Türkiye'de demokrasinin ve hukuk devletinin ayaklar altına alınması konuşuşurken, Macaristan'dan benzeri -sistemli- girişimler bütünü geldi... Colin Crouch'un "Postdemokrasi" diye adlandırdığı şekilsel demokrasi daha da bozuluyor ve çoğunlukçuluğa dayanan yeni tip diktatörlüklere dönüşüyor. Fransa'da da, Sarkozy'nin hukuk sistemini kontrol eder hale geldiği ve yargı bağımsızlığının ortadan kalkmak üzere olduğu konuşuluyor. Sol eğilimli Liberation gazetesi, bu "yenilikler"e dayanarak, "Sarkozy seçime hazır" diye manşet attı.
Demokrasi, aynı zamanda bir mücadeleler tarihi demektir ve bu mücadeleyi veren esas unsurlar da "Görünür unsurlar" ve "Görünmez unsurlar" diye ikiye ayrılır! Görünür olanların adına 'Sol', görünmez olanlaın adına da 'Kadın' diyebiliriz.
Bugün artık rahatlıkla söyleyebiliriz ki, 1991'den sonra yaşanan "Sosyalizmin sonu" ve "(Neo-)Liberalizmin global zaferi", daha iyi bir demokrasi ve refah getirmemiştir, onun yerine Postdemokrasi ve Borçlu yaşam getirmiştir. Bugünkü global sistem kriz aşamasında demokrasiye tahammülsüzlük, özellikle global ekonominin aktörleri global firmalar ve ona doğrudan bağımlı Hükümetler açısından anlaşılabilir bir durumdur. Demokratik kontrolün ve hukukun üstünlüğü, sistemin yaşayabilmesi için atılacak adımları zorlaştırabilir. Çünkü bu adımların mantığı şöyle: Ekonomi, insandan daha önemli...
Sistemin, dünyadaki, yüzde 1'lik nüfusunun ölçüsüzlüğüne göre yaşaması mümkün artık mümkün görünmüyor ve çoğunluk buna mecburen karşı olacaktır ve belki ayaklanmak zorunda kalacaktır.
Şimdi demokrasi mücadelesi ve demokratik kazanımları savunmak, bir varoluş mücadelesi haline gelmek özere. Çünkü, sistem, çok geniş kitleleri, "ekonomi açısından lüzumsuz kitleler" haline getirmektedir. "Dünyanın Sonu" teraneleri, İnsanlığın çoğunluğunu "lüzumsuz" sayan kafanın ürettiği teranelerdir. Buna dikkat etmek gerekiyor. Sistem için demokrasi, giderek bir engel haline geliyor. Çoğunluğun denetimini istemiyorlar. Apolitikleştirilmiş halklar için bunu uygulamak kolay olabilirdi. Ama politikleşme yeniden hız ve ivme kazandı. Herkes, taviz vermenin bir sonu olmadığını, işin sonunda herkesin tüketici ruhsuz kuklalara dönüşebileceğini anladı. İkinci aşamada herkesin anlayacağı şey ise, sadece uluslarötesi bankaların değil, firmaların da sınırlandırılması ve kontrol altına alınması gerektiği olacaktır. Firmaların/Hükümetlerin istediği "Apolitik Tüketici Vatandaş", varolması imkansız bir Human ot türü. Bunu firmalar da biliyor olmalı. Sistemin kar mantığı onları bu yola itse de, sistemi aşmanın bir zorunluluk olduğu yaygın bir kanı artık. Şimdi, sistemin nasıl aşılabileceğinin aktif bir süreç içinde anlaşılmasını bekleyebiliriz.
Şimdi sistemin dışına isteyerek veya istemeden çıkmakta olanlar, aslında pekala yeni sisteme girmeye hazırlananlar olabilirler. Demokrasi mücadelesi, ekonominin global oyuncularını da eleştirmeye başladığı zaman ve onlara karşı yeni/malum mücadele yöntemlerini devreye soktuğu aşamada, gerçek anlamına kavuşacak, rayına oturacaktır.