Emperyalizm, Avrupa'da ortaya çıkan ve liberal demokrasiyle yönetilen süper ulusdevletlerin 1870'lerle 1945 arasındaki dönemde birbiriyle rekabet içinde, dünya üzerinde teritoryal/coğrafi genişleme ve nüfuz mücadelelerini ifade etmek için kullanılmış bir kavramdır. 20'inci yüzyılın son çeyreğine kadar, marksist gelenek tarafından, kapitalizmin kategorik yeni bir seviyesini ifade etmek için de kullanılmıştır. 'Emperyalist' sözcüğünün 19'uncu Yüzyılda ilk kez Napoleon Bonaparte'ın Avrupa'daki yayılmacı politikalarını tarif etmek için kullanılmasını bir istisna sayarsak, bu kavramın gerçek tarihini 20'inci Yüzyılın ilk yıllarıyla başlatmak mümkün.
İlk emperyalizm teorisini yazan sol-liberal John Atkinson Hobson, emperyalizmi ekonomi üzerinden açıklamaya çalışır ve bir ülkenin emperyalist olmasını önlemek için işçilere daha çok para verilmesini önerir. Böylece çalışanlar daha çok tüketecektir ve üretilen fazla malların dışarıya satılması zorunluluğundan doğan emperyalist pratiklere gerek kalmayacaktır! (‘Imperialism, A Study’ 1902)
İlk marksist emperyalizm teorisini Rosa Luxemburg yazmıştır. Bu teoriye göre kapitalizm, bir ülkenin iç piyasasına tamamen hakim olarak o ülkenin ulusal sınırlarına dayanınca, sınır dışına doğru genişlemek ve kapitalist olmayan alanlara doğru yayılmak zorundaydı. ('Die Akkumulation des Kapitals' 1913). Sosyal-demokrat Karl Kautsky de, bir ulus-devletin kendi sınırları dışındaki tarım alanlarını hakimiyeti altına almak için uyguladığı politikaya ‘Emperyalizm’ diyordu. (‘Die Neue Zeit’ dergisi 11.9.1914).
W. I. Lenin'in yazdığı emperyalizm teorisi ise, en çok bilinen ve en çok atıf yapılan teoridir. Lenin'e göre 'Emperyalizm', endüstriyel kapitalizmin finans kapitalle birleşmesi sonucu oluşan monopol kapitalizmin adıdır ve bu haliyle kapitalizmin çöküşünden önceki son aşamasıdır. ('Imperialismus' 1917) Klasik emperyalist aşamanın kapitalizmin son aşaması olmadığı, hem II. Dünya Savaşından sonra, ama en çok 'Globalleşme' döneminde ortaya çıkmıştır. Globalleşme, kapitalizmin en son aşamasıdır. Sonudur -çünkü insanlığın yaşam koşullarını ortadan kaldırma, iklimleri bozma ve dünyayı yaşanmaz hale getirme aşamasına gelmiştir. Şimdi asıl konu, kapitalizmin sonunun aynı zamanda insanlığın da sonu olup ulmayacağı meselesidir. (Elbette insanlığın değil kapitalizmin sonu olacaktır)
Sözü edilen emperyalizm teorilerinin hepsi, ulusdevlet formatına göre ve süper ulusdevletlerin her birinin teritoryal genişleme eğilimleri esas alınarak yazılmışlardır. Elbette daha sonra marksist gelenek dışı emperyalizm teorileri de yazılmıştır. Emperyalizmi marksist gelenek dışında tarif eden teorilerin en önemlileri, 68 döneminde ve sonrasında ortaya çıkmışlardır. Örneğin tarihçi Hans-Ulrich Wehler'in teorisi, emperyalizmin asıl amacının, dikkatleri dışarıya çekerek devletin mücadeleci işçileri kazanma çabası olduğunu söyler ('Der Imperialismus' 1980). Wolfgang J. Mommsen'e göre ise emperyalizm, Avrupa'daki milliyetçi düşüncenin en uç biçimidir ve demokrasi ile doğrudan ilintilidir. ('Imperialismustheorien' 1980) Mommsen, marksist gelenek dışından yola çıkarak gerçeğe en çok yaklaşmış düşünürlerdendir.
