz neoliberal dönemle özdeşleşmişti. Fakat bu renklilik içinde, gazeteciliği ilgilendiren tayin edici olay, gazetelerin birer büyük firma gibi algılanmaları, işlemeye başlamaları ve borsaya "açılmaları" durumu, büyük önem arzetmektedir. Şimdi bazıları, "zaten firma onlar, her firma gibi hisse senetleri satılacak elbette" diyebilirler. Basın, sadece "ticaret" adı altında algılanamaz. Bu gerçek, giderek daha iyi anlaşılmaktadır (ve "yandaş" denen uyduruk bülten gazeteciliği de bu yüzden hızla iflas etmektedir ve edecektir).
5.
Yukarıda belirttiğimiz gibi basın, demokrasilerin ruh haritasını kuran, üretip koruyan çok önemli bir görevi yerine getirmektedir. Manevi değeri maddi değerinin çoook üzerindedir. Basının özgür, kaliteli ve çeşitli olması, o ülkenin yükselmesi için baş şart haline gelmektedir. Bunu anlayamayan neoliberal politikacılar, Türkiye'de 'Vasatlaşma' diye adlandırılan bir düşüşe neden olmuşlardır (Aynı durum, başta İtalya'da olmak üzere, dünyanın başka yerlerinde de kolayca görülebilir). Vasatlaşma, artık taşınamaz bir noktaya doğru ilerlemektedir -ve iddialı bir ülke olabilmek için vasatlaşmanın bertaraf edilmesi zorunludur, gelişmelerin istikamatei de bunu zorunlu kılacak görünmektedir. 
Neoliberal kapitalizm döneminde, dinler bile araçsallaştırılıp (bağış toplayan paracıl cemmatçi) dincilikler haline getirildikleri için, dinin değeri de paraya/iktidara endeksleyip iyice düşürülmüştür. Manevi şeylere maddi değer biçmek: Neoliberalizmin kapitalizm dairesinde abartarak işlediği en büyük suçlardandır. Çünkü manevi şeylere biçilen maddi değer, asla gerçeği yansıtmaz. Bu ikisi, elmalarla armutlar gibidirler ve ayrı kriterlerle değerlendirilmeleri gerekir. Gazetelere borsada fiyat biçilmiş ve bu fiat oldukça düşük çıkmıştır! Sonuç? İnanılmaz sayıda gazeteci ve gazete çalışanı işsiz kalmıştır. Bu, neoliberal "değerlendirme"nin Türkiye'de de yaşanan ilk yansımısıydı. Aynı süreç içinde ikinci bozulma çok daha feciydi. İçerik kalitesi, objektiflik ve gazetecilik bozulmuştur. Bu aşamada gazeteciliğin eski ve olumlu yanına sadık kalan gazeteler de olmuştur elbette, ama bu gazeteler, liberal dönemin gazeteciliğine sadık kalanlar olmuştur genellikle ve o nedenle genellikle makro-milliyetçi anlayışı da yansıtan bir yana sahiptiler. Bu özelliklere bakarak, asıl gazeteciliği Kemalistlerin yaptığı gibi bir bakış açısı elbette yanlış olacaktır. Çünkü sahici gazetecilik yapabilmek için mutlaka makro-milliyetçi olmak gerekmez, bundan sonra hiç gerekmez. 
Neoliberal dönemde gazeteciliğe vurulan en büyük darbe, gazeteciliğin ekonomiye kurban edilmesidir.
"Yandaş Basın" denen üçüncü aşama, neoliberal dönemin sonuna denk gelen bir uygulamadır ve politikacıların, gazetecilerdin gücünü gazetecilerden daha iyi ve net görmelerinden kaynaklanır! Buradaki kıssadan çıkaracağımız hisse, gazetecilerin artık lütfen uyanmaları ve aynada kendilerine bir bakmalarıdır! İşte tam da bu, Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tutuklanmalarından sonra yaşandı. Gazeteciler nihayet uyandı (Bu yazıda 'Gazeteciler' ile 'Bültenciler' iki farklı şeydir. 'Gazeteci' dediğimiz zaman, yalaka basından "arkadaşlar"ın bunu üzerlerine alınmamaları rica olunur!..)
