Bir konuya hakim olmak için, onu iyice araştırır, düşünürsünüz. Belli bir yoğunlaşmadan sonra, sıçramalar kaydedersiniz. Bildiklerinizin üzerine yeni fikirler koymanın başlangıcıdır. ilham da devreye girer elbette. Bir de anadan üryan “Heureka!” diye sokağa fırlayan Arhimedes’in durumu var. “Ani yüce idrak”, tamamen yeni bilimsel buluşlardan, fikirlerden tutun da, “Vahiy” dediğimiz kutsal anlara kadar ikinci bir kategori teşkil eder. Bu iki temel durum arasındaki kategorik fark, içinde bulunduğumuz “Sıçramalı Değişimler” döneminde (hadi biz ona, eski alışkanlıkların hatırına “devrimler dönemi” diyelim), bu iki durum ve arasındaki farkın, önümüzdeki döneme bilinçli bir şekilde entegre adilmesi, özel önem arzediyor. Neden?
Büyük Değişim/Dönüşüm dönemleri, kendine özgü inspirasyon/ilham ve ani yüce idrak yollarını da açarlar. Ve o bilinmeyen yollara düşecek kadar cesur (yani arınmış/saf/temiz/pak) olanların, bugünün “cins” materyalizminin -maddeden başka kuş tanımayan- gayrıciddiliğine kurban olmamaları için, bu ayrımı bilip bunun farkında olmaları gerekir.
Maddi dünyadan bakarsak… Din, kutsalın bir ifadesi olarak, “Ani yüce idrak”ın çeşitli dereceleri etrafında şekillenen inanç ve kurallar bütünüdür. Burada öz, Ani yüce idraktır (ve onun en üst biçimi “Vahiy”dir). Vahiy ve daha alt sezgi biçimlerini içeren benzeri “Ani yüce idrak” biçimlerini hiç bilmeyen, hiç görmemiş ve onun düşük kategorilerini bile yaşamamış biri, Vahy’e de inanmaz. Burada, “Dine inanmaz” demiyoruz, “Vahy’e inanmaz” diyoruz ve altını çiziyoruz. Dine güya inanan, aslında dini ticaretine alet eden, eskiden boru tipi pantolon giyip kebap yerken, şimdi cipe binip lüks betonda oturan birçokları, dine inanır ama Vah’ye ve kutsala inanmaz. Çünkü “bilimsel” değildir! İslamcılar, inanılmayacak ölçüde “bilime” ve kabataslak “pozitivizme” inanırlar, ama Kur’an’da alıntılayamadıkları hiç bir kutsallığa inanmazlar. Çünkü kutsallığın temel prensibinden ve insanla olan ilişkisinden bi-haberdirler. (Burada İslamcılardan, yani İslam’ı bir tür ideoloji haline getirmiş olanlardan bahsediyoruz, İslamlardan değil.)
Maddi dünyadan bakarsak… O kutsal anların, yani yüce idrakın geldiği anların, insana özgü bir düşünme biçimi olduğunu görürüz. Fakat bu düşünme biçimi, insanın kendinin düşündüğü bir şey gibi gelmek kişiye. Yüce idrak biçimini araştıran ve bu konuda bir de kitap yazan filozof Dieter Heinrich, bu durumun temel özelliklerini de kendince ortaya koymuştur. (Bkz. yazarın kitabı, “Denken und Selbstsein” 2007). Bu durum:
1. Aniden olan bir durumdur. İnsanın “başına gelir.” Öyle birşeydir ki, birden birşeyin farkına varırsınız, ama bu konuda o kadar emin olursunuz ki… Açık ve kesinliği gün gibi aydınlıktır. Ve sahiden de “Işık/Nur” ile ilgili bir durumdur. Yazar, kendi araştırmalarında ve eski yazıtlardan ve daha sonra ortaya çıkan benzeri durumlardan edindiği tecrübe ile, “Ani yüce idrak” biçiminin bir iç ışık/nur şeklinde kavrandığını tesbit etmiş. Diğer anlama biçimlerinden, diğer kavrama biçimlerinden, diğer ilham biçimlerinden farkı, içinde bir gram bile şüphe/kuşku barındırmamasıdır.
2. Bu tecrübeyi yaşayanlar ve yaşayacak olanlar, bu tecrübeyi; “Hayatının anlamı” veya “hayata anlam katacak bir uğraşı/görev” olarak algılarlar. Ve bundan yüzde yüz emin olurlar (yüzde doksandokuz değil, yüzde yüz). Bu tecrübe öyle birşeydir ki, asla tekrarı mümkün değildir. Yani “aynı şeyi bir daha yaşayayım, yeniden göreyim” falan deyip isteyerek tekrarlanmaz. Kişinin isteği dışında, iradesi dışındadır.
