TEM stüdyaları, Mahmutbey, İstanbul...
Bir koltukta oturan padişah, son derece rahat. Halit Ergenç, komplekssiz ve son derece rahat bir aktör.
Kamera raylarda ona doğru ilerliyor.
"On tane şehzadem de olsa biliyorum..."
Sultan Süleymen traş olurken konuşuyor...
Yedinci bölüm çekimleri. Sette prova...
Rejinin sesi duyuluyor:
"Arkadaşlar sessiz... Arkada yürümeler dursun, başlıyoruz..."
Sette çıt çıkmıyor. Çekim tekrarlanıyor...
"On tane şehzadem de olsa biliyorum..."
Sultanı traş eden zülküflü iç oğlanı rolündeki figüran uyarılıyor. Arkadaş sahiden de barber. Mesleği bilen biri bu rol için seçilmiş. Dekorasyonda inanılmaz detaylar var ve böyle inceliklere çok önem veriliyor...
3500 metre karelik bir alana kurulmuş sette, Topkapı Sarayı'nın birçok odası birebir kopyalanmış. Şimdi yeni bölümlerde gösterileceği için bir Venedik sarayı ve bir Avrupa Sarayı kuruluyor. Onlar inşa aşamasında ve böyle işleri on gün gibi inanılmaz kısa zaman dilimlerinde hallediyorlar, herşey büyük özenle yapılıyor. Dekorlara yakından baktım, herşey orijinali kadar gerçek neredeyse, çünkü el işi. Ahşap kapıların kıvrımlarından, kostümlerin düğmelerine ve işlemelerine kadar en ince ayrıntı düşünülmüş.
Kantinde Sultan Süleyman yanımıza geliyor ve bana elini uzatıyor:
"Ben Halit..."
Osmanlı'nın en büyük Sultanıyla konuşuyoruz! Mütevazi, akıllı ve keyifli bir aktörle sohbet ediyoruz. Küçücük kare şeklinde bir masanın başındayız. Konuşurken elleriyle de anlatıyor, jestler yapıyor ve dikkat ediyorum, iri elleri, uzun parmakları var. Parmaklarında kocaman taşlı dev yüzükler. Bu takıların yüzde 80'inden fazlasının hakiki olduğunu sonradan öğreniyoruz. Kocaman mavi gözleriyle sakin sakin konuşuyor Sultan Süşeyman. Sol ayağı alçılı. Ama yürümesini engellemiyor. Savaş oyunları ve eski silahları kullanmayı öğrenirken yaralamış kendini. Onda büyük oyuncu kumaşı var gibi. Umarız dünya filmlerinde de oynar. Türkiye'de, dünya filmleri çekebilecek, oynayabilecek kalitede insanlar çoğalıyor. Şimdi sırada iyi projeler, orijinal fikirler üretmek var. Televizyon'da da tecrübe biriktirdiği anlaşılan yeni bir film dünyası belirginleşiyor Türkiye'de ve giderek profil kazanıyor...
Hürrem, neşeli bir genç kadın.
Repliklerini ezberlerken odasına dalıyoruz... Önce şaşırıyor!
Kocaman bir aynanın önünde, kostümüyle, ona daha kolay gelen Almanca dilinde heyecanlı heyecanlı konuşuyor. Meryem Sarah Uzerli, Türkçe repliklerin ona zor geldiğini ama hızlı öğrendiğini, dizinin ve rolünün, onun için büyük bir tecrübe olduğunu anlatıyor. Rolü oynamaktan gurur duyduğu da belli. Nasıl keşfedildiğini anlatıyor Berlin'de. Türkçesi sahiden de aksanlı. İnanılmaz seviliyor. Türkiye'de gördüğü sevgiden ve içten ilgiden çok etkilenmiş.
"Bir günde hayatım değişti. Karar verildi ve derhal İstanbul'a taşınmak zorunda kaldım" diyor. "Sonra yeni arkadaşlar, yeni yemekler, yeni bir dünya..." Hürrem'in nasıl fırtınalı bir kadın olduğunu, inişli-çıkışlı ruh halini anlatıyor. Hürrem kostümü içinde neşeli yaramaz bir kız gibi, repliklerini tekrarlıyor aksanlı Türkçesiyle.
Dizinin yazarı Meral Okay, ikibuçuk yıl önce start alan "Muhteşem Yüzyıl"ın hikayesini anlatırken dikkatimi çekiyor, pattadanak soruyorum:
"Aynı İlber Hoca gibi gülümsüyorsunuz, onunla bir yakınlığınız var mı?"
Sorum çok hoşuna gidiyor.
"Evet var" diyor ve İlber Ortaylı Hoca'ya benzetilmenin bir şeref olduğu anlamına gelecek şeyler anlatıyor, örnekler veriyor. "Biz birbirimize benzeriz" diyor ve tarihe olan ilgisini anlatıyor. Yakında Aya İrini'de bir podyum tartışması/sohbeti olacağını ve İlber Hoca ile aynı masadan davetlilere hitab edeceğini söylerken gene İlber Hoca gibi gülümsüyor. Kendinden emin güçlü bir kadın Meral Okay.
Dizinin hiçbir filmini sonuna kadar seyretmediğim halde (internetten kısa bölümler izledim), özenli çalışmadan, oyunculardan ve özellikle de dekorun mükemmelliğinden etkilediğimi söylemeliyim. Mesela sarayda hamam sahnelerinin çekildiği hamam aynen inşa edilmiş ve buharından mermerine kadar gerçek. Sadece sütunlar özel bir plastikten. Musluklardan şarıl şarıl su akıyor. Dekorasyonda gördüğünüz mermerlerin, kıymetli taşların tamamına yakını gerçek. Üçyüz kadar kişi, gece gündüz demeden çalışıyor bu dizi için. Kantin harika! Siz çayınızı içerken bir bakıyorsunuz kavuklu bir paşa geçiyor yanınızdan, koridorun öbür başında kayboluyor.
İşin siyasi yanı bu yazıyı -şimdilik- ilgilendirmiyor. Ama şu kadarını söyleyelim:
Dizi daha başlamadan, basında koparılan gürültüyü anlamak zor değil elbette. Onu ayrıca incelemek gerekir. Yalnız, koparılan o gürültünün -oyuncuları ve yazarı oldukça rahatsız etmekle birlikte- dizinin daha da popüler hale gelmesini sağladığı kesin. Tarihe sadık kalmak adına, İlber hocanın önerdiği tarihçi danışmalanlarla çalışılan kurgu bir dizi filmin üzerine gelenler, diziyi popüler hale getirmişler. Yani dizi hakkında demediğini bırakmayan, Sultanları İslamcı gibi göstermeye çalışan İslamcı "Ecdadımız" edebiyatı sayesinde her iki aileden biri, prime time'da "Muhteşem Yüzyıl"ı seyrediyor, merak ediyor, araştırıyor ve Sultanların İslamcılar gibi olmadığını görüyor. Bu kadarla da kalmıyor...
Topkapı Sarayı'nın Türk ziyaretçilerinin sayısında bir patlama yaşandığını biliyor muydunuz? Sultan Süleyman ve dönemi hakkındaki kitapların yok sattığını da buna ekleyelim. Türkiye, şimdi de Osmanlı tarihinin "İslamcı Ecdadımız" versiyonuyla hesaplaşıyor. Türkiye'de birşeyler değişiyor ve iyi yönde değişiyor.