Baharat ülkesinin ölümsüz şairi Kalidasa

"Kralım. Bu ceylan, münzevilere ait. O öldürülemez."
Kralı gören birkaç münzevi, eğilerek selam veriyorlar ve "İnşallah Tanrı sana dünyaya hükümdar olacak bir evlat verir" diyorlar. O zaman, her krala söylenen yaygın bir iltifat.
Ormanın derinliklerinde avlanan genç kral, çile çekmek üzere ormana çekilmiş dindar münzevilerin bilinmeyen bir yerleşim birimine rastladığını anlıyor ve merak ediyor. Kadınlı erkekli yaşayan münzevilerin orman köyünde kadınlarla erkeler arasında cinsel yakınlaşma olmuyor. Burada hayat Tanrılara dua etmekle ve tefekkürle geçiyor. Kral, münzevilerin başının köyde olmadığını, onun yerine kızının köyün misafirlerini karşılayacağını öğreniyor. Köye ve münzevilere saygısından silahlarını çıkarıp köye silahsız giriyor ve onu karşılaşan Shakuntala'yı görüp, ona o an aşık oluyor. Kız da bu genç adama vuruluyor. Aşkın yasak olduğu bir yerde aşık oluyorlar...
Shakuntala da genç krala aşık oluyor. Ve muhteşem öyküleri başlıyor. Yedi perdelik bir oyun.
Hintliler kendi ülkelerini "Bharata ülkesi" diye adlandırırlar. Çünkü Bharata adında bir kral ve onun başlattığı hanedanlık tarafından birleşik bir ülke haline getirilmişlerdir ve Shakuntala, işte o kralın annesidir. Hindistan, eskiden beri bütün kıymetli baharatların ülkesi olduğundan, Türkler nedense ülke adını baharatlarında saklayıp, eski Yunanlıların bu ülkeye verdikleri 'Indos' nehrinin adını benimsemişler. Şairlerin şahı Kalidasa, dördüncü yüzyılın sonu ile beşinci yüzyılın başında, detaylarıyla tasvir ettiği başkent Ujjayini'de bir kadının Shakuntala'nın dramını yazmıştır. Hint kast sisteminin en üst Brahman sınıfından olduğu sanılan Kalidasa, tarihte bilinen ilk aşk dramasının yazarıdır.
Genç kız da öyle çarpılmıştır ki, münzevilerin geçici başkanı olarak onlara gerekli saygıyı göstermediğini düşünen isimsiz bir münzevi tarafından lanetlenir. Bu en eski tiyatro oyununda fondan bir ses olarak konuşan münzevinin sesi genç kıza kadar ulaşmaz, seyirciler duyar. Ses, kutsal yere aşkı soktuğu Shakuntala'nın sevgilisi kralın kızı unutması dilenir. Kutsallık seviyesine ulaşmış münzevilerin belli bir yoğunlukla söyledikleri sözler gerçek olur, üstelik daha sonra aynı kişi tarafından bile değiştirilemezler. Münzevi, kralın kıza verdiği bir hediyeyi yeniden görmeden kızı tanımaması gerektiğini söyleyip laneti yumuşatır ama ne fayda.

Shakuntala ve kralın erotik aşkı ve sevişmeleri de anlatılır. Kalidasa'nın hikayeyi yazdığı dönemde bizim bölgemizde -mesela eski Yunan'da- kadına bu şekilde sevgiyle bakan, aşktan bahseden, aşkı detayları ve renkleriyle tarif eden tek bir yazıt bile yoktur. Kalidasa, kızın duraklamalarını, sevdiği erkeğe yakın olabilmek için küçük bahanelerini, kralın kıza yaklaşabilmek için onun etrafında uçan bir arıyı kovalamasını ve daha nice güzel detayı, hem de dünyanın en karmaşık dillerinden biriyle, Sanskrit ile ifade etmiştir. Sanskrit, entelektüel derin zevklerin, inancın/tefekkürün, edebiyatın ve sanatın zevkine varmayı öğrenmiş en üst Hint kastı için geliştirilmiş bir dil. Halkın konuştuğu daha basit dile ise Prakrit deniyor. Hikaye tüm Hindistan'a malolduğundan ve bugün de ulusal epos sayıldığından, Prakritçe de yazılmıştır daha sonra. Ama Shakuntala'nın hikayesi, Johann Wolfgang von Goethe, Friedrich Schiller, Johann Gotfried Herder gibi büyük 19'uncu yüzyıl şairlerini büyülemiş ve Avrupa dillerine çevrilmeye başladığı 1780'lerden itibaren, modern kurmaca hikayeleri, romanları, tiyatroyu ve şiiri de etkilemiştir.