Gazeteciliğin susup paranın konuşmaya başladığı neoliberal ortam, seviyenin yerlerde süründüğü, karaktersizlerin baş olduğu marka dönemi ve sonundaki dipsiz yozlaşmadır.
6.
Şimdi, bu neoliberal bozulmanın 2008'de dibe vurmasından ve bir 'U' çizmesinin ardından 2011 yılına geldik. Gazeteciliğin uyanıp, yeniden yükselişe geçtiği, gazeteciliğin yeniden konuşulmasının zamanı. Neoliberal dönem sonrasının en önemli özelliği, sahicilik ve kalite olacaktır. Yeni dönemin ilk atılımı, gazeteciliğin kendi gücünün ve öneminin farkına varıp, kendine gelmesi olacaktır.
Şunu her zaman tekrarlamalıyız: Basın tarihi ile demokrasi tarihi özdeştir. Örnek alınan bir ülke olmak, şimdi demokrasiyle çok daha fazla alakalıdır. Neoliberal dönemde bu o kadar önemsenmiyordu (bunun somut nedenleri vardır). Basının üzerindeki baskılar ve otosansür yapmak zorunda kalmak, o ülkenin demokrasi kalitesiyle ilgili olmuştur. Neoliberal dönemde ekonomiye kurban edilen "Seçimden ibaret demokrasi" anlayışı hızla terkedilmektedir. Bu eski anlayışın sonucu ve ifadesi Çin, İran, Rusya ve Arap ülkeleriydi. Fakat demokrasinin -değişen ekonomik şartlar da dahil olmak üzere- hayat kalitesi konusunda tayin edici öneme sahip olduğu ve hayat kalitesi denen şeyin sadece paradan ve tüketim özgürlüğünden ibaret olmadığı anlaşıldı. 2008 krizi ve vahşi kapitalizmin kırılganlığı, bu konunun anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.
7.
Gazeteciliğin neoliberal dönemde bozulmasının genel çerçevesi, ekonominin de dayatması altında sığınılan 'Kolaycılık' ve dostlar alışverişte görsün mantığıdır. Buna ek olarak, özellikle Batı ülkelerinde yeni bir melankoli ve karamsarlık hakim oldu. Çıkış görmeyen/göstermeyen bu yeni karamsamsarlık dalgası, gene neoliberal döneme hakim olan apolitik "iş" düşkünlüğüyle ilgili bir durumdu. Angaje gazetecilik yapmanın zorlaştığı ve neye karşı mücadele edileceği gibi önemli konuların belirsizleştiği ortamda herkes, gazetelerin yeni ticari çerçevesi içinde kalmaya zorlandı. Gittikçe daralan bu çerçevenin, 'Vasatlaşma' seviyesine kadar gerilemesi, mesela Türkiye'de "Ne oluyoruz?!" soruları eşliğinde bir uyanma ve isyana dönüştü. Basının özelliği, belli sınırlar içinde tutulmamasıdır. Kapitalizm toptan çökmek ve çökerken ortada ne döndüğünü de anlamamak (Almancası: "Dummsterben!.." Yani aptallığına doyamadan ölmek) istiyorsa, basını yandaş 'Vasatizm'e terketmeli ve paşa paşa ölmelidir! Elbette öyle olmadı. Olamazdı. Vasatlaşmanın ve onu savunan neoliberal iktidarlar devrinin sonuna gelinmiştir.
Batıda görülen, Türkiye'ye sinmişlik ve çaresizlik olarak yansıyan, 'Dönyanın onmaz sorunlarına çözümsüzlük ve karamsarlık' terk ediliyor. Terk edilmek zorunda.
8.
Yeni medyaların -özellikle internet medyasının- ortaya çıkması, yazılı basını başta çok korkuttu. Bu korkuya dikkatle bakmak ve nedenlerini iyi anlamak zorundayız.
İlk Bloglar, Bush dönemindr, bütün ABD ve Batı basını Bush'u destekleyip "Yandaş Basın" haline geldiği ortamda ortaya çıktılar. Eleştirel basın 11 Eylül 2001 El kaide saldırılarından ürküp, Bush gibi kalın kafalı Hristiyancı bir faşistin arkasında durdu. Eleştirellik rafa kalktı. En önemlisi, "Embedded Press" diye birşey "doğdu!.." Majestelerinin "gastecisi" gibi birşeydi. Propaganda basını haline geldi...