Bir de 1990'lı yılların (olmayan) “ruhu”na uygun olarak yazılmış “Bestseller” türünde teorimsiler vardır. Bu “teoriler”de, bir başa dönüşü, ilk sol-liberal emperyalizm teorilerinin daha da güzellenmesini ve mesela Robert Kagan'da, yer yer olumlu anlamda kullanılan bir 'Demokratik Emperyalizm'e dönüştüğünü görüyoruz. Britanya hükümetinin danışmanlarından Robert Cooper da emperyalizmi ('Liberal Emperyalizm' şeklinde) olumlu anlamda kullanmaktadır. ('The new liberal imperialism', The Observer, 7.4.2002) Adı ağızlara asla alınmayan kapitalizmin (ve sorunların ona özgü sosyo-ekonomik kategoriler çerçevesinde ele alınmasının) devreden çıkarılması ile, kuru politika ve etnik/dinsel “kimlikler” teraneleri devreye girmişti. (Ekonomi ve ekonomi-politik dışı demokrasi “muhabbeti”nde varılan yerin laf kalabalığı ve entelektüel “Absürdistan” oduğu artık iyice anlaşılmıştır ve kimlikçilik modası sona ermiştir. Bir düşünce biçimi olarak kültürcülüğün iflasıyla birlikte, onun son ürünü/artığı ılımlı! “islami kimlik” ve onun Allah'tan (c.c.) çok İsviçre bankalarındaki parasına güvenen para/iş cemaatleri üyeleri de krizin kapsama alanına girmişlerdir. Çok güvendikleri para dağlarına yakında kar yağacağı çok büyük bir ihtimaldir. Amerikalı milyarder Willbur Ross'un Ağustos ortasında söylediği üzere, bine yakın Amerikan bankasının çökmesi beklenmektedir. “İşini bilen adam” devri sona ermek üzeredir. Çünkü önümüzdeki dönemin uyduruk adamlara tahammülü olmayacak kadar ciddi bir dönem olacağı kesindir. Artık, 'Sahici kalitesi olan adam' devrine doğru ilerliyoruz. Kerameti kendinden menkul “arkası kuvvetli” laf ebesi, otuz yıldır aynı “demokrasi/insanhakları/dinimiz” lafazanlığıyla “iş” yapan kültürsüz/görgüsüz veya hedonist hoş ve de boş adamlar/aydınlar/akademikerler/politikacılar devri sona ermektedir)
Emperyalizmin klasik eğilimleri, II. Dünya savaşından sonra önemli ölçüde değişmiştir. ABD ve Sovyetler Birliği (SB), doğrudan kendi devletlerinin nüfuz alanlarını teritoryal anlamda genişletmek ve genişlettikleri yerleri kendi ülkelerine bağlamak yerine, temsilcisi oldukları sistemlerin nüfuz alanlarını genişletmeye ve kontrol etmeye yönelik yeni bir hakimiyet (emperyalizm) türü uyguluyorlardı. ABD liberal kapitalizmin, SB kooperatist kapitalizmin hamisiydi. Bu iki bloktan herhangi birine dahil ülkelerin kendi aralarında emperyalist bir rekabet içine girmeleri pek mümkün değildi.
1968'de ortaya çıkan Yeni Sol, emperyalizm eski anlamını yitirmiş olmasına rağmen 'Emperyalizm' kavramını kullanmaya devam etmiştir. Bazıları bunu eleştiriyor. Sol'un bu kavramı kullanmak veya kullanmamak tamamen kendi bileceği iştir ve buna karışmak kimsenin haddi değildir. Bugün de kullanılan (ve hatta islamcıların ve eski sağcıların bile kullandığı) Emperyalizm kavramının ve temel emperyalizm teorilerinin mucidi/yazarı marksist Soldur. Tabii bu, eskinin emperyalizmi ile günümüz 'Emperyalizm'i arasında -nicel de değil- nitel farklar olduğu gerçeğini değiştirmez.
