Şafak Pavey'in 12 Aralık günü TBMM'inde AB Bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmasını buraya alıyoruz.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri...
Güçlü gelecek toplumun ortak hayalleri ile kurulur. Bizim de, çağdaş ülkelerin vatandaşları gibi özgürleşmek ve zenginleşmek hayalimiz vardı. Dünyaya huzurla bakan, üretici meslekleri olan bireyler olarak bir diğerine özen gösteren, diğerinin varlığına kin gütmeyen vatandaşlar birliği…
Gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de bu birlik bir sosyal demokrasi projesiydi.
AB ile süreç tamamlandığında bu rüya yerini daha yükseğine bırakacaktı. Fakat hükümet Avrupa Birliği pusulasını kaybetti. Çünkü insanlık değerleri üstünden dönüşmeyi değil, para üstünden ticareti hedeflemişti… Özgürlük ve hukuk nutukları, çakma reformlardan ibaret kaldı. Hrant Dink duruşmalarını size utanç örneği olarak sunuyorum.
İnsanı, siyasal değerler yüksek vatandaşlığa ulaştırıyor. Göç yönlerine bakın. Size insanın kaliteli hayat için nereye aktığını doğrudan gösterecektir. İyi yönetilmeyen ülkelerin vatandaşlarının, iyi yönetildiğini düşündükleri özgür ülkelere canları pahasına akması gerçeğine bakın.. Gerçek her zaman hamasetten güçlüdür.
Askeri vesayeti azaltmak için AB değerlerini kullanan hükümet, niyetini gerçekleştirdikten sonra, kendi sultanlığı devam etsin diye AB kurallarına uyum sağlamayı reddetti. Görüldü ki, niyeti özgür bir toplum değil, efendisi değişmiş bir toplum inşa etmekmiş…
Hükümet insanlık değerlerinde AB ile buluşamıyor. Ama Kuzey Afrika’da Müslüman Kardeşleri iktidara getirirken aralarından su sızmıyor. Kaddafi’nin, hukuksuzca linç edilmesinin parçası olmakta sakınca görmüyor. Böyle davranmak AB buluşmasına insan ekseni üstünden değil, ideolojik çıkar üstünden baktığını gösteriyor. Çünkü insana ve doğaya değil, dine yatırım oy getiriyor.
Hükümetin dün pompaladığı batı düşmanlığı ne kadar vahimse, bugün gösterdiği bahar dostluğu da o kadar vahimdir. Vahamet sadece yön değiştirmiştir.
Krizi fırsat bilip, aşağıladığınız Avrupa’nın, bizimkinin 16 misli yani 12 trilyon euroluk, dünyanın en büyük ekonomilerinden olduğunu, çok övündüğümüz ekonomimizin Avrupa olmadan geleceği olmadığını aklınızda tutmalısınız. Küçümsediğiniz Avrupa, dünyanın bilim ve buluş merkezidir. Başbakanın sağlığına kavuşmasında kullanılan araç ve ilaçların tamamının bu ekonominin buluşlarından kazanıldığını hatırlamalısınız. Hepimizi dinleyen muhteşem teknolojiler de aynı kaynaktan.
Etnik köken, mezhep rekabeti ve öğrenci susturmasının barut fıçısına çevirdiği bir ülkede yaşıyoruz. Yarım yüzyıldır aynı sorunlarla boğuşan bir ülkede…
Türkiye, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Dünya İnsani Gelişme raporunda 187 ülke arasında 92inci sırada… Okula gitme süresi dört yıl, nüfusun yarısının sosyal güvencesi yok, çalışanların yüzde 60’ı mesleksiz, meslekli olanları da atanmıyor.
Görülüyor ki, beton tutkusu ve banka performansı insanın gelişmesi için yeterli olmuyor.
Hükümet AB’ye olduğumuz gibi katılmak, yani hiç katılmamak istiyor. Toplumda karşılığını bulamamış kanunlar yapmak Rönesans değildir. Gerçek reform, kanunların toplumsal değerlere dönüşmesidir. Yaptığınız kanun toplum tarafından algılanmıyorsa o kanunu uygulatmak istemiyorsunuzdur.
Ahlaksızlığı batıdan aldığınızı ilan edince geleneklerimizin Batı tarafından yozlaştırılacağı paranoyasını takviye ediyorsunuz. Böylece AB’nin güzelliğini anlattığınız sevimli röportajlar sözde kalıyor.
Görüldüğü gibi ortada ters yönlere giden, birbirini yok eden paralel bir politika izleniyor.
Devlet Karakolda Fevziye Cengiz’i dövüyorsa, İrfan Tören’in hastane odasında Güldünya’yı öldürmesiyle nasıl mücadele edebiliriz?
Kadına Karşı Şiddet Sözleşmesinin ilk imzacısı ülke olarak böbürlenirken, aynı gün Rumuz N.Ç. kararı Yargıtay tarafından onaylanıyor. Uygulanmayan insanlık değerleri arşivine bir yenisi daha konulmuş oluyor.
