Baş Melek Cebrail, Ahit Sandığı ve 'Son Savaş' hakkında notlar





Tanrı'nın SÖZ'ünü, '10 Emir'ini içeren taş tabletleri taşıyan ve Tanrısal bir silah olarak da kullanıldığı bilinen Ahit Sandığı 2600 yıl sonra yeniden ortaya çıktı. Bu nedenle, yazının başlığına daha önce koyduğumuz 'İrrasyonel Notlar' sözünü başlıktan çıkardık. Çünkü rasyonal ile irrasyonalin içiçe girip birleştiği bir durum söz konusu. Kutsal kitaplarda Tanrı'nın en büyük Mucize'lerinden belki de birincisi sayılan Ahit Sandığı'nın ortaya çıkması, insanın malum sosyal şizofrenisine son verecek bir ilk adım da sayılabilir. Konumuzla ve özünde spiritüel bir savaş olan 'Son Savaş'la ilgisi olabileceği için, yazımıza, bu çok önemli yenilik ile başlıyoruz. Kutsal Kitaplar'da, M.Ö. 6'ıncı Yüzyıldan itibaren artık sözü edilmeyen ve saklı/kayıp olduğu yazılan Ahit Sandığı, -söylenceye göre- "Kıyamet'ten hemen önce yeniden ortaya çıkacaktır." Sandığın kapağının üzerinde, Tanrı'nın iki Baş Meleği'nin tasviri/heykeli bulunmaktadır. Kötünün yaşam alanından ve 'Son Savaş'ta Baş Melek Cebrail'in rolünden, O'nun görev alanıyla ilgili SÖZ'den (ve sözellikten) bahsederken, Ahit Sandığı'ndan da söz etmek zorundayız. Bu şimdi özellikle zorunlu, çünkü son bir haftadır dolaşan söylentiler doğrulandı ve kayıp Ahit Sandığı ortaya çıktı... Bulgu hakkında basında, nedeni "anlaşılmamayacak" bir desenformasyon da yaşandı. Örneğin Ahit Sandığı'na ait olduğu söylenen bazı fotoraflar yayımlandı (biz de bu blogda bir gün boyunca bu resimlerden birini kullandık, içtenlikle özür diliyoruz). Dünyada "taraftar" basın sadece Türkiye'de yok...

Etiyopya Ortodoks Kilisesi Patriği Abune Paulos, 26 Haziran Cuma günü Papa XVI. Benedikt'i ziyaret etti. Buluşmanın konusu Papa tarafından önceden bilindiği anlaşılıyor, çünkü söze o girerek ilk soruyu o sormuş. "Ahit Sandığı elinizde mi?" Paulos'un yanıtı kısa ve net olmuş: "Evet bizde. Sandığı ben bizzat gördüm. Dünya, Gerçeği öğrenecek olgunluğa erişti artık."
Burada önemli olan, sandığın hiç yoktan ortaya çıkması değildir. Çünkü, hiç yoktan ortaya çıkmamıştır. Ahit Sandığı'nın nerede olduğu aşağı-yukarı biliniyordu, fakat bilgi asla teyid edilmediğinden birşey kanıtlanamıyordu... Önemli olan, O'nu saklayanların Ahit Sandığı'nın ortaya çıkmasında bir beis görmemeleridir ve bunun için 'Artık Zamanın Geldiği'ni düşünmeleridir. Tanrı'nın Hz. Musa'ya verdiği '10 Emir'in, yani Tanrı'nın SÖZ'ünün yazılı olduğu iki taş levhayı taşımak amacıyla yapıldığı söylenen Ahit Sandığı'nın önemi, sandığın sadece, '10 Emir'in korunması için yapılMAmış olmasından geliyor. Söylenceye göre Ahit Sandığı aynı zamanda, içindeki '10 Emir'le birlikte, Tanrı'yla doğrudan irtibat kurmaya yarayan bir tür araçtır.

