Sorumluluk duygusunun katlinde medyanın rolü ve asıl sorun: "Tüketici ürkek vatandaş"

Modern insanın, daha Fransız İhtilali'nde koyduğu temel hedef, 'Kendi kararlarını kendi almak, kendi kendini yönetmek ve bunun sorumluluğunu da taşımak' idi. Daha sonra bu fikirden yola çıkarak, insanların birarada yaşamak için -kapitalizmin sınırları dahilinde- keşfettikleri "en iyi" siyasi sistemin demokrasi olduğuna karar kıldılar. 
Soğuk Savaş devrinin sonuna kadar, kapitalizm devri insanını tarif eden bu iyi özelliğin, neoliberal dönemde önemli ölçüde erozyona uğradığını söylemeliyiz. Şimdi, neoliberalizm sonrasına uzanan post-kapitalist dönemde, bu tip önemli bozulmalar daha net görülebiliyor. Mesela neoliberalizmin tipik temsilcisi İslamcı ve Hristiyancıların eski biat kültürünü yeniden canlandırabilmesi, bu erozyon sayesinde olabilmiştir. Tabii bozulma bundan ibaret olsaydı, sevinmemiz bile gerekebilirdi!..
Sistemin bozucu etkisi global ölçeklidir ve yeni medya anlayışında ifadesini bulmaktadır. Medyanın bozucu etkisi, demokrasilerin taşıyıcısı olan 'Özgür ve sorumluluk duyan insan'ı bozmuştur ve 'Kararlarını başkalarına aldıran, mücadelesini başkalarına yaptıran ve o başkalarının aldığı kararlara biat edip sorumluluk taşımak istemeyen, pasif tüketici' diye tanımlayabileceğimiz yeni bir modern insan türünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Neoliberal dönemde ortaya çıkan bu insan türünün en uç örneği, biatkar İslamcılar/Hristiyancılardır ama onlardan ibaret değildir. Bozulma çok yaygın bir fenomendir ve çeşitli boyutlarıyla incelemeyi gerektirecek önemdedir.
Toplumların birarada yaşayıp, genç nesillere bilgi aktarımının sağlanmasının yanında, bir de duygu/sevgi aktarımı gerekir... Eskiden en doğal şey olan bu devamlılık ve toplumsal akit bozulmuş, ortak noktalar önemli ölçüde aşınmıştır. Yaşlılarınızı Darülacezelere doldurarak kuşaklar arası duygusal/sevgisel/deneyimsel geçişi hakkıyla gerçekleştiremezsiniz. Sadece bilgisayarlara yüklenmiş soğuk bilgilerle ve kitaplarla yerinemezsiniz. Bir anlaşma sözkonusudur burada, toplumsal bir akit. Kapitalizmin ortaya çıktığı devirlerden, çeğrek yüzyıl öncesine kadar kör topal da olsa işleyen bir toplumsal akit vardı. bu akitin yerine, tek tek bireylerin "hayatını/gününü yaşaması" anafikri geçmiştir.
Neoliberal dönemde, toplumun iç huzurunu ve kuşaklar değişimini garantileyen yazısız/sözsüz kuralların yerini zevk-ü sefa kuralı almıştır. Geleceği sadece kendini ilgilendiren "Ben"ci bir açıdan gören sığ bir tüketici zihniyeti... Bu sığ zihniyet, herkese eşit davranan adaletle falan da ilgilenmemektedir -çünkü sorumluluk duymayan bir tür naifleşme/basitleşme ifadesidir ve sistemin şartlarına uygun olarak bizzat medya tarafından yaratılmıştır. 1990'lı yıllarda Türkiye'de en sık duyduğum laf,"çok keyifli" veya "çok keyif aldım" gibi -sinir olduğum- bir laftı. Hedonizme varan "keyiflilik" salatasının hayatın amacı sayıldığı bir toplum ve onun "kaliteli" tüketicilik yönünü belirleyen medya entelektüeli!.. Asıl amaç, elbette daha çok tüketimdi. Sistemin en çok ihtiyacı olan şey! Herkese kendi hayatını -hem de ilke/milke tanımadan- yaşamayı empoze eden, bunun için lüks tüketimi hayat kalitesiyle eş tutan "engin" bir sorumsuzluk türü gelişti.
(Hukuk ve demokrasisiyle "kendine Müslüman" biatkar çevreler gökten zembille inmedi. Bu anlayışın yeni/kaba/fütursuz temsilcileri oldular)
Neoliberal dönemin sonlarına gelindiğinde (2008'de), internetin de yaygınlaştığı ortamda, cep telefonu ve sosyal paylaşım siteleri, tüketici alışkanlıkları istatistikleri üzerinden kurulmuş bir tür piyasa kontrolü/yönlendirilmesi söz konusuydu. Piyasa ile sosyalin önemli ölçüde özdeşleştiği günümüz aşamasında medya, tüketiciliğe indirgenmiş popüler kültürü önemli ölçüde etkileyip yönlendirebiliyor. Burada siyasi etkiden falan bahsetmiyoruz. Asıl etki, çok daha derin ve temel insani değerlerin bozulmasıyla ilgilidir. Mesela medyanın, giderek demokrasin işlevlerini üslenmesi ve halkın da seyirci pozisyonuna düşmesi sorunlardan biridir.