Aynı marksist Sol geleneğe bağlı kalarak, günümüzün bazı kapitalizm pratiklerini 'Emperyalizm' diye nitelemek de mümkündür. Sonda söylenecek şeyi başta söylemek gerekirse; 'Yeni Dünya Düzeni' ve 'Globalizm' kavramını, yeni bir 'Emperyalizm' kavramı anlamında kullanmak mümkündür. Marksist Sol kökenli Robert Kurz, Irak'ın “demokrasi adına” işgalinden yola çıkarak, işgalin arkasındaki yapıyı ve Cooper gibileri de unutmadan, 'Demokratik Bütüncül Emperyalizm' diye tanımlamaktadır ('Weltordnungskrieg' 2004). Kısacası günümüzde 'Emperyalizm' terimini kullanıp kullanmamak bir tercih meselesidir. Fakat onun ötesinde öznel bir yaklaşım gerekirse, mutlaka emperyalizmden sözedeceksek, emperyalizmin gelişim aşamalarını şöyle sıralayabiliriz: 1.'Klasik Emperyalizm' (1870'lerden 1914'e), 2.'Emperyalizm' ve emperyalizmin dönüşüm dönemi (1914-1945) 3.'İki Süper Devlet Hegemonyacılığı' ve onun dönüşüm dönemi (1945-1979, 1979-1991), 4.'Yeni Dünya Düzeni', kapitalizmin sonu ve kapitalizmin tasfiyesi/dönüştürülmesi dönemi (1991-2001, 2002-2012, 2013-2024). Fakat Sol geleneğe saygının bir ifadesi olarak; Üçüncü dönemi 'İki Süper Devlet Emperyalizmi dönemi', dördüncü dönemi de 'Bütüncül Emperyalizm dönemi' diye adlandırabiliriz.
Kavramlar, her dönemin kendine özgü kalitesinden doğar. Lenin'in ifade ettiği 'Emperyalizm Çağı', kapitalizmin belli bir aşamasını ifade eder ve 'Emperyalizm' kavramı sırf bu nedenle 20'inci yüzyılda çok kullanılmıştır. Bazı eski Solcu (yeni Sağcı) demokratik ampül pervanesi aydınların, “Emperyalizm diye bir şey olsaydı Marx kullanırdı” benzeri lafları, komedi filminden önce bir adet alınması gereken portakal aromalı vitamin hapı kıvamındadır. Sade suda hemen erimektedir. (Marx, 'Globalizm', 'Prozac' falan gibi şeyler de kullanmamış.. demek ki böyle şeyler yok!) Kapitalizm barbarlığının iklimleri, atmosferi ve insanlığı bozmaya başladığı son aşaması Yeni Dünya Düzeni, insanlık dışı/düşmanı bir düzendir (ve öyle olduğundan, onu desteklemek, destekleyenleri aptallaştırmaktadır).
Günümüzde 'Emperyalizm' kavramının etkisini yitirmesinin nedeni, bu kavramla ifade edilen kapitalizm türü ile günümüz kapitalizmi arasında önemli nitel farkların ortaya çıkmış olmasıdır. Bu farkların altyapısını kısaca şunlar oluşturmaktadır: 1. 1980'lerde başlayan III. Endüstri devrimi. Bu sayede 'Ücretli iş' kavramının kalitesi değişmiştir (ayrı bir yazı konusudur). 2. Kapitalin işçileri sömüremediği türden absürd durumlar ortaya çıkmıştır. Çünkü 'kalıcı işsizlik' gibi bir kavram doğmuştur. 3. Buna bağlı olarak dünyanın bazı bölgeleri üretilemeyen/tüketilemeyen, sakinleri çalıştırılamayan, yani kapitalist anlamda getirisi olmayan, “işe yaramayan” bölgeler haline gelmiştir. Çalıştırılamayan insanı sömürmek de mümkün değildir. Bu durum, tamamen yenidir. 4. Üreterek para kazanmak (tüketici sayısı/alımgücü mütemadiyen düştüğünden ve kapitalizm merkez ülkelerinde yoğunlaştığından) eskisi kadar getirisi olmayan bir şeydir ve bu yüzden yeni kapitalizm, öncesiyle kıyaslanmayacak ölçüde 'Finans'/para ağırlıklı bir kapitalizm türüdür. Asıl motorunu spekülasyon/borsa/faiz/vs. Oluşturmaktadır. Durmadan finans balonları/köpükleri üretmesi de bu yüzdendir.