73 Yaşındaki Etopya Kilisesi Patriği Abune Paulos, Papa XVI. Benedikt ile görüştükten sonra, kaldığı otele (Villa Borghese'deki 'Aldrovandi' Oteline) döndüğünde, onu heyecanla bekleyen gazetecileri görüp duruyor. Burada, sahici bir tarihi olay sözkonusu olduğundan, sözlerini aynen aktarıyoruz:
"Ekselansları... Ahit sandığı Etiyopya'da mı?"
Patrik bir dakika, iki dakika, üç dakika... susuyor ama gazeteciler konuşacağını anladıklarından sabırla bekliyorlar.
Biri dayanamıyor:
"Ahit Sandığı Etiyopya'da mı?"
"İki bin yıllık suskunluktan sonra, bu soruya yanıt için beş dakika beklemek fazla uzun bir süre olmasa gerek...
Evet Ahit Sandığı bizim orada Axum'da
. Etiyopya, yüzlerce yıldan beri Ahit Sandığı'nın tahtı. Tanrı'nın iradesiyle bize geldi ve Tanrı'nın iradesiyle bizde kalacak. Ben buraya, varlığı için kanıt sunmaya gelmedim. Ben buraya, bizzat gördüğümü söylemeye geldim, bildiğimi ve şahit olduğumu söylemeye ."
Patrik'in anlattığına göre Ahit Sandığı, "eskime/yaşlanma prosesinin dışında", yani yapıldığı zamanki kadar yeni, eskimiyor, yaşlanmıyor, değişmiyor (tıpkı insanın Cennet'ten kovulmadan önceki hali gibi) Ve şekli aynen kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi. Ayrıca meraklıların görüşüne açık değil, ona bakacak yüceliğe sahip olanlar dışında bugün ve gelecekte kimseye gösterilmeyecek. Patrik sözlerini şöyle biririyor:

"Kutsanmış olan kalıcıdır. Ahit Sandığı insan eliyle yapılmamış. O bir sır."
(Die Welt, 28.06.2009)

Daha önce Graham Hancock'un, kayıp Ahit Sandığı'nın nerede olabileceği ile ilgili çok ayrıntılı bir kitabı yayımlanmıştı, okumuştuk ("Die Wächter des Heiligen Siegels" 1992). Kitabın o zaman için ilgi çeken diğer yanı, neoliberal dönemin komplo teorileri furyasına malzeme veren bir yana sahip olmasıydı. Yazar, sandığın bulunabileceği yerlerin fotoraflarına ve eski gravürlere de yer verdiği kitabında, Ahit Sandığı'nın dünyada dolaştığı yerlerin de ilk kez oldukça kesin bir coğrafyasını ve tarihini de sunuyordu.
Ahit Sandığı Tevrat'ta şaşırtıcı bir şekilde, bütün detaylarıyla anlatılır (Mısır'dan Çıkış Bölümü 25, 10-20). Akasya ağacından yapılmıştır. Uzunluğu ikibuçuk 'Ellen', genişliği birbuçuk ellen, yüksekliği birbuçuk ellen'dir. Tevrat'ta geçen uzunluk birimi Ellen'in 45 cm ile 52.5 cm arasında olduğu sanılıyor (kesin uzunluk bilinmiyor). Sandığın üzeri tamamen som altınla kaplı olmalıdır. Tevrat'ta, hangi köşesinde kaç altın halka olması gerektiğine varıncaya kadar ayrıntı vardır. Kapağı da som altındandır ve kapağın üzerinde, kanatlarını yukarıya doğru açmış, Ahit Sandığı'nı korur pozisyonda iki 'Kerubim' tasviri bulunmalıdır. Yüzleri birbirine dönük olmalıdır. 'Kerubim', İncil'de kısaca 'Baş Melek' diye adlandırılmakta olsa da, Hristiyanlık öncesi gelenekte daha farklı bir yere sahiptirler. 'Kerubim'ler hem Hristiyanlıkda olduğundan biraz daha farklı tasvir edilirler, hem de 'Cennet Melekleri'dirler aynı zamanda, yani insanlar ile ilişkileri, onlarla Cennet'te birlikte yaşadıkları döneme/seviyeye dek uzanır. Kur'an'da Ahit Sandığı'dan, Bakara Suresi'nde bahsedilir (Bakara 248). Şöyle denmektedir: "Peygamberleri onlara şöyle dedi: 'Onun hükümdarlığının alameti, size o sandığın gelmesidir. Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Musa ailesinin, Harun ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu Melekler taşımaktadır. Eğer inanmış kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır." Kur'an'daki bu sözlere döneceğiz.

