Makul olmak, insan doğasıyla, onun normal bir şekilde işlemesiyle ilgili bir durumdur. Bu nedenle makul olmak, insan doğasında bulunan birşeydir. İnsanı ekstra programlamaz rahat bırakırsanız makul olmaya eğilim gösteriyor. Fakat insanın giderek dil/söz odakli bir varlık olması, yalan prensibinin daha kolay yerleşebileceği bir atmosfer oluşturmuştur. Yalan prensibinin, sosyal ilişkileri nasıl bozduğunu kısaca anlatmıştık. Locke ve Condilliac tarafından da görülmüş başka bir durum şudur:
Düşünce/düşünmek edimi, dil (kötüye) kullanılarak bozulabilir. Tabii Avrupalı iki duşünür bir adım daha ileri giderek, Vedik yazıtlarda gayet iyi gösterilen bir konuyu -hem de Veda'ları okumadan- yazmak büyüklüğünü göstermişlerdir. Bu konu da şudur: Dil üzerinden, abstrakt düşünce mümkün olabiliyor. Bu yolla dil, ifadesi olduğunu iddia ettiği gerçeği sadece farklı yansıtmakla kalmayıp onu bir şekilde kategorize de edebiliyor. İki düşünür o zaman yazmamışlardır ama 'Herşeyi kategorize etmek durumu'nun en "mükemmel!" halini, kapitalizmde görüyoruz. Kapitalizme özgü 'Para', bütün dünyayı kendi sayısal normları üzerinden (betonarme/paracıl "değer" sistemi üzerinden) yeniden "değerlendirmiş", yani kategorize etmiştir. Biz yalanın en "gelişmiş" versiyonu olan bu sistemde, dini -sözel anlamda- kullanarak daha da katmerli bir yalan "düşünce sistemi" kurmanın mekaniğiyle, onun nereye kadar işleyebileceğiyle ilgileneceğiz ve dinin -yalan içinde yalan sistemi kurmak bakımından- nasıl kullanılabildiğini ve bunun sonucunun ne olduğunu ve 'Yalanın çöküşü' dediğimiz olayın mekaniğini (Hint yazıtlarından) kısaca göstermeye çalışacağız.
Kuvantum fiziğinin de gösterdiği gibi evren, özünde boştur! Yani madde, özünde oldukça kof, içi boş birşeydir. Bu gerçeğin, eskiden, çok daha iyi bilindiği anlaşıliyor. Ve bunun sonuçlarının ne olduğu da, halkların bilgelerinin malumu. Mesela dinin maddiyatla arasına mesafe koymasını ve zenginlerden hiç hazzetmemesini kendi kafalarına göre "farklı" yorumlayıp, "dindarlar zengin olmasın mı yani" diye soranlar, dinin özünü kesinlikle anlamamışlar demektir. Hatta sadece dinin olsa "iyi", ruhun ne olduğunu da anlamamışlar demektir.
Kısaca şöyle anlatılabilir her halde: insanın esası, bedeni değil ruhudur. Mesela estetik ameliyat yaptırıp daha güzel bir bedene sahip olmak bile, aslında ruh için yapılan (ve asıl amacına, yani ruhu yüceltmeye sınırlı ölçüde, bir süreliğine "katkı" yapan) bir işlemdir. İnsanlar onbin yıldır uyumayıp, nasıl yüce ruhlu olunduğunu ve yüce mutluluğa erişildiğini, deneye yanıla öğrenmişlerdir. Ve hastalık bile ruhsal birşey olduğuna göre (insanlar hastalanınca kendilerini iyi/yüce hissetseler, zaten bunun adına "hastalık" demezler!) ruhun berenden/maddeden daha yüce ve önemli olduğunu anlamışlardır. Dindarlığın maddeyle/maddiyatla/zenginlikle sorunlu temel özelliği, zenginliği kıskanmasıyla değil, onun bozucu etkisinden sakınmasıyla ilgilidir.