İşte bu dönemde, Bush ve şürekasına karşı çıkan tüm keskin eleştiriler, bloglarda yer aldı ve İnternet medyası ilk kez sahiden önem kazandı -çünkü Amerikalılar Blogları okumaya başladılar. Basının korkusunun ardında yatan gerçek, besının belli bir somut görevi ve işlevinin olması ve bunu yerine getirmezse boşluğun başkaları tarafından doldurulacağı gerçeği yatmaktadır. Bu gerçeğin ana fikri, Türkiye'deki "yandaş basın" denen şeyin neden ciddiye alınmadığını, neden okunmadığını ve okunmayacağını, ve -hükümetin sessizce desteklediği katakullik müdahaleler dışında- neden etkili olamadığını da açıklar.
Bu nedenlerden ötürü, sahici basının internet medyasından korkmasına gerek yoktur -tam tersine. Alternatif medya ve bloglar, sahici basın için lojistik bir destek olmanın ötesinde, yeni konulara/alanlara açılmak bakımından da öncü/Pioner/pioneer falan olabilirler.
9.
Irak Savaşı sırasında dünya basınının tutumu, basının karşısında -kalitesini ve itibarını ilgilendiren- en önemli sorunların başında manipülasyon, ticari korkular nedeniyle otosansür uygulamak ve sansasyonu gazeteciliğe tercih etmek gelmektedir. Türkiye'deki gazeteciliğin içerik sorunu ise uzunca bir süre, devletin/rejimin borazanı gibi davranmak oldu. Liberal dönemlerden devralınan bu özellik, Türkiye'de neoliberal dönemde de önemli ölçüde sürdürüldü ve yukarıda belirttiğimiz gibi demokrasi ile devlet ideolojisi arasında seçim yapılmak gerektiğinde her zaman milli devlet ideolojisi tercih edilip demokrasiye üstün tutuldu, demokratikleşmenin önemi anlaşılamadı. Ancak, kendinin karikatürü haline gelen makro-milliyetçi basit ideolojiyle (Kemalizm) bu karmaşık dönemde devam edilemeyeceği fark edildiğinde, yandaş medya denen şey çoktan kurulmuş ve yeni bir basit ideolojiyle (light-islamcılık) aynı mantıkla yola devam etmekteydi. Bu karmaşık dönemde onunla da yürüemeyeceği anlaşılınca, evrensel normlara dönüş aşaması başladı -ki yeni dönemin asıl kriteridir. Türkiye gibi capcanlı muazzam bir röportajlar/haberler/söyleşiler ülkesinde okurların haala "Erdoğan Kılıçdaroğlu'na 'Be' dedi, oda ona 'Ce' dedi" türünden akla sakat bir masabaşı gazeteciliğine mahkum olmayı sürdürmesi, bu sakat gazeteciliğin uzatmaları oynadığını gösterir. Okura hergün meram anlatıp politikacılara akıl veren "köşe yazarları"nın yüzde sekseni, estetikten tamamen uzak, birbirinin tekrarı ve neredeyse sadece "politika" lafazanıdırlar. Kendi orijinal fikri bir yana, orijinal bir tek sözü olan bile son derece azdır. Böyle bir basın tayfasıyla, evrensel değerlerin ve seviyenin yakalanamayacağı açıktır.
10.
Basın, kendi devletini korumak adına da olsa -asla- gerçeklerden ödün vermemeli, devletin manipülasyonlarına göz yummamalı ve mutlaka eleştirel olmalıdır. Irak savaşı ve ardından çıkarılan en büyük tecrübe budur. Her ne olursa olsun, kamuoyu, doğrusunu bilmelidir. Devlet de kendini çok korumak istiyorsa adam olmalı ve dışarıya bilgi sızdırmamalıdır! Ama basın, bulduğu haberi halka sunmakla mükelleftir. Bu görevini ihmal edince, devlete de kötülük etmiş olur. Çünkü dandik demokrasilerin bundan sonra yaşamaları zordur ve demokrasiyle ekonominin doğrudan ilişkili olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı. (Bunlar dolaylı olarak birbirine bağlıdırlar.)
Bu temel konuların tartışılır olmaktan çıkması, içeriğe konsantre olmak için zorunlu bir temel teşkil etmektedir.
11.