Tevrat'ta anlatıldığına göre, Kudüs'te Süleyman'ın Mabedi kuruluncaya kadar (M.Ö. 587), Tanrı'nın Hz. Musa'ya verdiği '10 Emir'in içinde saklandığı Ahit Sandığı, ona asla dokunmadan taşınırdı. Bu, rasyonel ve irrasyonel dünyanın birliğini/bütünlüğünü ilgilendirebilecek somut nedenler ile ilgili olabilir. (Mesela 'Arınmamış olanların' Ahit Sandığı'na dokununca öldükleri/ölecekleri söylenir) Süleyman'ın Mabedinin kurulmasından önceki zamanda Ahit Sandığı'nın durduğu belli bir yerin bulunmadığı, halkın yaşam tarzına da uygun olarak hareket halinde olduğu, yani bir yerden bir yere inananlar tarafından taşındığı, O'nunla birlikte her zaman bir de çadır mabed taşındığı anlaşılıyor. Bir yerde durulunca hemen çadır mabedin kurulduğunu ve Ahit Sandığ'nın
bir sonraki harekete kadar çadır mabedin içinde durduğunu Graham Hancock kitabında anlatıyor. Göçebe bir mabeddir söz konusu olan... Kudüs'teki hükümdar, eski Tanrı'lardan bereket Tanrıçasına yeniden tapmaya başlayınca, Tanrı'nın "Benden başkasına tapmayın" sözüne uymak amacıyla, ve belki başka çekincelerin de etkisiyle Ahit Sandığı'nı Kudüs'ten kaçırıyorlar. Aynı dönemde Nil deltasındaki Elephantine adasında bir tapınak inşa ettirerek Ahit Sandığı'nı oraya yerleştiriyorlar -tek amaç sandığı korumak. İkiyüz yıl sonra Mısırlılar adaya saldırınca oradan da kaçırıyorlar. 800 yıl Etiyopya'da, Nil üzerindeki Tana Kirkos adasında gizliyorlar. 17'inci Yüzyılda Etiyopya İmparatoru Ezana zamanında Ahit sandığı, şimdi bulunduğu Axum'a getiriliyor. İmparator Ahit Sandığı için bir Bazilika yaptırıyor. Son İmparator Halie Selasiye de 1965'de Ahit Sandığı için üçüncü bir Mabed yaptırıyor.

Ahit Sandığının yanında onu bekleyen, ömrünü bu kutlu göreve adamış bir Muhafız duruyor. Adanmış biri oluyor, çünkü Ahit Sandığı'nın bulunduğu yeri gece-gündüz asla terke
tmemesi gerekiyor ve ancak ölünce Ahit Sandığı'nın bulunduğu bölümden çıkarılıyor. Hancock, 1983'de Ahit Sandığı'nı bekleyen bir Muhafızla konuşmaya muvaffak olmuş. Muhafızın Ahit Sandığı'nı kalın kumaşlarla sarmak gibi bir görevi olduğunu da saptayıp, kitabında anlatmış. Neden kumaşlarla sardığını sorunca, Muhafız, "İnsanları ondan korumak için" diyor, "Ahit Sandığı çok güçlü". Hancock, "Sırrın eşiğine kadar geldiğini" yazmıştı. Ama Etiyopya bugüne dek Ahit Sandığına sahip olduğunu asla söylemedi. "Rasyonel" SÖZEL insan da böyle şeylere pek inanmıyordu zaten, söylentileri de uydurma/efsane sayıyordu. "Artık böyle şeylere inanmak, modern bir insanın yapacağı şeylerden değildi!" Ama O'nun yakınında yaşayan din adamlarının, artık 'zamanın geldiği'ni anlayıp Ahit Sandığı'nın varlığını ve yerini açıklamaları, -sırf bu kararın verilmesi ve zamanı, son derece önemli.
Etiyopya'da Ahit Sandığı merkezli bazı eski inanışları ve dini törenlerde taşınan benzeri sandıklar, bu inanışa uygun replikalar her zaman vardı. Ama bunlar eski bir geleneğin yaşatılması sayılıyor, gerçek sandığın Etiyopya'da saklandığına inanılmıyordu. Daha doğrusu, bu tip konular, sözel düşüncenin rasyonel aklına yatmıyordu/yatmıyor. Artık bunun bir önemi de kalmamıştır.