Konumuz 'yalan' meselesi olduğundan, ve sözel "uygarlığın" 'Gerçek'in algılanmasını bozmaya çok müsait olduğunu tekrarlayalım. Burada 'Gerçek', eskilerin deyimiyle, 'Yanılsamanın ötesindeki'dir. Yanıltan nedir? Hintliler ona kısaca 'Maya' diyorlar ve 'Gerçek' ile 'Gerçek olmayan' arasındaki şekillendirilebilir dolgu "maddesi"ne bu adı veriyorlar.
'Gerçek olmayan', bir tür düalizmdir, İslam buna 'Şirk' de diyor. Gerçek olmayan, yani yalan, 'Tevhid' denen durumun tersini teşkil ediyor. Maya, bu sahteliği gizleyen kamuflaj gibi işliyor.
Yalanın çöküşü, Vedik eserlerde bir yılan tasfiriyle anlatılır. Size bir ip gösterirler ve onu kımıldatırlar, yılan sanırsınız, aslında değildir. Burada, ipi yılan olarak gösteren şeye Maya denir. Onu yılan sanmaya neden olan etkiye de 'Avidya' denir. Vidya sözünün tersi olan Avidya, yanlış verilere dayanarak yanlış kanıya varmak anlamında kullanılan 'Doxa' kavramına varır. Bu aşamada insan, yanlış bir sonuca varmış ve bunu kendi kanısı haline getirmiştir.
Yalan nasıl çöker?
Bu, bilinmeyen bir şey değil, ama gene de anlatmakta fayda var.
Kişi, ona gösterilen ipin yılan olmadığını anladığında, yalan çöker. Biz bu konuya burada, 'Nesnel olmak' ve 'Makul düşünce' gibi en basit boyutundan yaklaşmaya çalışmıştık. Aslolan, Maya denen şeyin, yani yalanın hammaddesinin etkisiz hale getirilmesidir. Eskilerin deyimiyle, şekilsel kısma "(Maya'ya) dikkatle bakıp incelemeye kalktığınızda, onun derinine nüfuz etmeye kalkınca hemen kaybolur/çöker". Özünde hava-cıva olan şeyler, deneysel (ampirik) analize tabi tutulurlarsa, boş oldukları hemen ortaya çıkar. Evrensel yüce insani/kutsal değerlere bağlı kalarak derinlemesine nesnel incelemeler, yalanı çökertir. Yalan din ile ambalajlanabilir. Ama bu tip ambalajlar sadece laftır/boştur, asla öz değildir ve lafı eğip bükerek kutsal kitapları yalanın dayanağı haline getirmekten ibarettir. Eskiden Solcular, bir tek alıntının farklı yorumu nedeniyle amip gibi bölünüyordu. Tartışmanın konusu öz değil de laf olunca, laflar amip gibi çoğalır ve laf kalabalığı aklı boğabilir. Din'i sadece kitapta yazan bir laf oyunu sananlar, zaten o yalanda laf oyunlarıyla yaşamaya meyillidirler. Dinin ruhuna tamamen ters şeyleri lafla dine uydurup kendi cebine uygun bir hale getirerek "aklamaya" kalkan bu zihniyet, kötülüğün asıl biçimini, yani 'Dindar kötülüğü' oluşturur. Çünkü din ile "aklanmasa", yaptıklarınin düşük bir ruhun ürünü olduğu çok kolay anlaşılır. Muhafazakarlar, tam da bu nedenle eleştiriye, fikir özgürlüğüne, özgürlüklere yasak koyarlar, çünkü özgürlük, 'Gerçek' ile, 'Öz' ile, yani Ruh ile kardeştir. Kardeşler de birbirini sever. Özgürlük ortamında yalan yaşayamaz -tabii gerçek bir özgürlük ortamında: tüketicinin dükkandan mal seçme özgürlüğü ortamında değil.