Kral, mutluluktan uçuyor, ama kuşkulu. Acaba bu münzevi kızı yüksek bir kasta dahil mi? Onunla evlenebilmesi için bu şart, yoksa sadece odalık olabilir, o kadar. Kral, Shakuntala'nın yüksek sınıflardan birinin ve bir peri kızının kızı olduğunu öğrenince, ona babalık yapan münzeviler liderinden evlilik izni istiyor, köyde evleniyorlar. Ve Kral genç karısına yüzüğünü verip başkentine dönüyor.
Güzel Shakuntala, babalığının köye dönmesini bekliyor ve bu arada Kraldan hamile kaldığını anlıyor. Babalığı bütün olanları sevinçle karşılıyor ve hamile kızını, yanında birkaç muhafız münzeviyle birlikte Kralın kentine gönderiyor.
Krala, hamile genç bir kadının geldiğini ve kendisiyle görüşmek istediğini söylüyorlar. Kral, aşık olduğu kadını, peçesini açıp yüzünü gösterdiği halde tanımıyor. Shakuntala'nın aklına, kralın hediye ettiği yüzüğü göstermek geliyor, ama yüzüğü bulamıyor. Zorlu yolculuk sırasında mola verdikleri bir nehrin kenarında ellerini yıkarken kaybetmiş olabileceğini düşünüyor. Kral Shakuntala'yı tanımadığı gibi, "Kadınlar böyledir işte, kurnazlıkla yüksek yerlere kapılanmak isterler" gibi ağır sözlerle Shakuntala'yı aşağılayıp huzurundan kovuyor. Mahvolan Shakuntala'ya, sadece sarayda doğurması için izin veriliyor ve Shakuntala orada bir oğlan çocuğu doğuruyor, adını da "Bharata" koyuyor...
Kovulan Shakuntala'nın çileli hayatı böyle başlıyor. Oğlunu ormanın derinliklerinde büyütüyor.
Eposun altıncı perdesinde muhafızlar, kralın yüzüğünü pazarda satmaya kalkan bir balıkçıyı yakalayıp tartaklıyorlar. Sorgulanan balıkçı, yüzüğü bir balığın karnında bulduğunu söylüyor. Yüzük krala götürülüyor. Kral yüzüğü görünce, resmini yaptığı ama kim olduğunu hatırlayamadığı bu güzel kadının, sevdiği kadını kısrağı karısı olduğunu hatırlayıp kahroluyor. Yüzüğün krala yeniden ulaştırılmasında, Shakuntala'nın akrabası perilerin de rolü var elbette. Kral, işlediği günahı silebilmek için dua ederken, Tanrıların Tanrısı İndra, ona bir elçi gönderiyor. Elçiyi tanıyan krala bir öneride bulunuluyor. İndra, çok güçlü bir ifrite karşı savaşıyor ve yanında duracak bir krala ihtiyacı var. Kral, öneriyi derhal kabul ediyor ve Tanrı'nın safında savaşa giriyor. Günahından nihayet arınan krala, ormanın derinliklerinde yaşayan karısı ve oğlunu bulmasına yardım ediliyor ve kral orada, gencecik bir gençle tanışıyor. Dünya hükümdarı Kutb-ül Aktab'lara özgü bir işaret taşıyan oğlunu ve kırdığı karısını alıp başkentine dönüyor. Hikayenin sonunda kralın Tanrı'ya methiyesi ve şükür duası bulunur. Artık olgun bir erkektir, karısı da olgun bir kadındır. Ama çok mutludurlar.
