Şimdi burada siyasi bir yorum okumayı beklediyseniz yanıldınız. İnsani konuları ilgilendiren bir yorum okuyacaksınız...
Çok kısa tutarak, Silivri'de o ünlü mahkeme salonunda ne 'gördüğüm'e ucundan değineceğim.
Mustafa Balbay, gerçekten formunda görünüyordu. Hafiften zayıflamış ve morali düzgün. Kahverengi kadife ceketiyle oturduğu sanık bölümünde, kısıtlanan hayatına inat, o dar sınırlar dahilinde yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalıştığı, herşeye rağmen hayatı sevdiği görünüyordu. Tanıdıklarının hatırını sordu. Salonda her zaman bir Cumhuriyet muhabiri bulunuyor ve AA muhabiri de sürekli haber yapıyor. Cumhuriyet'ten o gün gelen gazeteci arkadaş, ancak bir dervişte olabilecek iyi huya sahip genç biri.
Tuncay Özkan, gencecik avukatlara sarılıyor ve onları bırakmıyor. Çok hoş bir görüntü. Dokunaklı değil ama. Çünkü yargı usulündeki garipliklerle yıllardır hapiste olsa da en ufak bir kırıklık veya ezilmişlik belirlisi göstermiyor. Sonra başka bir genç avukat daha geliyor, ona da sımsıkı sarılıyor. Bu genç kadınlardan birinin kızı olabileceğini düşünüyorum, çünkü öyle içten ve sevgiyle sarılıyor ki...
Tuncay Özkan'ın partisinden davayı izlemek için katılanlar, belli ki onun sadık dostları. Hararetle, haksızlıkları anlatıyorlar ve sitem ediyorlar.
Yabancı basın, Kürtlerin davalarına katılmayı tercih eder de, Silivri'ye neden gelmez.
Madem Türkiye'nin en önemli davası, neden kimseler gelmez.
Evet doğru... Çok yerinde bir soru.
Ama gelen de oluyor işte...
Ve ilk önce dikkatimi çeken şu:
Her davada, mutlaka, sanıkların işlediği suç nedeniyle mağdur olmuş insanlar ve onların yakınları da bulunur. Madurların yakınları, mahkemede seyirciler arasında olur ve mağdurların çiğnenen onuru için, sanıklara verilecek cezayı beklerler... Bu mahkemede seyirciler arasında bir tek mağdur yakını yok... (Ergenekon kimseyi mağdur etmemiş mi?) Bütün seyirciler ve ziyaretçiler, sadece sanıkların yakınları veya ziyaretçileri.
Böyle durumlar, sadece siyasi davalarda olur...
Anlayamadığım diğer nokta şu:
İfadesinin "ben öldürttüm" dediyebilen "içeriği" bir yana -Arif Doğan cidden hasta. Sesi zor çıkıyor. O haliyle neden saatlerce ifade verir, verdirilir? -Nitekim ifadeden sonra sağlığı daha da bozulmuş, hastaneye kaldırılmış.
Mahkemeyi koruyan askeri birliğin askerleri ve subayları o kadar kibarlar ki, insan şaşırıyor.
Kantinde verilen yemekler gayet iyi ve inanılmaz ucuz.
Silivri, silik bir yer. Mahkeme ve cezaevi, küçük bir kasaba kadar büyük. Mahkemeye Esenler'den otobüs servisi var. Ulaşım tam anlamıyla sağlanmış, ama ilgi Cuma günleri dışında az.
Eğer 'Asrın davası' ise -ki öyle denebilir- neden kimse oraya gitmez, görmez, gözlemez?
Bunlar, sadece kısaca aklıma gelenler.