Bundan sonrasının dünyasında 'Güçlü Devlet olmak' demek, özgürlüklerin garanti altına alındığı ve demokrasilerin yaratıcılığa asla sınır koymadığı (tam tersine, teşvik ettiği) ülke olmak anlamına gelecektir. Prestijli bir ülkenin dünyada prestijli vatandaşları olabilmek için, en başta demokrasisi iyi işleyen bir ülkenin vatandaşı olmak gerekiyor. -Neoliberal dönemdeki gibi ekonomi sayılarının kabarık olması yeterli olmuyor. Demokratik, prestijli bir ülkenin vatandaşı olmanın güzelliği eskiden de biliniyordu, ama bu Türklere hayal gibi geliyordu, çünkü demokrasinin asıl garantörü olan basın, kuru/kısır bir taşdevri Kemalizminin klişelerine teslim olmuş, demokrasiyi küçümsemekteydi ve Uğur Mumcu gibi son Mohikanlar da öldürülmüştü. Şimdi Mohikanlar geri dönüyor ve bu, aynı zamanda Türkiye'nin prestijli/demokrat bir ülke olacağının, Türk vatandaşlarının -hangi kökenden olurlarsa olsunlar- kendi ülkeleriyle sahiden övünebileceğinin de işareti oluyor.
12.
"Şimdi gazetecilik, herzamankinden daha önemli" derken, yeni dönemin gazetecileri nasıl olmalı?
Bir kere taraf olmaktan uzak, gazeteci hassasiyetiyle konulara yaklaşmalı ve "Burası Türkiye" saçmalığını/müptezelliğini terketmeli ve tabii evrensel kaliteyi/standartları rehber edinmelidir. bu ilke, geleceğin gazeteciliğine geçiş yapmayı düşünenler için ilk şart...
Bu eşikten geçenler için, yeni dönemin gazetecilik kriterlerini konuşabiliriz. Bunların başında, "Çoklukla başa çıkmak" mevzuu geliyor! Hem zor hem zevkli olabilen bu kriter, insanların çok yoğun bir bilgi bombardımanına maruz kaldıkları günümüz dünyasının şartlarıyla ilgilidir. İnsanlar bu bilgileri ne değerlendirebiliyor, ne tasnif edebiliyor, ne de sınıflandırabiliyor. Bunun sonucu, dünyayı okuyamamak ve kendi çöplüğünün vasat politika diline mahkum olmak oluyor. Yeni gazeteci, herşeyden önce bu devasa bilgi denizinde yüzebilen kişi olmak zorundadır. Gazeteci hem meraklı biri olmalıdır, hem de okuruna bu bilgi denizinden en iyi balıkları tutmalı, karışık konuları anlayıp, basit bir dille okura anlatabilmeli, sadece uzmanlaşmakla da yetinmeyip, bilgileri sınıflandırabilmelidir. Herşeyin birbiriyle ilintili olduğu bir dünyada gazeteci, birçok konudan anlamak ve onun ötesinde bazı konularda da uzmanlaşmak zorundadır. Bu elbette zordur (-kolay olduğunu kim söyledi?) Ama nasıl önemli bir rol oynayacağı düşünülecek olursa, zorluğunun bir karşılığı olduğu da anlaşılacaktır.
13.
Gazetecinin bu temel özellik üzerine kuracağı ve 'Kalite' diye nitelenebilecek yanı, bu temel özelliklerinin yardımıyla yol gösterici biri olmasıdır. Burada, sahici köşe yazarı ve elbette reporter devreye girer. Gelecekte bu ikisinin -yani yazar ve reporterin- bir tek kişide birleşmesi zorunlu bir hal alabilir. Yeni gazeteci, çok geniş bir alandan damıttığını, yönlendirici bir şekilde kullanacaktır ve bu konuda kabul görmesi de, sınanacaktır. Şimdiki gibi otuz kere yanılan ve otuz yıl aynı şeyi yazmış olan biri, sırf "duayen" diye ayak altında gezinemeyecektir. Yeni gazeteci, herkesin kavrayıp değerlendiremeyeceği (buna vaktinin olmadığı) bilgi ve izlenimlerin özünü okura hakkıyla aktarırken, konuları önem ve farklılık derecesine göre sınıflandırabilecek biri olacaktır ve asıl görevini asla unutmayacaktır: Aydınlatmak ve bilgilendirmek. Bunun ötesinde kendi kanaatini de işin içine katacaktır ve bunu belli estetik sınırlar dahilinde yapacaktır.