Bir sahne oyunu da olan eposun en güzel ve orijinal yanlarının başında, bizim bölgemize özgü tiyatroda ve daha sonra Batı tiyatrosunda olmayan karakter tasvirleri gelir. Karakterler, bizim bölgemizdeki gibi stereo tipler değillerdir, olaylara göre değişmezler de. Onun yerine duygu ve ruh hali salınımları yaşarlar, seyircilere de yaşatırlar. Oyunda İndra'nın savaşı görülmez. Bunlar, yan konular olarak anlatılırlar. Bir kadının etrafında örülmüş böyle bir öykü, tarihte ilktir. Daha önceki eposlar, erkelerin kahramanlık hikayeleridir ve kadınların olmadığı veya aşkın asla anılmadığı hikayelerdir. Kalidasa'nın kadını ve aşkı bu kadar muhteşem bir şekilde anlatmasında, bizzat kendi adından bazı izler var. Kalidasa, "Tanrıça Kali'nin hizmetkarı" anlamına geliyor. Eski Türk mitolojisindeki yer Tanrıçası Umay'dan farklı olarak Kali, karanlık bir Tanrıça olarak resmedilir. Kali ölümün ve yeryüzünden silici bir Tanrıçadır. Tanrılar Tanrısı Shiva'nın karısı Parvati'nin kötü yanı olduğu söylenir. Kali, utanılacak şeyler yaparken, yatan kocası Shiva'nın gözlerini açmasından utanarak dilini çıkarır ve bu şekilde kara bir kadın olarak resmedilir. Kali'nin yokedici gücünün insanları değil, ifritleri hedef aldığı da söylenir. Ama Kali'nin en önemli özelliği, erkeklerden bağımsız bir Tanrıça olması ve "Kala" anlamını, yani "zaman"ı da adında taşımasıdır. Zaman herşeyi yokeder anlamındadır. Kali'nin kötü bir ifriti nasıl tamamen yokettiği de, Hindistan'da çok bilinen hikayelerdendir. Kalidasa'nın kendine mahlas olarak neden Kali'yi seçtiği bilinmiyor, sadece tahminler yürütülüyor.
Kalidas'nın uzun şiirleri, fikren Divan edebiyatına benzeyen, sanatlı söz söyleme sanatı "Kavya" edebiyatının en yüce örnekleridir. Bulutların Habercisi demek olan "Meghaduta" adlı uzun şiirindeki şehir tasvirlerinden, Ujjayini'li olduğu anlaşılıyor. Kral II. Chandragupta'nın sarayında yaşayan Kalidasa'ya, "Sarayın dokuz mücevherinden biri" deniyor. Bir Brahman olduğuna göre Baştanrı Shiva ve onun karısı Kali'ye dua ettiği anlaşılıyor. Kavya şiirlerinde epik konular ile Tanrılar kanonunun bir arada ele alındığı, insanlar ile Tanrıların birbirlerinin dünyasına geçtiği görülür. Bu renkli ve yaratıcı yanı yüksek şiirlerde erotizm de sıkça görülür. İlk örneğinin Ramayana Destanı olduğunu biliyoruz. Kalidasa, Shakuntala'nın hikayesini, devasa Mahabharata destanında keşfedip, kendince zenginleştirmiş olmalıdır. Eski zamanlarda bizim bölgemizde yazılan büyük destanlar Odyse ve İlyada'nın toplam dize sayısı yirmiyedi bin kadarken, Mahabharata, yani "Büyük Bharata Destanı" yüz bin dizeden oluşur. Bu destanı incelemek bile başlı başına bir bilim sayılabilir. Değişik anlamlar içerebilen Sanskrit sözcükleri, sembolizm, metafor zenginliği, hikayelerin derinliği, mistisizm ve diğer konular, bu destana büyük bir derinlik kazandırır. Mahabharata'nın bir kısa bölümü olan "Tanrı'nın Ezgisi" Bhagavad Gita, Hintlilerin kutsal kitap gibi kullandıkları bir bölümdür. Kaldasa'nın aşk hikayesinin orijinal adı Abhijnanashakuntala, yani "Shakuntala'nın Yeniden Tanınması" demektir. Büyük şairin diğer eserlerinin başında, bence Kumarasambha gelir. Ama "Savaş Tanrısı'nın Doğuşu" demek olan bu epik eserden daha çok tanınan Meghaduta, daha yazıldığı dönemde Tibetçeye, Moğolcaya ve Sri Lanka'da konuşulan Seylancaya çevrilmiş. Meghaduta, şiirsel Sanskrit'in en mükemmel halidir ve sadece Shakuntala'nın hikayesi onun seviyesine ulaşıp onu da geçebilmiştir. Daha dördüncü yüzyılda, bir kadının ruh halini, sevinçlerini, acılarını, aşkını bu kadar iyi ve ayrıntılı anlatabilmek tarihte benzersizdir.