Emperyalizm çağından sonra devreye giren Yeni Dünya Düzeni'nin (Global kapitalizmin veya bütüncül emperyalizmin) baş özellikleri de şunlardır: 1. Global işbölümü. İşbölümünün ulusal sınırlar ötesinde işlemeye başlaması. Buna kısaca 'Globalleşme' diyoruz. Bu sayede işçiler/devletler arasında “kim daha ucuza çalışacak” yarışı başlamıştır. Bu yarışı proleter devrimci Çinli işçi “kazanmıştır”. En ucuza, en az sosyal haklarla, Tuzla'daki gibi ölümüne çalışabilecek bir 'çalışanlar arası rekabet' yaratılmıştır. Bu, kapitalizmin ilk Oktobrist döneminden daha barbar bir çalışma sistemidir (çünkü eskiden çalışmak istemeyip köye dönülebiliyordu. Şimdi dönülecek bir yer kalmamıştır. Eskiden sendikalar vardı, şimdi etkisizdirler, çünkü iş rekabeti korkunçtur). 2. Kapital, ulusal sınırlar ötesi hareket kabiliyetine sahip hale geldiğinden, ulusdevletlerden bağımsızlaşmıştır. (Tek başına bu bile başlı başına bir devrimdir) Yani para, ulusdevletlere paralel (veya karşı) özgün bir güç haline gelmiştir, hatta ulusdevletlere hükmetmeye başlamıştır. Bu durum, politikanın, paranın yerel acenteleri/temsilcilikleri haline gelmesine neden olmuştur ve politika prestijini yitirmiştir. 3. Liberalizm sona ermiştir. Çünkü liberalizm, ulusdevlet sınırları dahilinde tanımlanan bir milli/ulusal kapitalizm'in siyasi ifadesidir. Liberalizmin sonu, -bugün kendilerine “liberal” diyenlerin savunduğu- özelleştirmeler ile gelmiştir. Özelleştirmeler, liberalizmin ve milli ekonomilerin tasfiyesi anlamına gelmektedir. Aynı aşamada ülkeler, para/finans odaklı neoliberal küresel kapitalizmin kontrolü altına girmişlerdir. Devletler/hükümetler, önce ekonomi üzerindeki kontrol yeteneklerini, sonra da regülasyon yeteneklerini yitirmişlerdir. 4. Dünyanın bazı bölgelerinde önce ekonomiler sonra devlet örgütlenmeleri çökmüştür. Bunun anlamı, tüm sosyal hizmetlerin, sağlık ve eğitim gibi alanların devlet tarafından terkedilmesi, bürokratik fonksiyonların da sıradan vatandaşla ilgilenmeyen asgari düzeye indirgenmesidir. Böyle bölgeler, dünya sisteminden dışlanmıştır. Geriye, sosyo-ekonomik bir çöl ve bu çölde mini vahalar (dikenli tellerle çevrili, özel korumalı lüks getolar) kalmaktadır. 5. Bu bozulmaları kontrol altında tutmak için ve sistemdeki hızlı bozulmalara karşı Yeni Dünya Düzeni'nin devletler üstü işlemesine uygun (neo-liberal) “demokrasi” (yani post-demokrasi) adına, gereğinde zor kullanma eğilim ve pratikleri gözlenmektedir. (Bunlara, 'Bütüncül Emperyalist' pratikler diyebiliriz) Bu pratikler, ABD merkezli olmakla birlikte, çok geniş katılımlı pratiklerdir. Irak'ı işgal edenler arasında Letonya, Filipinler gibi ülkelerden askerlerin de bulunması, bütüncül emperyalizm hakkında bir fikir verebilir. 6. Sistem, merkezlerine doğru geri çekilmektedir.
Burada -geri dönen- 'Emperyalizm' kavramını ilgilendiren ve Bütüncül Emperyalizmin bozulması işaretlerini veren ilk teritoryal/siyasi konu, sistemin hangi merkezlere doğru çekileceği konusudur. (ABD'ye mi, AB'ye mi, Rusya-Çin'e mi vs. Bunun için elbette bol petrole vs. ihtiyaç vardır) Oraya gelmeden önce 2001 yılından itibaren hızlı bir yükseliş ve ardından yenilme/bozulma aşamasına geçen 'Bütüncül Emperyalizm'e dönmek gerekiyor.