14.
Yeni dönem gazetecisinin gazeteci olabilmesinin asıl şartı, güvenilir olmasındadır. Nasıl güvenilir olunur? 
A. Omurgalı adam/kadın güvenilirdir.
B. Çeşitli ön ve de ard niyetlerle bugün öyle yarın böyle tipi, rüygara göre bir o yana bir buyana yatan her devrin adamlarının pek güvenilir olmayacağı açıktır.
C. Mesleğini maddi gelir/gidere kurban eden, güvenilir değildir. İyi yaşamak kuşkusuz önemlidir. Bu işi hakkıyla yapanlar da iyi yaşayacaklardır elbette. Ama o kadar...
Ama "Çok aşırı iyi!" yaşayanlar, (daha yaşayamadan!) göze batacaklardır.
Bu konu önemlidir. Niye önemlidir? Çünkü gazetecilik gelecekte, önemli manevi bir güç olacaktır (maddi gücünün ötesinde) ve bunu sadece maddi güce tahvil etmekle meşgul olanlar, bu işin özünü anlamadıklarını bu şekilde pratikte göstermiş olacaklardır. Vasatlıklarına işaret eden bir durumdur ve fazla aşırıya kaçamadan zaten şutlanırlar. Özünde önemli manevi bir iş yapanın aşırı derecede maddi düşkünlüğünün olması, manevi tarafının düşüklüğüne işaret eder ki, böyleleri genel konteks içinde otomatikman elenir.
D. Yukarıda da değindiğimiz gibi, gazeteciler zaman içinde sınanacaklardır ve hangi tahminlerinde yanılıp yanılmadıkları, işaret ettikleri yönlerin ne derece doğru veya yanlış olduğu, kendilerine mi halka mı hizmet ettikleri anlaşılacaktır. -Ve inanın, yanılanın yerine geçmek için arkada bekleyen çok sayıda başka gazeteci veya lojistik destekçi mutlaka olacaktır. Gazetecilik en çok rağbet edilen mesleklerden biri olmaya adaydır
15.
Gazetecinin bir tür popüler yeni entelektüel olarak ortaya çıkışı, ne zamandır zaten bir olgudur. Ama gazeteci, o pozisyonunun içini bir türlü dolduramamış, bir türlü entelektüel olamamış, bir türlü dünyayı hakkıyla takip edebilir hale gelememiştir. Bu aşamada, sahici entelektüellerin, basına daha yakın -hatta içinde- olmaları artık kaçınılmazdır, çünkü yeni dijital medya da bunu son derece kolay hale getirmektedir. Ben, gazetecinin entelektüelin yerini almasına dalga geçip gülerek yaklaşan biriyim. Ama önümüzdeki dönemde, gazeteciye çok önemli görevler düşecek gibi görünmektedir ve halkların mental dünyasını şekillendirmek konusunda en birinci şahıslar olarak entelektüel seviyelerini önemli ölçüde yükseltmeleri gerekecektir. Gazetecinin artan önemi ile birlikte, pop-star tipi sit-com gazetecilerin de artması beklenebilir, bu normaldir de.  Tabii burada karakterin devreye gireceği ve düşük karakterlilerin (yani paraya pula karşı zayıf) neoliberal dönemdeki gibi "hoşgörü"yle karşılanmayacakları kesindir. Yeni dönemde abartısız olmak önem kazanacaktır (Bu, en az 2024'e kadar sürecek zaman kalitesiyle ilgili bir durumdur ve ayrı bir yazı konusudur).
16.
Neoliberal dönemin günümüze kadar sarkan en berbat yanlarından biri de, Bush odununun dünyaya "kabul" ettirdiği, "güvenlik" gerekçesiyle, devletin ve birimlerinin, gazetecilerin notlarına/kaynaklarına/basılmamışkitaplarına balıklama dalma "özgürlüğü"dür.