Burada medyanın halka sürekli telkin ettiği şey genellikle, sakin ve temkinli olmak, vakti gelince demokrasinin gereğini yaparak (yani "seçim"de oy kullanarak) "iradesini" beyan etmektir. Gerisi?!..
(Tavuğun gerisiyle derisi aslen medyaya aittir!..)
Bu demokrasi oyununun yanısıra medya, zaten doğasına da uygun olduğundan sürekli "günü yaşa" fikriyatını yaymaktadır. İnsanları kör tüketiciler haline getiren bir araçtır.
İnsanların üzerine hergün sayısız haber ve yorumu boca eden, onlara "nasıl yaşamaları gerektiğini öğreten" bu yapı, insanların belli konulara odaklanmalarını da önlemektedir. Bu çok önemlidir, çünkü insanların kendilerine bir karakter oluşturmaları çin gereken şartların altını oymaktadır. Tüketici toplumunun insanı, tüketim formatı çerçevesinde az ya da çok tüketebilmek dışında alternatif tanımayan, bu anlamda diğerleriyle arasında karakter farkı oluşturmakta sorunları olan, bu yüzden de yapay kimlikler icad edip kendine naylon karakterler kurmaya çalışan postmodern bir bieşer türüdür. Sosyal bütünün bugünü ve geleceği için sorumluluk duymayan, dikkat kesilmesi gereken -bütünü ve hayatı ilgilendiren- ve önemli konular hakkında dikkati tamamen dağıtılmış toplumlar üretmektedir medya. Medya dikkat dağıtmaktadır ve bunu kısmen bilinçli olarak yapmaktadır. Demokrasi mücadelesini basına bırakmış, kendisi "işinde gücünde oynaşında" olan korkaklar toplumunda, entelektüalizm ve düşünce de bitmiştir. Böyle bir toplumun kendisi ile ilgili tayin edici sorunu, Arapların havaya uçurduğu malum sorundur: Küçük çıkarlarını kaybetmek korkusuyla pasifizm... Şimdi asıl sorun da (yani bugünün post-kapitalist döneminde), bizzat bu hedonist özentisi medya mamulatı korkak insan türüdür. Medya pompalamasıyla kendine yeni ihtiyaçlar icad eden tüketici vatandaş... İşte sorunun adı. "Rahatsız edilmeden" istediğini istediği gibi tüketebilmek adına, demokratik kazanımlardan feragat edebilen, güçlüye biat eden, ruh fakiri sığ bir beşer türü... Bunların en gelişmiş modeli, medyanın demokrasi cengaverlerinin hınk deyicileri olarak, internette beş-on satırlık "okur mektupları" yazanlardır. (Hatta bazen onu bile yazmaya korkarlar!) Baş sorunun bizzat kendileri olduğunun asla farkında değildirler...
Soğuk Savaş bitince muhalifliği rafa kaldırıp sinsi bir sistem savunuculuğuna girişen Entelektüalizmin tükenişi, aslında eleştirel aklın ve ruhun da tükenişiydi.
Çeğrek yüzyıl önce entelektüalizm, eleştirel aklı terkederek kendine ve insana ihanet etmiştir...
Sistem eleştirisi gibi, toplum eleştirisinin de neredeyse ortadan kalktığı dönemde, "müşteri velinimetimizdir, müşteri hep haklıdır" misali kutsanan bir "eleştirilmez vatandaş" icad olunmuştur medya tarafından. Şimdi post-kapitalist dönemde eleştirel akıl geri dönmektedir.
Kendisinden başka kimseyle ilgilenmeyen tüketici pasif ve de modern insanın Arap devrimcileri tarafından kenara süprüldüğü günümüzde, tüketici reklamlerına indirgenmiş bu kültürsüzlük kültürü yaşıyor.
Reklamlar ve medya üzerinden yönlendirilen saf tüketici "kültürü" sahici kültür sanılmaktadır ve bunun böyle olmasında da medyanın büyük payı vardır. Kültür endüstrisi, esasen tüketim üzerine kuruludur ve onu teşvik etmektedir. Günümüzün mal/hizmet denizinde "kurtuluş" adına insanlara uzatılan can simidi, ("değiştirilemez") sistemin sınırları dahilinde iyi bir tüketici olmaktır bunun umududur. Eskiden böyle durumlarda yeni bir düzen hayal edilir, düzenin dışına çıkmak umuduyla mücadele edilir, sistemi yıkmak amaçlanırdı. Şimdi o sulara geri dönülüyor... Ama medyatik aydınlar, buna rağmen NewYork anılarını yazmaktan, pahalı yemekler yiyip pahalı şaraplar içmekten ve bunları köpürtüp anlatmaktan helak oluyorlar!..
"Herkes Petrus içince, bir tür ideal düzen, bir tür cennet sosyalizm kurulmuş mu olacaktır?!.."
-Bu mudur yani?!..
Medyanın işlediği en büyük günah, toplumları sorumsuz tüketiciler haline getirirken, bir taraftan da toplumların önemli/varoluşsal konulara dikkatlerini toplama özelliklerini yoketmesidir. Düşüncenin neoliberal dönemde bitip dibe vurduğu, ama dipten ivme kazanıp yeniden yükselmeye başladığı, yükselmek zorunda olduğu bir dönemdeyiz... İşte bu, umudu yeşertiyor.