Vasatizmin sermayesi ve neoliberal medya toplumunda popülist elitizm



GİRİŞ

Konumuz esasen medya ve medya toplumu olunca, neoliberal toplumlardaki dikkat çekici gelişmelerin başında -Türkiye'de adına kısaca 'Yandaş Medya' denen medyatik olgu/gelişme geliyordu. Bunun ne demek olduğu bağlamda, Pierre Bourdieu'nün 'Sembolik Kapital' diye adlandırdığı yeni sanal kapital türlerini de incelemek gerekiyor dersek, listeyi kuşkusuz oldukça kısa tutmuş oluruz. 'Yandaş Medya' olayı, en tipik örneğini İtalya'da yaşayıp etkisini yitirdi. Neoliberal toplumların, aynı zamanda vasatın diktatörlüğü haline nasıl geldiğini, yeni "elitler"i nasıl ürettiği, bu elitlerin vasat özelliklerini ve bu vasatlığın şimdi daha iyi farkedilip değiştirilmeye çalışılması, bu yazının ilgi alanı olacak.

Neoliberal toplumların medya tarafından oluşturulan yeni elitlerini incelerken, vasatizmin neoliberal toplumlarda nasıl işlediği hakkında bir fikir sahibi olmak da mümkün. Yeni medya ve Medya toplumu 'Mediokrasi' (Mediokratie/mediocracy), neoliberalizmden devralındı. Ama günümüz postkapitalist döneminde, neoliberal medya toplumunun hızla değişerek yeni bir boyut kazandığını söyleyebiliriz. Neoliberal dönemin asıl önemli ekonomik özelliği olan 'Sanal Kapital'e ek olarak -benzeri karakterde- bir de 'Sosyal ve kültürel sanal kapital'den bahsetmek gerekiyor. Bourdieu'nün havada kalan 'Sembolik Kapital'ini bu şekilde yere indirmek mümkün olabilir. Medya toplumunun olaylara "seyirci" kalan tüketici bireyinin, postkapitalist dönemde seyirciliği bırakıp aktifleştiğini, sokağa indiğini görüyoruz. Apolitik neoliberal insanın, postkapitalist dönemde aktifleştiği de ayrı bir veri. Türkiye'de bu sıçrama, "Sustukça sıra sana gelecek" mantığının özellikle medyada yer bulması sonucu ortaya çıktı; gene bir medya olayı ve esasen vasatizme karşı bir isyan olduğunu belirtmeliyiz. Korku duvarının aşılması, sadece Arap ülkelerinde değil, Türkiye'de de yaşandı. Biz burada, Türkiye'de geniş kabul görmesi ve tartışılması nedeniyle 'Vasatizm'den de bahsetmek zorundayız (Serdar Turgut Habertürk'te bu konuda birkaç yazı yazdı. Gazete yazısı formatında olması nedeniyle fazla derinlere inmeyen bu yazılar, oldukça yararlıydılar. Ama Serdar Turgut ölçüsüz. Yazılarında -örnek verirken- mesela Ahmet Şık'ın kitabına "İmamın Ordusu" adını vermesini Ahmet Şık'ın "nefret söylemi"yle açıklamaya kalkmak gibi, inanılmaz derecede saçmalayabiliyor. Ayrıca Serdar Turgut'un 'Vasatizm' niyetine yanlış kullandığı 'mediocracy' teriminin 'vasatizm' anlamına gelmediğini de belirtmekte fayda var. Serdar Turgut bu terimi, Fabian Michael Tassano'nun bir kitabının başlığından alıyor. Ama bu terim esasen, 'Medya toplumu' anlamında kullanılıyor. 'Vasatizm' teriminin doğrusu: 'mediocrity/Mittelmäßigkeit' olmalı. Tessano blogunda, 'Ersatz culture' diye bir terim daha kullanıyor -ki bence çok daha ilginç bir terim).

