Uma Thurman'ın "daha önceki hayatı"na yolculuğu mu? Ve Türk kültürünün dünyaya açılışı

"Birönceki hayatınızda Çinli miydiniz?" İşte bu bir soru!
Bir Avrupalı olsanız, süt ürünlerine allerjiniz olsa ve Çin uzmanı olup Çin'de yaşasanız ne düşünürsünüz? Buna bir arkadaşım, "Daha önceki hayatımda herhalde Çinliydim" diye cevap verdi. 
Çin'de büyük baş hayvan pek yetiştirilmez. Dünya nüfusunun dörtte birinin, yani Çinlilerin süt ürünleri yemediğini, peyniri bilmediğini, yoğurt ve diğer süt ürünlerini kullanmadığını biliyor muydunuz? Çinlilerin o muazzam mutfağında peynir yoktur mesela...
Başka biri de Japon kılıcını eline geçirince, onu beylik kılıç ustalarını şaşırtacak bir ustalıkla kullanmaya başlarsa, o kişi de "daha önceki hayatında Japon mu olmuştur?" Böyle sorular, yakın dost sohbetleriyle ilgili mevzulardır. Sohbet sınırlarının genişlediği hoş zamanlarda konuşulur. Tarantino Kill Bill dizisi filmlerinin ilkini çekerken, Uma Thurman'ın kılıçla oynaması gereken rollerdeki başarısını, ünlü Japon oyuncu Sonny Chiba görmüş ve bu güzel kadın için "Japon gibi" demiştir. Kılıcı kullanırken yaptığı su gibi akıcı hareketlerini hayranlık ve şaşkınlıkla izlemiştir.
Bazen gariplikler özellikle dikkat çekicidir.
Uma Thurman'ın kılıcı tutuşundan savuruşuna kadar, ustalıkla yaptığı hareketler arasında beni en çok etkileyeni, dizinin birinci filmindeki uzun dövüş sahnesindeki bir pozisyonu, kılıcı tutuş şekliydi. Etrafını çeviren bir düzine kılıçlı adamın tamamını görebilmek için, savurmaya hazır tuttuğu kılıcın yüzeyini, arkasını görebilmek için ayna gibi kullanıyordu. (Tabii, kılıcın yüzeyi asla ayna gibi parlak değildir, o yüzeyde ayrıntı görmek pek mümkün değildir, ama hareketlenmeleri algılamak için iyi fikir!)
Bu güzel oyuncu, anne tarafından İsveçli ve Alman, baba tarafından Amerikalı. Kırkbir yaşında. Ve gerçekten çok başarılı bir oyuncu. Annesi gibi mankanlik yaparak başladığı sahne mesleğinde, Pulp Fiction filmiyle ilk tecrübesini edinmiş. Quentin Tarantino'nun bu kült filminde ounamak, ona yepyeni bir dünyanın kapılarını açmış. Bazı insanlar, bulunduğu yeri kesinlikle hakederler. Uma Thurman, bunlardan biri. Daha sonra Batman & Robin adlı filmde göründü.
Uma Thurman, 2003'de bir Golden Globe ödülü aldı, hem de bir televizyon dizisindeki rolüyle. Ama onu bugünkü yerine getiren filmlerin, Tarantino'nun Kill Bill filmleri olduğu tartışılmaz.
Şu iki konuya kısaca değinmek gerek: Birincisine, Türklerin silahlara karşı genel yaklaşımı üzerinden yaklaşalım! Türkler savaşta/mücadelede, sanatsız vuruştan yanadır. Şekle değil sonuca bakarlar. O yüzden de bugün Türkiye'de, Türklerin bir zamanlar usta oldukları eski savaş sporlarından ve silahlarından çoğu kaybolmuştur. İkincisi, ayrıntıya takılmayan anlayışlarıyla estetiği kaybetmiştir Türkler. Bunların ikisini de geri kazanmalıdırlar...