Bu yolla gazetecinin bilgi kaynaklarını koruma ve gizli tutma özgürlüğü alenen çiğnenmektedir. Mesela Mustafa Balbay'ın, Soner Yalçın'ın, Ahmet Şık'ın ve Nedim Şener'in tutuklanmaları, aynı kafanın ürünüdür ve bu kafa, aslında intihar ettiğinin farkına varamayacak kadar da salaktır. Devlet -her kimse-, WikiLeaks gibi gruplar ve kişiler tarafından tekmelene tekmelene gazeteciye saygı duymayı öğrenecektir. Devletler, basın özgürlüğünü küçümsemeye devam ediyorlar, -firmalar da. Daha berbat olanı, basın da basın özgürlüğünü küçümsüyor. Önce hızlandırılmış bir kursla, basın özgürlüğünün laf olmadığını, somut birçok karşılığının olduğunu (gazeteciler dahil) herkes öğrenmelidir -tabii önce devlet!..
17.
Gazeteler ve gazetecilik gelecekte, sadece ticari kaygılarla yapılan bir şey olmaktan çıkacaktır. Çıkmak zorundadır -yoksa tempoya ve kaliteye ulaşması imkansızdır. Gazete sahibi olanlar da, bunu anlamak zorunda kalacaklardır, çünkü bu işlerin mecraı önemli ölçüde değişebilecektir. Mesela devlete yaranmak için kendi iç bünyesinde ayarlamalara giden gazeteler, yazarlarını Başbakan'ın sabah keyfine göre itip kakan gazeteler, önümüzdeki yıllarda etkilerini yitirdiğini ve onlar gibi olmayanların -hiç ummadıkları gazetelerin- popülerleştiklerini yaşayıp göreceklerdir. Bu gelişmenin Türkiye'deki en somut işareti, Sözcü gazetesi oldu. Ben bu gazeteyi okumuyorum, ama dik durup dikine gidişi ve gazete olmanın ana fikrine sadık kalıp sert muhalefet yapması karşılığını bulmuştur. 
18.
Gazeteciliği yeniden düşünürken, belli yerli örnekler üzerinden konuşmak ve onları örnek göstermek, çok yapıcı olabilir. Benim burada hemen sayacağım örnekler şunlar. 
Reportaj yazarı: Yaşar Kemal, Yılmaz Çetiner.
Fıkra Yazarı: Aziz Nesin.
Araştırmacı siyasi haber-yorum yazarı: Uğur Mumcu.
Araştırmacı yazar: Nedim Şener, Ahmet Şık. 
Fotomuhabir: Ara Güler. 
Dış Politika yorumcusu: Kadri Gürsel.
Yaratıcı genel yayın yönetmeni: Ertuğrul Özkök, Mehmet Y. Yılmaz.
Edebiyat eleştirmeni: Semih Gümüş, Ömer Türkeş.
Gazete band çizeri: (hiç tartışmasız) Piyale Madra. 
Baş sayfa siyasi karikatüristi: Vadat Kamer.
Magazin yazarı: Şevket Rado.
Tabii bunlar, ilk aklıma gelen ve sonradan eklemeler yaptığım örnekler. 
19.
Gelecekte internet medyası, bugünden daha büyük önem kazanacak gibi görünüyor.. 
(-tabii elektrikler kesilmezse!..)
Fakat belli bir kaliteyi ve genişliği tutturabilmek için kurumsallaşmak ve organize olmak şart. Buna rağmen, şahıs blogları veya küçük grupların hazırladıkları bloglar/siteler, tartışma platformları vs. yukarıda saydığımız temel gazetecilik mantalitesine ve şartlarınaa uydukları ölçüde önemli olacaklardır ve yazılı basınla rekabet edeceklerdir. (-Ama asla yazılı basının önüne geçemeyeceklerdir.)
20.
Basının kendini, sadece para kazanmayı düşünen bir şirket olarak görmemesi gerektiğini (bundan sonra zaten göremeyeceğini) söyledik. Bu durumda, kitlelerin yükselecek kalite taleplerini ve yeni gazetecileri fiananse etmek zorlaşacaktır. Herşeyden önce gazete patronluğu, daha az karla yetinmeyi gerektirecektir. İşte burada, postkapitalist dönemin ilk yaratıcı örnekleri de devreye girebilir: Gazetecilerin sahibi olduğu gazateler ve gazete vakıfları. Gazeteler vakıflaşarak, devamlılıklarını garanti altına alabilirler.
Önümüzdeki dönemde bu konu elbette daha uzun süre tartışılacaktır ve kuşkusuz iyi sonuçlata varacaktır...