Bütüncül Emperyalizm aşamasında klasik hükümranlık ve teritoryal emperyalizm anlamını/önemini tamamen yitirmiş ve gereksizleşmişti. Geniş teritoryal/coğrafi alanları kontrol altında tutmanın, geniş topraklara sahip olmanın bir anlamı kalmamıştı, çünkü dünyanın birçok bölgesi artık para etmiyordu, elde tutmak da pahalıydı! Bütüncül Emperyalizm, (“Tek kutuplu dünya” gibi saçma bir kavramla ifade edildiği dönemde) ekonomi/kapitalizm ötesi kutsal! “demokrasi (?) adına” dünyanın heryerine karışma hakkını kendinde gören bir zihniyetin ifadesidir. Bu 'heryere karışma'nın iki ana fikri ve gerekçesi vardır: Biri, küresel sisteme kapılarını açmamakta direnenlere, milli ekonomilerini korumakta ısrar edenlere karşı yürüyülen “totaliter, anti-demokrat, insanhakları düşmanı!” kampanyaları -ki sonu finans operasyonlarına ve Amerikan müdahalesine kadar gidebilmekteydi. İkincisi, sistemin yukarıda sözü edilen bozulmalar sonucu, sömürülemeyen çevrelerin ve kontrolden çıkan unsurların cezalandırılması ile ilgili gerekçelerdi. Bu, sistemin kendi ürettiği sorunlara karşı silah kullanması gibi absürd bir durumdur ve bu nedenle 'terörizme karşı savaş'ın sonsuza dek süreceği türünden vecizeler yumurtlanmasına neden olmuştur. (Küresel kapitalizm sonsuza kadar sürmeyeceğinden, küresel terörizm de sonsuza kadar sürmeyecektir)
Emperyalizmlerin kendine özgü “kalitelerini” anlamak için, onların kimi/neyi düşman ilan ettiklerine bakmak bu yüzden öğretici olabilir. Klasik Emperyalizm döneminde her süper ulusdevlet, diğerini düşman ilan etmektedir. Mesela Büyük Britanya'nın düşmanı Fransa'dır vs. Emperyalizm döneminde de durum esasen aynıdır, süper ulusdevletler birbirlerini düşman gösterirler. İki Süper Devlet Emperyalizminde bloklar birbirinin düşmanıdır. Gene düşman, sonuçta devletler bazında tarif edilmeye çalışılmaktadır. Fakat Bütüncül Emperyalizm'in düşman tanımı, ilk kez 'Terörizm' gibi hayalet/sanal bir düşman olmuştur. Askeri bakımdan Amerikan ordusuyla asla kıyaslanamayacak 'Haydut Devletler'den bahsedilmektedir vs. Burada, 'Dünyanın iç işleri mantığı' söz konusudur ve bu yeni emperyalizm türünün temel mantığı da budur. Düşmanlar esasen sanaldır, çünkü bizzat/aynı sistemin parçası/ürünüdürler ve aynı sistemden nemalanmaktadırlar. Bütüncül Emperyalizmin en büyük çelişkisi, kendisi gibi global olan düşmanına karşı (yani kendisinin dökülmeye başlayan yanlarına karşı) savaşırken, bunu ulusdevlet bazında ifade edip uygulama zorunluluğudur. Çünkü dünya siyasi coğrafyası, herşeye rağmen ulusdevletlerden oluşmaya devam etmektedir ve yaptığı işi 'ulusdevletler dili'ne tercüme etmesi gerekmektedir.