Axum (veya Aksum), eski Aksum krallığının merkezi, Eritre sınırına 50 kilometre uzaklıkta, ellibin küsür nüfuslu bir şehir. İmparator Ezana'nın Hristiyanlığı kabul etmesiyle dünyanın ilk Hristiyan şehirlerinden biri oluyor. Şehrin çok ilginç bir sembolü var. Ezana'nın diktirdiği 33 metre yüksekliğinde 517 ton ağırlığındaki -bir tür nişan taşını andıran- taş anıt. Bu anıt, ülkenin tarih boyunca yaşadığı ilk ve tek işgal sırasında, Mussolini'nin faşist ordusunun işgali sırasında 1937'de yerinden söküldü. Adeta bir savaş ganimeti olarak Roma'ya götürüldü ve orada bir meydana dikildi. İtalya anıtı ancak 2005'de iade etmeyi kabul etti ve geçen yıl anıt Axum'daki yerine yeniden dikildi. Şehir, tarih boyunca, Etiyopya krallarının taç giydiği yer olarak kaldı.

Ahit Sandığı'nın ortaya çıkışı, Makul Düşünce'nin sol ve sağ odağını temsil eden 'Söz' ve 'Resim'in, yani (kısaca) rasyonel düşünce ile bilgelik/irrasyonellik'in birleşmesi anlamına geliyor -ki, insanın Cennet'ten kovulmadan önceki ilk halinin gönümüz dünyasındaki haline tercümesinin ilk kıvılcımı, ilk kutlu işareti olabilir.
Ahit Sandığı'nın aynı zamanda 'Tanrı'nın Gücü' ile ilgili olduğunu da biliyoruz. Buradan çıkan ilk anlam, daha önce değindiğimiz, Baş Melek Mikael'in komutasındaki Büyük Melek Ordusu ile ilgilidir. Bu terimin ve Baş Melek Mikael'in doğrudan Anadolu ile bağlantılı bir terim olduğunu, ilk orada adlandırıldığını daha önce söylemiştik (Bkz. bu blogda yayımlanmış 'Baş Melek Mikael' konulu yazılar).
Diğer bir anlamı ise doğrudan Baş Melek Cebrail'in adında saklıdır. Cebrail/Gabriel, İbranice 'Gavri-El', yani 'Benim Tanrısal Gücüm/Kahramanım', kısaca 'Tanrı'nın Gücü' anlamına geliyor. Kur'an'daki en önemli Baş Melek Cebrail'in (Yahudi-Hristiyan-İslam dinlerindeki) temel görevi, Tanrı'nın emirlerini iletmek, O'nun sözünü getirmek ve görülen vizyonları açıklamaktır. İslami gravürlerde Cebrail, bu yazının girişinde de göreceğiniz gibi feminen bir insan gibi resmedilir. O aynı zamanda dirilişin ve Tanrı'nın lütfu/rahmetinin de sembolü olan Melektir.
Cebrail'in pek bilinmeyen yanlarından biri, onun cezalandırıcı bir melek olarak da devreye girdiğidir. Baş Melek Cebrail'in adı ilk kez
Eski Ahit'te (Danyal'ın kitabı 8.16) vizyon yorumlayıcı olarak geçer.
Ahit Sandığı'nın Tanrı ile iletişim kurmak bakımından önemi gözönünde bulundurulursa, Tanrı'nın Gücü ve O'nun Sözünü Elçiler'i Peygamberlere getiren Baş Melek olarak Cabrail, burada merkezi önemde görünmektedir, çünkü Tanrı ile İnsan arasındaki doğrudan SÖZEL ilişkinin birinci halkası, ilk safhasıdır. Bu anlamda Cebrail'in, daha çok 'Söz' üzerinden düşünen 'sol-sağ dengesi netameli' günümüz insanına da yaklaşabilen, en yakın Tanrısal varlık olduğu söylenebilir. Savaşçı Baş Melek Mikael ise, sözel insana daha uzak, 'dengeli' insana daha yakın görünmektedir. (Burada 'Tanrı Sözü' teriminin, bir tür, 'Tanrı'nın söz ötesi/üstü ifadesinin algılanıp söze tercümesi' şeklinde algılanması gerekir. Çünkü tekbaşına söz ağırlıklı düşünce, Makul İnsan'ın söz-resim dengesiyle kıyaslandığında her zaman daha düşük bir seviyeyi ifade eder. Kuşkusuz, söz-resim ötesi ifade biçimleri de vardır.)