Günümüzde vasatın diktatörlüğü sallanırken ve kalite talebi yükselirken, vasatizm konusunun kökeninde, neoliberalizm döneminde hakimiyetini ilan eden (ama postkapitalist dönemde çökme eğilimleri gösteren) yeni bir tür çoğunlukçu popülizmin yattığını unutmamak zorundayız. Neoliberalizmin temel özelliklerinden medyatik çoğunlukçu popülizm, en tipik örneğini Silvio Berlusconi italyasında yaşamıştı, şimdi krize girmiştir. Neoliberal dönemde kalitenin nasıl olup da bu ölçüde dip yaptığı ve vasatın makbul hale geldiği konusu, neoliberalizmin sosyo-ekonomisiyle ilgili bir durum...

NEOLİBERAL MEDYA TOPLUMUNDA ELİT 

Türkiye'de 1990'lı yıllarda yükselip 2000'li yıllarda zirvesine ulaşan ve 2008'deki sonundan itibaren hızla değişmeye başlayan 'Neoliberal Medya Toplumu'nun elitleri, esasen medya tarafından oluşturulmuş 'Ünlüler' idi. Bu özellik, kapitalizmin iyi/kötü işlediği bütün dünyada benzeri özellikler taşıdığından, yazının bundan sonrasında daha genelleyerek konuşacağız. Neoliberal toplumlarda gelişen 'Elit' anlayışı, medyanın oluşturduğu bir anlayıştı ve 'Yandaş medya' kurmak anlayışına da bu temel özellik yön vermişti. Çünkü toplum, bir seyirciler toplumuydu. Basında adeta -halk adına- çeşitli kesimlerin mücadele ettiği görüntüsü vardı. Halk bu olayı pasif bir şekilde basından/medyadan izlemekle yetiniyordu. Bu denklemde asıl gözönünde bulundurulan şeylerin, reyting ve tiraj olduğu düşünülecek olsa da, bu konunun da önemli ölçüde manipüle edildiği söylenebilir. İşte bu noktada, demokrasilerin 'Dördüncü Kuvvet'i olması gereken medyanın, kendi ticari çıkarlarını gözeterek doğrudan demokrasi oyununa karıştığı gözlendi. Türkiye'de (ve tabii İtalya'da) bu manzara oldukça kesindir. 1990'lı yıllarda bütün büyük "iş" gruplarının/holdinglerinin (ve tabii para odaklı "cemaatler"in) basın işine girdiğini hatırlayın... Basında olmak, iktidara etkide bulunmak demekti ve bu temel fikir, 2008'e kadar esasen belirleyiciydi -gücünü de pasifize olmuş seyirci toplumdan almaktaydı. 

Bu "gücün" kaynağı olan pasif toplum olgusunun, aynı zamanda 'Doğu Demokrasisi'ne "güç" veren anlayış olduğunu biliyoruz: "Cepler dolu olunca, özgürlükler pek de önemli değildir" anlayışı, başta Çin olmak üzere, İran'da hakim olan ve sonra Türkiye'de de giderek kurumlaşan 'Doğu Demokrasisi'nin ana fikriydi. Bilindiği gibi Neoliberal Kapitalizm, sosyalizmin çöküşü ertesinde dünyabıb tek ekonomik sistemi olarak ortaya çıkmıştı ve itiraz kültürünün temsilcisi sosyalizm yenilmişti. Bunun bir sonucu olarak, itirazı medyaya havale eden kısa bir refah dönemi yaşandı. Neoliberal dönem aslında çok kısa sürmüştür ve Yugoslavya savaşından Irak savaşına kadar, eski sosyalizm bölgesini "tımar etmek"le çok uğraşmıştır.