Türkler; estetiği, güzelliği ve sanatı, hayatın her alanına hakim kılmak anlayışını benimseyip içselleştirmek zorundalar. Bundan sonranın dünyasında savaşların ve rekabetlerin temel unsuru, güçlü ve derin kültürler olacaktır. Şimdi o bayat "Muhteşem Yüzyıl" dizisinin perde kumaşından yapılma elbiseleri ile rol kesme denemeleri arasından sırıtan kötü oyunculukları "değerlendirmek"le meşgul bir zevksizlikle boğuşulurken, asıl sanatı da düşünmek gerekiyor. Türkiye evrensel değerlere ulaşmak ve "Müslüman" kimlikte ifadesini bulan vasatın vasatı kültürsüzlükten/sanatsızlıktan kurtulmak yolunda mesafe katediyor. Bu konu farkedilmiş ve bazı çevrelerde iyice anlaşılmıştır. Burada hemen, Murat Bardakçı'nın yaptığı bir hataya dönmek gerekiyor.
Steven Spielberg, Tom Cruise'un Fatih Sultan Mehmet'i oynayacağı bir filmin hazırlıklarını yapıyormuş. Konu hakkında Türkiye'den birini danışman olarak angaje etmiş. Murat Bardakçı da durmuş duramamış, bunu hemen kamuoyuna tantanalı bir şekilde açıklamış. (Bunu kendine saklasa çok daha iyi olurdu.)
Günümüzde, filmler başta olmak üzere, böyle özel bilgilere, devlet sırrından daha önemli bir yer atfediliyor ve hele Türkiye gibi kültüre değer vermek konusunda özürlü bir yerde buna daha çok dikkat etmek gerekiyor.
Türkler, engin kültürlerinin dünya sanat ve kültür hayatında özgürce kullanılmasına hazır mı, bu konuda mesela Japonların olgunluğuna sahip mi?
Hayır değil...
Türkler, kendi ucube dizilerine (adam gibi tarih filmlerine haydi haydi) "Ecdadımıza dil uzattırmayız" söylemiyle "tepki" göstererek, geleceğin dünyasındaki yüksek yerlerini bizzat engelliyorlar. Bir kültür çağına doğru ilerliyoruz. Bu aşamada en büyük "yeraltı kaynakları"na Türkiye sahip, ama Türklerin başında, beton ve paradan başka bir "değer" tanımayan bir neoliberal "Müslümanlık" sorunu var... 
Japonların "kurgu sanat, gerçeğin aynısı, bir tür belgesel film gibi olmak zorunda değildir" diye özetlenecek anlayışı içselleştirdikleri malum. Lise tarih dersinde öğrendikleri şeylere de tapmıyorlar. İmparatorlarını 'Tenno' yani Göğün Oğlu diye adlandırmalarına ve kutsal saymalarına rağmen -genel saygı çerçevesinde kalarak- onların ve kendi tarihlerinin sanatın çeşitli alanlarında serbestçe kullanılmasına toleranslı davranıyorlar, bunu sevinerek izliyorlar. Çünkü orada, Türkiye'deki engin "Müslüman" vasatizmine tekabül eden "Soka Gakkai" vasatizmi, ülkenin gündeminde söz sahibi değil. Soka Gakkai, Türkiye'de olduğu gibi, köylülerin anasını alıp gitmesinden tutun da, heykellerin tipine kadar her şeye karışamıyor. 
Tarantino gibi büyük bir yönetmen, Kill Bill filmelerini Japon kültürüne yaslanarak kafasına göre çekebiliyor. Ve Japonlar, Tarantino'nun filmlerini Türkiye'deki tonda "eleştirmek!" bir yana, heyecanla seyretmeyi bekliyorlar. Eh o da, özgür olabildiği ölçüde, çektiği her küçük ayrıntıda "Japonlar bana kızar mı" diye düşünmek zorunda kalmadan, böyle güzel filmler yapabiliyor. -Zaten özgürlük, sanatın ruhudur. Japon kültürünün dünyaya yayılması, tanınması ve benimsenmesi için sanat, en iyi yöntem olmuştur -tıpkı Türk kültürünün dünyaya yayılması için olacağı gibi. Özgürlükle sorunlu, bu nedenle sanat/kültür ile de sorunlu bir anlayışıyla, yeni dönemde ilerlemek mümkün değildir. Japonya'nın "Alperenleri" zırt pırt sokağa inip, bütün Japon basının seferber edercesine, "Tarantino tarihimize hakaret ediyor, bizde böyle kılıçlı mafya yok, Tokio'nun ortasında kılıçla gezmek de mümkün değil, çünkü silah taşımak Japonya'da külliyen yasak" diye ünleyip dursalardı, 75 bin kişi Japon kültür bakanlığına maktup yazıp, "Kill Bill, Japon kültürünü çarpıtıyor" deselerdi, Kill Bill filmleri asla çekilmez, dünya da Japon güzelliğinden ve Uma Thurman'ın o estetik hateketlerinden mahrum kalırdı...