Türkiye açmaza giren AB sürecini “Kamu Alımları”, “Rekabet Politikası”, “Gıda Güvenliği”, “Sosyal Politika ve İstihdam” ve “Çevre” adlı başlıkları, kıstaslarını hakkıyla yerine getirerek açınca ilerleme kaydedebilir. Yani değerlerini dönüştürerek…
2012 AB Bütçesi için temennilerimi dile getirirken değerlerin dönüşmesini kuvvetle hatırlatmak isterim;
Öğrencinin saçını kesmeyecek, poşusunu tutuklamayacak, parasız eğitim hakkı, su hakkı, barınma hakkı ya da doğa hakkı için yaptığı gösteriye tahammül edeceksiniz.
Vatandaşlarınız madenlerde ve depremlerde aldırmazlıktan ölmeyecek, yağmur yağınca duble otoyollarda boğulmayacak, uçurumdaki gelir dağılımının mağdurları, yoksulluk sınırında yaşayan insan sayısı nüfusun beşte biri olmayacak. Eşcinsel vatandaşlarınız toplumun en alt katına itilmeyecekler.
Üniversiteyi devlet tarafından kontrol etmeyeceksiniz, bilim siyasetin tutsağı olmayacak.
İnançları sizin için makbul olmayan vatandaşlarınızı Zerdüştlükle, Alevilikle, Gâvurlukla suçlamayıp, Diyaneti devletin ayrıcalıklı kurumu yapmayacaksınız.
Hukukumuz, Avrupa İnsan hakları mahkemesinde başvuru enflasyonu ile anılmayacak. Türkiye, hakkında “fikir özgürlüğü yok” kararına varılmış bir ülke olmayacak.
Eğer derdimiz marka olmaksa, ancak böyle marka olunur.
Demokraside en önemli kıstas soru sorabilme hakkıdır. Soranlar cezaevinde. O halde ben soruyorum. İçinde yaşadığımız bir demokrasi mi? Demokrasinin illüzyonu mu?
Uzun tutukluluk sürelerine AKP’ li meslektaşlarım tarafından düşünülen çözümü hayretle tekrarlamak isterim; Dünyada örneği görülmemiş ‘geçici mahkûmiyet’ çözümünden bahsediliyor… Böyle bir şey olabilir mi?
Rekabet faslının önünü tıkayan hiçbir şey yok. Ama belli ki, devlet desteği verdiklerimizi, ayrıcalıklarından mahrum etmemek için rekabet faslını açmıyoruz. Her depremde binalar yerde, insanlar altında ama kamu ihale yasası açılmıyor. Çünkü hükümet yoluna kendi müteahhidi ile devam etmek istiyor.
Türkiye, henüz sosyalist ülkeler için çıkarılan Kopenhag kriterlerini bile yakalayabilmiş değil. Tam bir tıkanmanın eşiğindeyiz.
Bu tıkanmada vergide, eğitimde, bilimsel araştırma sisteminde reform yapmayan Türkiye kendi gelişmesini kendisi tıkıyor.
AB ile müzakerelerde sekiz faslı tıkayan Türkiye limanları konusu buzdolabında… Avrupa Birliği, ‘siyaseten’ kendini bağlamış olmasına rağmen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ekonomik yardım vaadini tutmuyor. Biz de ‘hukuken’ yapmamız gerekirken, limanları Rumlara açmıyoruz… Tutulmayan ‘siyasal söz’ ile yapılmayan ‘hukuksal yaptırım çarpışıyor. Oysa pazarlık için son derece elverişli bir dönemdeyiz. Kıbrıs tıkanıklığımızı açacak en önemli anahtardır.
Tayvan’ı model alabiliriz. Tayvan diplomatik yalnızlığına aldırmadı ve bir mucize gerçekleştirdi. Bugün tüm dünya ile ticaret yapıyor. Tayvan adası 70 milyonluk nüfusunun geleceğini güvenceye aldı. Biz 293 bin Kıbrıslı Türk’ün ve buna bağlı olarak 74 milyonluk vatandaşımızın geleceğini neden tıkıyoruz?
Tıkanmış sürece tekrar hayat vermek için ‘olumlu gündem’ çağrısına samimiyetle katılmalıyız. Müzakereler dinamik bir süreçtir ve dinamizm bir kez kaybedildiğinde yeniden kazanmak için çok enerji ve zaman gerekir. İnsan hayatında zamandan daha değerli ne olabilir?
Düşünün ki, yarım yüzyıl önce imzalanmış Ankara anlaşması halen Avrupa’daki vatandaşlarımızın haklarını korumaya devam ediyor. Yani niyetiniz vatandaşımızın refahı ise her türlü koşulda başarmak mümkün.
Hükümeti tam da bütün koşullar lehimize iken kabadayı özgüveni ile değil, gençlerinin geleceğini her şeyden çok önemseyen akıl adabıyla davranmaya davet ediyorum. Penguen dergisine göre şakacı AB bakanımızın Leonardo da Vinci esprisi Mona Lisa tablosundaki yarım tebessümü bile yok etti. Hükümeti o tebessümü iade etmeye davet ediyorum.
Safak Pavey
Istanbul Milletvekili