İnsanların yayan gittikleri, at arabalarının kullanıldığı zamanları hatırlayalım...
2006'da dünyadan ayrılan tarihçi Reinhard Koselleck, yaşamın hızlanmasını güzel tarif etmiş. Kavramlar tarihi gibi ilginç bir dalla ilgilenmiş olan Koselleck (Bkz.: "Begriffsgeschichten". Suhrkamp, Frankfurt a.M. 2006), bu hızlanmanın sonunda vardığımız yeri, e-mail'leri, internetten alışveriş yapmayı, dünyada olan her olayı anında öğrenebilmeyi, uçakların hava koridorlarını, çok kısa zaman dilimlerinde öğrenip kullanarak tüketebilmek üzerinde de duruyor.
Yeni olanın, daha yeniliğini yaşayamadan eskidiği bir çağda yaşıyoruz. Bu hız, en başta yeraltı kaynaklarının delice tüketilmesi sayesinde olabiliyor ve tabii paranın en kısa zamanda daha çok para getirmesini dayatan "dürtü" sayesinde kaynakları har vurup harman savuruyor.
Bu yaşam hızının insanların kafasını karıştırmaya başladığı gibi başat bir sorunla karşı karşıyayız!
Bugünün teknolojik/teknokratik hesaplamalarına göre, mesela 1814'de Faransa'daki faytonların ortalama hızı saatte 4.5 kilometreymiş. 1848'de saatte 9.5 kilometreye çıkmış. (Die Zeit 35/2011) Daha düzgün yollar, daha iyi arabalar vs. Sadece bu kadar da değil. Bir tür yeni farkındalığın yükseldiğini görüyoruz. Eskiden "kuş" deyip geçtiğini sınıflandıran, tasnif eden, alt gruplara ayıran, onların da tek tek özelliklerini merak edip araştıran bir anlayış. Bütün bunlar, hızlanmayla birlikte yaşanan ve bir şekilde onunla ilişkili gelişmeler.
Bir tür tüketici zihniyetiyle birlikte geliştiği anlaşılan bu yeniliğin diğer boyutu tanıdık: Yüz yıl önce insanlar ömürleri boyunca kaç elbiseye, kaç çift ayakkabıya vs sahip oluyorlardı? Şimdi alışveriş, adeta bir spor haline gelmiş vaziyette.
Türkiye'de tüketicilik zihniyeti ağızlarda kekremsi bir tad bırakmaya başladı. 1980'lerde, böyle değildi. O dönemde tüketicilik, marka tutkusu, hiç eleştirilmeyen bir rekabet ve statü sembolüydü. Açık bir görgüsüzlük hakimdi ve bu çılgınca bir şekilde yapılmaktaydı. Günümüzde bu alandaki vahşiliğin bittiğini gözlemlerken, sistemin merkez ülkelerinde -biraz da krizin dayatmasıyla- eski yavaş hayata duyulan özlemin yeniden canlandığını görüyoruz.
Avrupa'da önce, alışverişten sonra ambalajları hemen oracıkta çıkarıp atmak ve asıl ürünleri eve götürmek cinsinden bir kısa furya yaşandı. Doğal ve biyolojik ürünler furyası da sonradan geldi. Ama şimdi daha etraflı bir yavaşlama özlemi gözleniyor. Kar dürtüsünün yavaşlamasıyla, hayatın da yavaşlayacağı ortada, ama kapitalizmin bu temel prensibi yaşıyor ve krizle yavaşlasa da asıl motor "kar" olmayı sürdürüyor. Bütün dünyada, saygın entelektüeller bile "Yanlış bir sistemde yaşıyoruz" diye yakınırlarken ve bunun sosyoekonomik yansımalarını konuşurken, Türkiye'de Marksist olma iddiasındaki popüler aydınların bile 'kapitalizm' sözünü ağızlarına almamaları çok garip. Zaman alabildiğine hızlandı da şimdi yavaşlama trendine girmek üzere...