Buradan Baş Melek Cebrail'in 'Son Savaş'daki rolünün, spiritüel 'Son Savaş' bağlamında, eskilerin deyimiyle, 'Gök ile Yer arasında' senkron/paralel bir ilişki oluşturmak olduğunu anlayabiliriz. Bu da, insanın bugünkü bozuk, söz ağırlıklı durumuna da hitap edebileceğini gösteriyor olabilir. 'Gökte olanın yere yansıması', Cebrail ile ilgili bir durum görünmektedir. Bu nedenle, Henoch kitabında ve Qumran el yazmalarında ayrıntılarıyla anlatılan 'Tanrı'nın Ordusu'nun, yeryüzündeki yansımasıyla ilgili bir pozisyonda olduğu söylenebilir. O'nun bir tür aracılığıyla insanların 'Son Savaş'a katılımı anlamına gelen bu duruma rağmen, kutsal kaynaklarda vurgulandığı özere 'Göğün Ordusu/Gücü'nün komutanı Baş Melek Mikael'dir ve bu gerçeğin önemi, ortada bir 'Savaş' olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır.

Şimdi yeniden daha rasyonel bir alana dönerek, SÖZ ile ilgili alana ve onun kötülük tarafından kullanılması konusuna gelelim. Makul İnsan'ın söz ve resim diye betimlediğimiz iki düşünme merkezi arasındaki dengenin söz lehine bozulmasının sonucunu kısaca şöyle yorumlayabiliriz:
1.İnsanlar kendi gördüklerini, onların insan doğalarına uygun kendi tecrübelerini esas almak yerine, onlara söyleneni esas almaya başlamışlardır -yani Tanrı'nın/gerçeğin sözüne değil, kerameti kendinden menkul bir takım "bilmiş" Hoca/Şeyh/Şıh'ın sözüne inanmışlarıdır. Bunun nedeni de, kendi tecrübelerini kendileri yapmak ve özgür düşünmek özgür olmak yerine, yarı uyku halinin aptal "rahatlık"ını ve o kör rahatlığın esaretini kabullenmiş olmalarıdır. İnsan olmak ve insan kalmak, belli bir 'çaba' gerektirir. Bu, 'Gerçeğin hep bilincinde olmak çabası'nın bozuk insana göre tarif edilmiş son biçimine 'ibadet' deniyor, zira özünde bir tür hizmettir. (Fakat bunun asıl anlamı da önemli ölçüde unutulmuş görünüyor ve hatta ibadet, bir paracıl/iktidar imtiyazlı kastına dahil olmanın sembolüne indirgenebiliyor)
2. SÖZ'ün giderek 'Dil'e indirgenmesi sonucu (yani içeriğinden koparılıp sadece bir "araç" haline gelmesi, özgürlüğün/güzelliğin/kutsallığın yitimi sonucu), dil kodları ve dil kalıpları ile, son derece karmaşık bir maddi/dijital/sanal dünya inşa edilmiştir. Bu dünya, rasyonel dilin araçsallaştırılması sonucu -insanların gözünde- "kutsallıktan koparıldığı" için (aslında bu kopuş sadece dengesiz insanın gözünden öyledir, gerçekte bir kopuş sözkonusu olamaz), insanın doğasına aykırı bir istikamette ilerleyebilmektedir.
3. Bu bozulmanın en son güncel uç sonucu, acımasız medya manipülasyonu ve suni gündem yaratmak olayıdır. Ama bu en uç noktada, insanın uyanışının da sağlam bir şekilde ilerlemeye başladığı söylenebilir. Çünkü insanlar, onlara "Doğru" diye pazarlanan birçok şeyi kendi doğalarına dönerek -bizzat- sorgulamaya başlamışlardır. Sorgulamak, kaynaklara dönerek olmaktadır: Kutsal kitapların aslına dönerek ve ardından kendi özüne, iyi insan olmanın kurallarına dönerek... (kutsal kitapların yorumuna ve "Hocalar"ın lafazanlığına dönerek değil, kitapların aslına dönerek)

