Suriye'de girilen çıkmaz, Türkiye'nin Suriyeli "Muhalifler"i desteklemesi, Türkiye'ye Şemdinli üzerinden döndü. "Kuzey Suriye" diye bir yerin ortaya çıkması da cabası. Türkiye, tam bir skandala ve tehlikeli maceraya dönüşen "stratejik derinlik" politikasını terkedip, daha temkinli ve makul bir dış politikaya dönebilir mi? Şimdilik iktidar çevrelerinde bunun belirgin işaretleri yok, ama bir mutsuzluk ve endişe hali, yavaş yavaş etkisini artırıyor. Dünya alternatif/sosyal medyasına sızan haberler, Başkan Barack Obama'nın Kasım ayında yapılacak ABD seçimlerini beklemeden, İran'a bir saldırı startı vereceği yönünde. Saldırının, Suriye'deki gelişmeleri beklediği görülüyor, ama "Muhalifler" yeniliyor. Savaşmaya kararlı ABD ve Müttefikleri açısından bu durum önemli bir baskı oluşturmaya başladı. Kaddafi'nin kimyasal silahlarının "Muhalifler"e ulaştırıldığı da haberler arasında. Yenilgileri kesinleşirse, bunları kullanmayacaklarının bir garantisi yok. Aynı şey Suriye ordusu için de geçerli. Dışarıdan gelecek bir saldırıya karşı kimyasal silah kullanacaklarını söylediler. Ortadoğu'da dengeler zorla bozuluyor -global ekonominin çöküşünden önce, manidar bir "uygulama." ABD yakında kendi içine kapanıp kendi sorunlarıyla boğuşurken, arkasında da -birbiriyle çarpışan- bir geniş coğrafya mı bırakacak?
ABD'nin denklemden çıkma ihtimalini yazmıştık, başkaları da yazdı bu arada. ABD'nin olmadığı bir denklemde, bu haliyle Türkiye, çok zor durumda kalabilir -zira dostu kalmadı, üstelik üç komşusuyla restleşmenın/savaşmanın eşiğinde. Böyle bir durumda Türkiye bir viraj alıp, daha ileri gitmeden bir rota düzenlemesi yapabilir mi?
Ben yapabileceğini düşünüyorum...
Bu hem mümkün, hem de bir temenni. Türkiye, şimdiye kadar izlediği ve tıkandığı hedeflerini yeniden gözden geçirebilir/geçirmelidir. Türkiye, böyle bir zaman kalitesinin etkisinde ve bunu değerlendirip değerlendirmeyeceğini göreceğiz. Doğrusu, Türk mantalitesine uygun, emosyonal/duygusal -ama yüce ruhlu- bir duruşu benimsemektir elbette.
Türkiye, geçen yılın Şubat ayından beri etkiyen ve güçlülük hissi veren bir zaman kalitesi rüzgarını arkasına almış bulunuyor, ama bu rüzgarı gene olumsuz anlamda kullanıyor, yapıcı değil yıkıcı oluyor. Türkiye'nin bu gücü, yapıcı anlamda kullanması gerekiyordu. Fakat etki sürüyor -ama en güçlü etkinin Şemdinli olayı ile birlikte azalmaya başladığı görülüyor. Etki, Kasım ayının sonunda dip yapacak ve Türkiye ektiğini biçecek. Bunun nasıl yaşanabileceği hakkında, Eylül ayından itibaren bazı işaretler görmek mümkün.
Sözkonusu dönemin özelliği, Türkiye'nin bir tür 'Ego', yani kendi oyununu kurmak bilinciyle hareket etmesiydi ve bu tavır doğru da. Ama bu iyi ve önemli dönem, "stratejik derinlik" gibi demode bir saçmalıkla heba edildi. Bu etki sürerken rota değiştirmek, yararlı ve kazançlı olabilir. Bunun için -çok kısa da olsa- hâlâ zaman var.
Burada en önemli ve dikkat çekici bir diğer durum, Türkiye'nın bu dönemde gireceği bir savaşı kazanma olasılığın yüksek olmasıdır -ama yalnız bırakılmaması koşuluyla. Fakat bu, bir Pirus zaferine dönüşebilir ve taktik bir zafer olur. Çünkü bu zaman kalitesinin etkisi geçtikten sonra, Türkiye bu kez daha büyük bir yenilgi yaşayabilir -yani stratejik düşünmenin büyük önem arzettiği bir durum var. Şartlar hiç de kolay değil ve Türkiye'nin üzerindeki baskı büyük.
Tam da bu şartlar altında Türkiye'nin daralan/susan ve tekdüzeleşen (sade suya tirit "politika" ve "jeopolitika") entelektüelizmin yeniden canlanabileceği söylenebilir. Ağustos sonundan itibaren, bu konuda daha iyimser olabiliriz sanıyorum. Bu dönemin en büyük kazancı, "Stratejik derinlik" pseudo-entelektüalizminin tam bir flop olduğunun herkes tarafından iyice anlaşılması olmuştur.
Dış politikada değişiklik beklentilerini destekleyen başka bir zaman kalitesi, yedi yıllık bir peryodun Ağustos sonunda sona ermesiyle de destekleniyor. Bu peryot, Türkiye'nin dış politikasını adım adım değiştirip, Ortadoğu'da lider, hatta "İslam Dünyasının Lideri" olmak gibi ütopik ve gerçeklerden uzak hedefler içeriyordu. Bu çabaların, 2011'de, biriki ay içinde çöktüğünü gördük. "Arap Baharı" denen (ve benim aslında Avrupa ve Amerika'da beklediğim, ama önce Arap dünyasında çıkıp, sonra Amerika'ya -Occupy Wall Street ile- etkiyen) hareket, yedi yıılık bu sürecin altıncı yılında yeni Türk dış politikasını bitirdi. İşin gerçeği şu: Bu yedi yıllık sürede Türk dış politikasında değişiklikler yapmak doğruydu -ama böyle değil! Her değişim, her yenilik iyi/güzel değildir. Bu da iyi değil, yanlıştı, hayal ürünüydü. Ve gerçeklere dayanmayan bir şeyi sürdüremezsiniz. Türkiye, kendi karakterini daha iyi ifade edebileceği, daha aktif bir dış politika izlemeliydi. Bunu yaptı da. Ama bu yeni politika, bir ideoloji üzerine oturmamalıydı. Şimdi, tam da bu yedi yıllık dönemin son demlerini yaşıyoruz. Yani bir rota değişikliği için ruhsal/mental şartlar mevcut, -yeter ki aklıselim üstün gelsin ve Türkiye kendini sonradan mahvetmeyecek -hayalleri değil gerçekleri esas alan- politikalar/oyunlar kursun ve bölgede güvenilir olsun, yumuşak gücünü yeniden inşa edip, etkisini sahiden artırsın.