3. Yaşanan şey, asla ve kat’a unutulmaz. bunu yaşayan, yaşadığını asla unutmaz ve neredeyse tüm ayrıntısıyla hatırlayabilir.
Bu üç özellik, yüzyıllar ve binyıllar süren dinlerin ve inançların temelidir. İnsana özgü bu çok özel ve nadir idrak biçimi, insanın ruhunu şekillendiren ve insanın insan olmasını sağlayan dinlerin, inançların, felsefi sistemlerin -insanın tarafından bakacak olursak- kaynağıdır. Yani, dinci veya dinsiz tüm pozitivist/materyalist modern zaman vatandaşlarının “yoktur, afyondur” diyerek küçümsedikleri o kutsal an, insanın ruh dünyasına özgü bir yüce idrak biçimiyle ilgilidir (yani şair ilhamından falan çok daha farklı/yüce/kesin bir durumdur). O yüce idrak biçimi sonucu ulaşılan bilgi/hal/kavram vd. mutlaka din olmak zorunda da değildir. Vahiy boyutunda olmak zorunda da değildir. Ama geçiş dönemlerinde çeşitli biçimlerde ve yoğunlukta ortaya çıkabilir. Böyle durumları kafadan reddetmek, dincilere ve dinsizlere özgü bir odunluk türüdür. Dinsiz, böyle şeyleri toptan reddettiği için, yaşanılan şeyi ölçüp biçmek ister. Bilimin sığ ve dar kalıbına uydurmak ister -e uyduramaz. O zaman reddeder. Dinci de, Kur’an’dan başka kutsal, Fıkıh’dan başka kural tanımadığından, bu kalıplara uyduramadığını kafadan reddeder. Tabii o reddetti diye, yüce gerçekler ve kutsal yok olmuş olmaz. Kutsal, yaşayan bir şeydir ve asıl karakteri özgürlük ve sevgidir. Dinciler, tarihin nadir anlarında çıkan ve insanlığa yol gösterip şekil veren böyle kutsal anları önce konseve edip saklamayı, sonra da taşlaştırıp ona tapmaya bayılırlar. Çünkü aslına/özüne inanmazlar.
“Konunun en zor yanı, bu durumu yaşamamış kimselere onu anlatmaktır.” (Alıntı, Dieter Heinrich’ten) Çünkü, anlık yüce idrakı ve mesela Vahy’i ilham ve sanatsal yaratıcılıkla karıştıranlar şöyle diyebilirler: “Oturmuş mağrada yazmış” veya… “iyi şairmiş, kitabı hala bestseller.” Olayı bu şekilde -ve bundan ibaret- sanan modern insan türüne, yüce idrak biçimlerini anlatmak elbette kolay olmayacaktır. Ama benzeri durumları yaşayanlar, zaten bunun hakkını vereceklerdir.
Sadece peygamberler ve mistik yol önderleri değil, nice eski filozof da, bu hali bilmekteydi. Mesela Platon, böyle durumların aniden ve birden geldiğini, irade dışı bir durum olduğunu biliyordu ve bunu yazmıştır da. “Şimşek gibi” olduğunu (Işık faktörü) söyler. Fakat, bu durum, bir konuyu iyice araştırmak sonucu bazı yepyeni fikirler bulmak gibi birşey değildir. Bugün, “yaratıcılık” konusunu, neredeyse bu kalitenin yanına koyup onunla kıyaslamaya/eşleştirmeye çalışıyorlar -ki hiç alakası yoktur. Ve ikisini yan yana koymak girişimi, bugünün paracıl/işkolik modern ve de dandik insan türünün, ne kadar kalite fukarası olduğunu gösterir kanıttır. Kendiliğinden olan/gelen ani ve yüce idrak, en büyük/yüksek yaratıcılık türüdür. Ben bunu, (konuya insanın maddi dünyası açısından yaklaşacak olursak) “Tek boyutlu” idrak biçimi olarak görüyorum. Sadece bir nokta… Ne bir çizgi, ne bir alan, ne bir hacım, ne de zaman… Ama bütün boyutları bambaşka/yepyeni bir kalitede üretebilen, hiç yoktan ortaya çıkan, insana dışarıdan gelen yüce/kutsal ışık… Dieter Heinrich’in de saptadığı gibi, insana ışıkla birlikte (başka bir formatta gelip sonra) söze tercüme edilen bir bir tür ruhsal “Büyük patlama” (Urkanall/big bang). Yani fizikçilerin, evreni ortaya çıkardığı/yarattığını düşündükleri o ilk patlama/infilak gibi… İnsanlığa/halka, bir insan aracılığıyla verilen (büyük veya küçük) Tanrısal/kutsal bir hediye…