Bu pasif dönemin elitlerini, reyting/tiraj belirledi ve belli bir kalite üzerinden değerlendirilen 'Elit' anlayışı hızla tasfiye oldu. Neoliberal dönemin elitizmi tamamen medya ürünü olduğu için ve kaliteden çok tanınmışlık üzerine kurulu olduğu için, vasatizm, neoliberal dönemlerin temel "vasfı" haline gelmiştir. Burada, kapitalizmin nasıl bir kalite katli anlamına geldiğini ve bozuk insan malzemesini nasıl toplumun tepesine doğru yükselttiği mekaniğini saklı tutuyoruz elbette (Konu hakkında daha etraflıca bilgi için bkz.: "Daha Nereye Kadar" başlıklı kitabımın ilk yarısındaki makaleler). Neoliberal dönemin 'Elit' anlayışını anlamak, çözülen neoliberal devri daha iyi anlamak bakımından önemli. Medya mamulatı elitlerin olağanüstü birşeyler başarmaları gerekmiyordu, sadece medyada sık görünmeleri yeterli oluyordu -çünkü bu anlayışta esas olan kalite değil reyting/tiraj idi. Bunun için de kalite değil sansasyon esastı. Bu özellik, günümüzde kısmen aşınmakla birlikte devam ediyor. Sansasyon haala önemli. Yeni medya eliti hızla ekranları ve "gönülleri" fethederken, belli bir kalite ve yaratıcılık sonucu 'Elit' adını haketmiş eski elitlerin hızla gözden düştüğünü görmüştük. O aşamada, herkesten, pop-star olması beklendi. Deprem profesörlerinin bile popüler olmak zorunda kaldığı bir dönemdi. 'Elit' sayılmak için çok görünmek yeterliydi. İşte vasatizmin, yani orta zekanın ve ortalama aşağısı banalizmin, trivialliğin, aptallığın iktidarı, bu şartlar altında kurulabilmiştir. Medya toplumunun bu özelliğini gören bütün vasat neoliberal tüccar iktidarlar, 'Yandaş Basın' kurmak için ellerinden geleni yapmışlardır ve bu basın başta oldukça etkili de olabilmiştir. Fakat 2008 sonrasında bu durumun hızla değiştiğini görüyoruz -ki tekrarlayalım: İtalya örneği en tipik örnektir bu konuda da. 

SANAL KAPİTALİN SANAL KÜLTÜRÜ VE 'SEMBOLİK KAPİTAL' 

Lenin, son önemli kitabı 'Emperyalizm'de, finans kapitalden bahseder. Klasik Emperyalist Devrin -ki 1945'de sona ermiştir- özelliklerinden biridir finans kapital ve 1980'lerin ortasında başlayan (ve 2008'de sona eren) Neoliberal Devrin 'Bütüncül Emperyalizm'ine uygun bir hal almış, 'Sanal Kapital' haline gelmiştir. Sanal kapital, Nixon döneminde (Vietnam Savaşının en cıvcıvlı döneminde) kaldırılan altın endeksi ile birlikte tohumu atılmış bir fenomendir ve daha sonra sıklaşan tüm finans krizlerinin de başlangıcıdır. Neoliberal dönemde mikroelektronik devrimin verdiği ivmeyle kapital, sadece bilgisayar ekranlarında varolan sayılar kalabalığı haline gelmiştir ve bu garip durumun başka yansımaları olmuştur elbette. Bu yansımaların başında, başka sanallıkların ortaya çıkmasıdır. Mesela ne idüğü belirsiz medyatik 'Elit'ler, bunun bir yansımasıdır ve sanal kapital gibi sadece ilgi/teveccüh ürünü oluşuklardır! Bu konuyu daha dikkatli incelemek zorundayız, çünkü günümüzde geçerliğiliğini (değişerek) sürdüren 'Medya Toplumu'nda Facebook, Twitter & Co. gibi fenomenlerin etkisi burada gizlidir. Bugün medyada bile birçok "yazar", Facebook ve Twitter'le devrim/mevrim olmayacağını, asıl devrimin sosyo-ekonomik dayatmaların bir sonucu olduğunu iddia edebiliyor -sanki Facebook ve Twitter sosyo-ekonomiden bağımsızlığını ilan edip bayrak dikmiş gibi! Nasıl 'Sanal Kapital' diye birşey varsa, bir de 'Sanal Kültür' var, hatta bir de 'İlgi/teveccüh Borsası' gibi birşeyler var ve bu sayede birkaç yıl önce kurulmuş Facebook'un "değeri" milyar Dolarlarla ifade ediliyor! 