Başkasının aracılığına kulak asmadan doğrudan Tanrı'nın/Gerçeğin sözüne, aslına, gerçeğine kulak vermek ve bunun hayati önemi, Tanrı'nın Eski Ahit'te Adem ile Havva'ya sorduğu bir soruda gizlidir.

Cennet'te yaşarken, Tanrı'nın koyduğu yasağa uymak yerine başkasının (yılanın) SÖZÜNE kanıp yasak meyveden yiyen Adem ile Havva, Gerçek'ten kopunca edep yerlerini incir yapraklarıyla kapatmışlardır. Neden öyle yaptıklarını soran Tanrı'ya, 'utandıklarını' söylerler. Tanrı'nın buna karşı sorusu 'Neden utanıyorsunuz?' değildir. Şudur: 'Bunu size kim SÖYLEDİ?' Çünkü utanmak denen şey onlara 'Söylenmiştir'. Onlar kendi pratiklerinden ve Tanrı'nın onlara öğrettiklerinden böyle bir şey bilmemektedirler.

Kur'an, İnsan'ın bu büyük hatasını, 'Yanlış adım' olarak tanımlar (Bakara 36) ve daha önceki Din'lerde söylendiği gibi insanın Tanrı ile olan bağının koptuğunu söylemez. O bağ devam etmektedir, sadece insan imtihan edilmektedir (El-Hıcr Suresi 35-40). Ve Tanrı insanı, şeytanın onu aldatıp mutsuz kılabileceği konusunda daha önceden uyarmıştır. O bağın devam ettiğini, günümüzde yaşananlardan biliyoruz diyebiliriz. Şimdi sıra, Makul İnsan'ın dengesizliğini ortadan kaldırmak pratiğine gelmektedir. Bunun için... elbette sadece okumak falan değil, daha çok başka şeyler gerekiyor. Fakat Kur'an'da Ahit Sandığı hakkında söylenene kısaca dönecek olursak:
1. Sandığın yeniden ortaya çıkışı, Kur'an'daki ifadesiyle 'O'nun/Tanrı'nın Hükümdarlığı'nın alametidir. Yani uygun bir dille, "Yok artık öyle değil" diyenlere bunun DİL ile hatırlatılmasıdır. Ve "Kitaplar öyle yazıyor ama..." deyip "gerçek hayatta" sadece paranın gücüne/hükümdarlığına "inanan" dinci zebanilere -onların göremediği-, (ama gerçek inanaların göreceği) bir işarettir. Sandığın ortaya çıkışının ilk anlamı galiba şudur: Tanrı, bir tür roman kahramanı değildir, gerçektir ve yaşıyor.
2. İnsanın yılanla hesaplaşmasında korkuya mahal yoktur. Sağlam durup, Tanrı'ya (ve ordusuna) güvenmek gerekir.
3. Bu, insanın yeniden huzur bulmasıyla ilgilidir.
4. Meleklerin doğrudan müdahil olduğu bir durum sözkonusudur.
Kur'an bu noktada -başkalarının sözel etkisi altında da olsalar-, İslam dinine inanmış olan herkese hitab ederek, Ahit sandığı hakkında çok kesin bir işaret veriyor ve "
Eğer inanmış kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır" diyor.