Bütüncül Emperyalizmin anafikri, finans/para odaklı global kapitalist sistemin bakası için dünyanın tamamında asayişi sağlamak ve herkesi belli kurallara (şekilci demokrasi, kültürcü dil, özelleştirmeler, vs.) uymaya zorlamaktır. Bu aşamada ulusal bağımsızlık önemli ölçüde ortadan kalkmıştır ve bu durum, “demokratlar” tarafından “iyi bir şey!” diye pazarlanmıştır. Bu dönemin belki de en ilginç yanı, apolitik kurumların (mesela firmaların), patronların ve her zaman politikalar üstü bir tutumu olmuş uluslararası yardım kuruluşlarının (Kızılhaç, sınır tanımayan doktorlar ve benzeri kuruluşların) çalışanlarının, her türlü uluslararası apolitik mesleki NGO'ların bile militan birer demokrasi mücahidi kesilmesidir! Nedense bu son derece yeni ve istisna durum hiç incelenmemiştir. Fakat bu ekonomi ötesi "demokrasi"yi adeta kutsallaştırarak savunmak, “dünyanın en doğal şeyi” sayılıyordu. Bu absürd "demokrasi" fetişizmine yönelik en küçük eleştiri bile anında "anti-demokratik, totaliter, insanhaklarına karşı" sayılıyordu. (Franz Schandl'ın deyimiyle) 'Demokrasicilik' anlayışı, kapitalizmi ağzına bile almayan, kültürcü/kimlikçi bir neoliberal görüngüydü.
Bütüncül Emperyalizm, Amerikan ordusunun dünyanın tamamını kontrol edemeyecek hale geldiğinin iyice anlaşılmasıyla birlikte hızla bozulmaktadır. Eskiden ABD'den izin almadan ne Rusya ne de başka bir ülke kapısının önüne tank park edebliyordu. ABD'nin Irak/Afganistan savaşlarını finanse edemeyeceğinin artık iyice anlaşılması, buna bir de İran savaşının eklenme ihtimali, eski emperyalizm fikrine doğru dönüşün ilk işaretleri sayılabilir. Bunun anlamı da, sistemin merkezlerine doğru çekilirken hangi merkezlere doğru çekileceği, bu konulara artık tek merkezden karar verilemeyeceği anlamına gelmektedir. Kısacası bir kutuplaşmanın başındayız ve bu da 'Global büyük savaş' tehlikesini artırıyor. (Rusya'nın Çekya ve Polonya'yı atom bombası atmakla tehdit etmesi ciddite alınmak zorundadır)
Bütüncül Emperyalizme ve onun bozulan haline karşı durmanın tek yolu, sistemin iç sorunlarının savaşla çözülmeye kalkılmasına kesinlikle karşı çıkmaktır. (Bu tıynette olan Bush, Putin gibilere karşı olmak şarttır) Para uğruna bozup mahvedilen çevreyi, atmosferi, sosyal hayatı ve insanı düşünmek, şimdi her türlü günlük politika yumurtasının üzerindedir. Gök insanların başına çökmeden ve insanlığı cezalandırmadan, sistemi barışçıl yoldan dönüştürmek için sahici bir çaba sarfetmek gerekiyor. (Çabaların nasıl çok etkili olacağı ve cebini düşünmeye devam eden firmaların/politikacıların vs. nasıl harekete geçmeye zorlanabileceği ve onları dönüştüreceği ayrı bir yazı konusudur) Sistem tükenmiştir ve hiçbir geleceği kalmamıştır. "Kapitalizm böyle çok badireler atlattı" diyenler, yakında şişeyle dağ havası satın almaya hazır olmalıdır. Artık paranın/pulun, gücün/iktidarın bir anlamı kalmamıştır. Kapitalizmde ısrar etmeyi gerektirecek tüm argümanlar çökmektedir (çökmeyenler de çökecektir). Lenin'in deyimiyle 'kapitalizmin son aşaması' asıl şimdi yaşanmaktadır. Çünkü yeryüzündeki yaşam koşullarını bozan son kapitalizm türü, ancak 'insansız' bir dünyaya göre tasarlanmıştır. Buradan, Yeni Dünya Düzeni'nin insanlara değil, Kafka'nın böceklerine göre bir düzen olduğu söylenebilir. İnsanoğlunun tarihi boyunca karşılaştığı bu en büyük beladan kurtulmak için, insani/kutsal değerleri, aklı/gönlü esas almak ve her türlü kısıtlayıcı şablonun ötesinde düşünmek/hissetmek, hareket etmek gerekiyor. Gerçek anlamda özgürlük ve cesaret, şimdi tarihte hiç olmadığı kadar önemlidir. Sonuç, insanlığın en büyük zaferi olacaktır; yeter ki gerçekçi olalım ve imkansızı isteyelim.