Neoliberalizmin tüketici fetişisti "demokrasi" anlayışı, özünde, "Müşteri velinimetimizdir" mantığıyla aynı olduğu için, müşterinin seçimi esastı ve onlar 'Elit'in kim olduğunu reyting/tiraj üzerinden "demokratik bir şekilde" belirliyordu, belirlediler de: İbrahim Tatlıses, Hülya Avşar vd... İlk kez 'Elit' kavramının, kalite kavramından büyük ölçüde ayrılarak yeni bir kategori oluşturduğu görüldü. Bunun yeni olan bir tarafı da vardı. 'Elit' olmak, klasik kalite/eğitim/akıl/yaratıcılık gibi temel faktörlerden ayrılarak esasen sansasyon üzerinden halka açılıyordu ve medya bu anlayışı devam ettirerek kendine tekkullanımlık yeni 'Elitler' yaratmak/bulmak için pop-star arayışlarına kadar düşüyordu.

Sanal kapitalin sanal kültürünün belirleyicisi, ilgi/teveccüh idi. Bir türlü anlaşılamayan ve "nerden kazanıyorlar ki?!" diye sorulan yeni elektronik medyanın ve sosyal paylaşım ağlarının sırrı, ilgi/teveccüh'te yatıyor. Sanal Kapital, aslında olmayan birşey olduğundan ve tamamen 'Güven Endeksi' dediğimiz sanal bir inanca dayanarak nasıl yaşıyorsa... Sanal Kültür de, 'İlgi/teveccüh' dediğimiz sanal bir inanca dayanıyor ve bu faktörü artırdığı/yaygınlaştırdığı oranda değer kazanıyor. Bu faktörün kapitale tahvil edilmesi konusunda birşeyler söylediği için değinmeden geçemeyeceğimiz kişi ise Pierre Bourdieu (1930-2002). Daha 1979 yılında, Kültür hayatındaki ince farkları ve olayların paraya çevrilmesi konularını incelemeye başlayan Bourdieu, "İktidarın gizli mekanizmaları"nı kültür üzerinden anlatırken, 'Sembolik kapital' gibi altı oldukça boş ama ilginç bir kavram kullanıyor. Mesela Bourdieu'ye göre 'Sosyal kapital' diye birşey vardır ve bir topluma dahil olmakla edinilen imtiyazlar, bu 'Sosyal Kapital'e dahildirler. 'Kültürel Kapital' de buna benzer birşeydir (Bourdieu, bu "Kapital türü"nü üç ayrı kategoride ele alıyor). Ama Bourdieu'nün burada bizi ilgilendiren 'Sembolik Kapital'i, neoliberal elitleri incelemekte kısmen yardımcı olabilir. Yeni ve eski medyanın da yardımıyla kitlelerin dikkatini çekenlerin, medya toplumunda 'Maddi olmayan zenginlik' sahibi olduklarından yola çıkan Pierre Bourdieu, bu zenginliğin, ilişkiler (sosyal bileşen) ve ilgi/teveccüh (medyatik/kültürel bileşen) üzerinden büyüdüğünü ve geniş "müşteri topluluğu"na ulaşmak için trivialleştiğini/vasatlaştığını (tabii başka şekilde) anlatıyor. Buradaki 'Kültür' sadece avam değil, aynı zamanda -belli bir kültürel birikim olmadan da ulaşabilinen- bir tür popüler kültür olma özelliği taşıyor, yani belli bir kaliteye de erişebiliyor, ama bu, bütüne baktığımızda düşük bir genel kalite demek oluyor (Bkz.: Pierre Bourdieu, "Die verborgenen Mechanismen der Macht und Die Regeln der Kunst" 1992. Derlenmiş toplu makaleleri).  