'Tanrı'nın Gücü' anlamına gelen adıyla Cebrail'in, ve diğer Baş Melek'lerin, Güneş sistemindeki gezegenlerle de ilişkili olduğu hakkındaki ikincil kaynaklara girmeden kısaca bu konudan da bahsetmek gerekirse; İslami kaynaklara göre Kabe'deki Ka
ra Taş'ın menşei hakkında iki önemli işaret bulunmaktadır. Biri, Venüs'ten geldiğine işaret ederken, birçok söylence de Taş'ın, Baş Melek Cebrail tarafından getirildiğini söylüyor. Baş Melek Cebrail'in İslam'da, diğer Meleklere nazaran daha önemli bir yere sahip olduğunu, adının Kur'an'da sekiz kez geçtiğini biliyoruz.

'Son Savaş' hakkında başta Hanoch kitabından ve Qumran el yazmalarından, 'Tanrı'nın Ordusu'nun konumlanması hakkında bazı notlar yazmıştık. Orada, ordunun 'Eşitler arasında birinci' komutanı Baş Melek Mikael'in 'Hilal şeklinde dizilmiş' Melek Ordusu'nun önünde diğer üç Melekle birlikte durduğunun anlatıldığı üzerinde durmuştuk. Mikael'in Cebrail ile yan yana durduğu bu pozisyonda Cebrail'in rolü/görevi hakkında bu bağlamda başka bir nokta dikkati çekiyor: Sanat.

Tanrı'nın elementar ifadesi olan güzellik ve onun insan tarafından yeniden üretilmesi/yorumlanması demek olan gerçek sanat ve onun bütün türevleri/biçimleri, insanın kendini bulması için önemli bir anahtar olacaktır. Çünkü sözelliğin ağırlığını azaltmak ve dincilerin sözel hegemonyasını kırmanın ilk kitlesel önemli adımı, sanata açık olmaktır. Güzelliğin (ve karşılıksız iyiliğin) bilincinde olmak, onu hep yeniden üretmektir. Çünkü bu alan, Makul İnsan'ın sadece 'resim' ağırlıklı düşünce biçimini güçlendirmekle kalmaz, oradan devam ederek gerçek anlamda bilgeliğin kapısını da açar. Cebrail'in bu alanla da ilgili olduğu söylenebilir.

Baş Melek Cebrail, esasen 'Tanrı'nın Sözü'nü getiren Melek olarak bilinmesine rağmen, bazı kutsal kaynaklarda savaşçı özelliklerinden de bahsedilmektedir. Eski Ahit'te, Asur kralı Sanherib'in 'Bir patlama sonucu' yokedilmesinde, Baş Melek Cebrail'in rolü olduğunu biliyoruz. (Bkz. 2. Krallar bölümü 19.7. Bazı eski tercümelerde, 'patlama' yerine 'Ruh' sözü kullanılmıştır) Aynı yerde, birkaç satır sonra, bu olayın bir Baş Melek tarafından yapıldığı söylenir. Babylon Talmud'unda ise, bir ad veriliyor ve Baş Melek Cebrail'in bir ateş sütunu ile, Asur ordusunu vurduğu söyleniyor. (Sanhedrin 95)
Bu darbe, bazı kaynaklarda (Venüs'ten) bir gök cisminin düşmesi şeklinde de aktarılır. Fakat aslolan bu söylenceler değil, insanın bütün bu olanlara göre konumlanarak kendini, huzurunu ve Cennetini yeniden bulması, bunun için önce özüne geri dönmesidir. Şimdi klasik sözel kalıpları kırmanın zamanı. Baş Melek Cebrail, bu somut gerçeğin günümüzdeki ifade biçimleriyle ilgili bir pozisyonda görünüyor.