Türkler akıllanıp, ayaklarına ve akıllarına bağ olmaktan başka hiçbir özelliği olmayan soradanmodernleşmiş"Müslüman" zevksizliği ve kültürsüzlüğünden kurtulmazlarsa, önümüzdeki dönemde birçok ünlü oyuncu ve yönetmen, Türkiye'nin engin kültür deryasını filmine malzeme yapmayacaktır. Ama aksi olursa, Anadolu ve İstanbul'un muazzam kültürü dünyada mutlaka keşfedilecektir ve önem kazanacaktır. Bu çok da doğaldır.
Gelecekte eğilimler, gönüllülük esasına göre işleyecektir, kılıç esasına göre değil.
Bugünün "Ecdadımız" edebiyatıyla, eski padişahları kendi ruhsuz politikacılarıyla karıştıran Emevi Türklerden, bu kafayla hiçbir halt olmayacağı zaten kesindir. Kültür/sanat konusunda en ufak bir ürünü ve zevki olmayan bir çevrenin bir de "Osmanlıyı yeniden kurmak" gibi hayallere sahip olması, mizahın hasıdır. Bu, tıpkı taş ustasının saatçiliğe özenmesi gibi birşeydir!
Gelecekte büyük güçler, geleceğin parametrelerine göre hareket edenlerin etrafında, gönüllülük esasına uygun olarak şekillenecektir ve o parametrelerden en önemlilerinin başında da kültür gelmektedir ve yeni bir sosyo-ekonomik temel, yeni enerji biçimleri, yeni iş sistemi vs. gelmektedir. Burada 'Kültür ve sanat'ın -kapitalizm öncesi dönemdeki gibi- tüm boyutlarıyla bir yaşam biçimi haline gelmesinden söz ediyoruz. Yani bugünün kültür-sanatla paracıl 'iş'i birbirinden ayıran "anlayış"tan bambaşka birşeyden bahsediyoruz.
Ve Uma Thurman nasıl sanki "Japonya'daki eski hayatını yeniden yaşarcasına" kılıç kullanıyorsa, birçok dünya sanatçının "Türkiye'deki eski hayatını yaşıyormuşçasına" sert yay gerip at üzerinden istediği hikayede istediği gibi ok salması mümkün olmalıdır. Sanatçı, Türk öğelerini kullanarak, istediği filmi istediği gibi çekebilmelidir ve Türklerin toleransından emin olmalıdır.
On bin yıllık tarihe, kültüre, sanata sahip Anadolu'da, bu konularda uzaydan daha boş, üzüm suyuyla şarabı birbirinden ayıramayacak kadar zevksiz bir müteahhit "Müslüman" kafasıyla, geleceğin dünyasında merkez ülke/şehir falan olunamaz. Anca Emevi çöldeçadır devleti olunur. Eh onun filmini de kimse çekmez. Ama buraların derinliğinin hakkını verebilecek bir kafayla sahiden de merkez olmak mümkündür. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çerçevesinde, Hükümet yanlısı bir takım yeni osmanlıcı "kültür" adamları, büyük paralar harcayarak, "kendi kafalarına uygun" Osmanlı filmleri çekilmesine önayak oldular! Hepsi de vasat filmlerdi. Değil dünyada, İstanbul'da bile seyredilmediler. Bu öğretici olmalıdır.
TOKİ mimarisi, sade suya tirit ideolojik "jeostateji ve politika" lafazanlığıyla, ihale "kültürü" ve bisküi dizaynıyla, 21'inci yüzyılda büyük devlet/ülke falan olunabilemez.