Yeni medya da eskisi gibi informatif/bilgilendirici özelliklere sahip. Ama toplumlardan edinmek istediği ilgi/teveccüh karşılığında bedava hizmet sunuyor. Yani bu konudaki para alışverişi olayını aşmış oluyor. Tabii olay bu kadar basit değil, çünkü bunun da bir maddi karşılığı var ama doğrudan değil dolaylı bir karşılık bu. Bourdieu'nün 'Sembolik Kapital'i, neoliberal toplumlarda bazılarının sahip olduğu bu sosyal/medyatik ünlü olma potansiyeliyle ilgili bir durum olarak ortaya çıkıyor. Bourdieu'nün bu konularda hızını alamayıp 'Sembolik Güç/İktidar'dan bahsettiğini de biliyoruz. Tabii bu sanal konuların, artık eskisi gibi işlemediğini de unutmayalım. Burada bozulan, neoliberal toplumun özüdür, yani 'Sanal Kapital'dir. 2007'de başlayan finans krizi ve ardından 2008'de başlayan ekonomik kriz, bir bankalar krizi olarak şekillendi ve birçok 'Sanal' kaonuyu da değiştirdi. Bu değişikliklerin başında, aniden havaya uçabilen 'Sanal Değerler'den, kalıcı 'Sahici değerler'e dönüş gelmektedir ve yeniden kalite arayışı bu noktada devreye girerek vasatizm tarlasını tarumar etmiştir.  

NEOLİBERAL POPÜLİZMİN İFLASI

Bu kadar engin bir vasatizmin, sadece "müşteri memnuniyeti" üzerinden ve siyasi koruma/kollama desteğiyle bu kadar uzun süre yaşayabilmesi, Doğu demokrasisi'nin temel varsayımına dayanıyor demiştik: "Ekonomi iyi işliyorsa, özgürlükler geniş olmasa da olur." Sosyalizm sonrası sistemin merkez ülkelerinde (ve Türkiye gibi yerlerde yoğun özelleştirmeler sonucu) yaşanan kısa tüketici refahı dönemi, totalitarizme açık Doğu Demokrasilerinin popülerleşmesini sağlamıştı. Berlusconi'nin medya destekli tek adamcı popülizmi, "tüketicinin mal seçimi" anlayışını demokrasiyle özdeşleştirmeye kalkan ve Doğu Demokrasisiyle akraba bir anlayıştı. Türkiye'de AKP iktidarının uzunca bir süre "ileri demokrasi" sayılabilmesi de, dünyada yaygın bu neoliberal tüketici popülizmi sayesinde olabilmiştir. Şimdi bu popülizmin, önemli ölçüde terkedilmekte olduğunu, onun yerini insani değerlerin ve kalitenin almakta olduğunu görüyoruz. Bunun çok somut bir nedeni var: İnsanlar, sanal değerler ve onlara yaslanan değişkenlerin ne kadar boş ve tehlikeli olduklarını anladılar. Dünyanın en büyük bankaları birkaç gün içinde iflas ediverdi. Ve hepsinin de sayısal yalanlar söyledikleri, 'Güven Endeksi'yle işleyen neoliberal finans sisteminin ve onun ürettiği Vasatizmin, nasıl koca bir balondan ibaret olduğunu anladılar. Bu noktada, kalıcı ve sabit değerlerin, gerçek kalitenin önemi yeniden ortaya çıktı. Vasatizmin tehlikesi bir yana, yaratıcı/üretici olmadığı, sadece tüketici/kantitatif (çokluk üzerine kurulu) "çözümler" üretebildiği, kriz döneminin sahici kalite gerektiren yapısına uygun olmadığı da anlaşıldı. Vasatizmin sanal kapitali gibi, popülist elitizmine de güvenilmiyor. Herşeyden önce böyle vasat oluşukların, ancak az sorunlu refah dönemlerinin yansıması olabileceği ve insanları aptallaştırdığı, hayat kalitesini düşürdüğü anlaşıldı. Hayat kalitesini kaliteli betonla eş tutan bir anlayışın, postkapitalist çağda yaşamını sürdürmesi imkansızdır. Şimdi yaşanan, sermayesini tüketen neoliberal Vasatizmin, mümkün olduğunca kansız ve demokratik yöntemlerle aşılması olayıdır -hem siyasi alanda, hem de kültürel alanda. Bu mücadeleyi kimin kazanacağı da şimdiden belli olmuştur: Postkapitalist döneme özgü, sanal olMAyan değerler ve evrensel kalite.