Özgürlük dinamiği ve kısaca Türkiye'nin Tayyip Erdoğan sorunu hakkında

Sanki Türkiye'de kendileri dışındakiler Hristiyanmış veya bambaşka bir dindenmiş gibi kendilerine "Müslümanlar" diyen, neoliberal devrin dînî-kimlikçileri, tarihi bir son yaşıyorlar. Liderleri Tayyip Erdoğan, tam bir çöküş yaşayan AKP iktidarındaki zemin kaybını durdurmak yönünde hamleler yapıyor, ama yaptıkça durumu daha da kötüleşiyor, ve kötüleşecek. Bir zamanlar "Müslümanlar"ın her yaptığı (ve yapmadığı) "Müslümanlar"a yarıyor görünüyordu. Benim gözümün içine bakarak "Biz Solculardan daha Solcuyuz" diyen İslamcı köşe yazarlarından tutun da, her alanı ellerine geçirdiklerini falan sanıyorlardı. İftiralar atılıp insanlar tutuklanmaya başlandığında, galiba o şerefli yarbayın kendi silahıyla intihar etmesinden sonraydı (2010 başı), bu "ballı" durumun tam tersine döneceğini yazdım. "Müslümanlar", kendi kaderlerini belirleyecek bir sınava girdiler ve o sınavda en kötü notu alarak çaktılar, durum en basit ifadesiyle böyle.
Adeta "mutlak iktidar" konumundayken, ve daha birkaç ay öncesine kadar muhalefetin her türüyle dalga geçerken, insanların yaşam tarzına, kadınların doğumuna/şortuna alenen karışıp, ülkenin milli değerlerini aşağılamak için "ayyaş" gibi sözler seçerken, sadece altı ay içinde bugünkü duruma düşmenin bir de "derin" nedeni olmalı. Startını Gezi eylemleriyle alan bu hızlı düşüş hakkında elbette çok şey söyleniyor, söylenecek de, ama yaşadığımız dönem gerçekten çok özel ve işi geleceğe bırakmadan, şimdiden birşeyler söylemeliyiz belki de.
Türkiye'de ortak kanı, bu düşüşe bizzat Erdoğan'ın özgürlüklere karşı ters tutumunun yol açtığı ve gerisinin de çorap söküğü gibi geldiği yönünde. Bu çok doğru ve yerinde kanı bile, Türk insanının (tersine çabalara rağmen) esasen bozulmadan kaldığını gösterir. Sorun haline gelen "tek adam" Tayyip Erdoğan'ın belli bir gündemi dayatmasından daha kapsayıcı ve daha önemli olan, onun özgürlüklere karşı koyduğu yasakçı tavırdır yıkımını sağlayan.
Ben Erdoğan'ın Suriye yenilgisi, Gezi'de polis şiddetine yeşil ışık yaktığı, tek seçici/kararverici olması gibi "ayrıntılar"ı uzmanlara bırakıyorum ve asıl, paradigmayla ilgili, yani olayların en genel trendini ilgilendiren alana odaklanmak istiyorum. Bu alan, tek sözcükle: Özgürlüktür.
Bu blogun varlık nedenlerinden biri de geleceğe doğru bakmak. 2012 yılı başında, 2013'den itibaren Türkiye'yi tamamen dönüştürecek dinamiğin özünün Özgürlük olacağını ve "Müslümanlar"ın doğasının buna ters olduğunu ve bu nedenle, tarih sahnesinden silineceklerini çok yazdım, gene yazıyorum: Sadece AKP ve Tayyip Erdoğan'ın değil, "Müslümanlar" kimliğinin de bu süreçte herhangi bir formatta özne olma ihtimali bulunmuyor. 2011 yılından bu yana Dünya'daki (ve tabii Ortadoğudaki) gelişmelere tarafsız bir bakış, bu trendin anlaşılması için yeterli olacaktır. İslamcılar/"Müslümanlar", ancak neoliberalizmden devraldıkları kimlikçi formatı terkederlerse (ama başka şeyler olarak) hayatta kalabilirler.
Bu süreçte her zaman en büyük soru, "biz bu kadar güçlüyken, hangi çılgın bizi yokedecekmiş şaşarız" türünden kibirlenmelerle gelirdi ve Tanrı'yı Kur'an'da yazan bir roman kahramanından ibaret sayan bu beylere kimsecikler de yanıt veremezdi! Yanıt şudur: "Sizi yokedecek bir çılgın yoksa, sizin içinizden biri o çılgınlığı yapar." Ben bu prensibi iki yıl önce şöyle ifade ettim: "Bu dönemde özgürlüklerin doğası o kadar güçlü ki, onu bastırmak mümkün bile olsa, baskılara karşı bizzat iktidarın içinden tepki gelebilir." Olayın en genel mekanik denklemi ise şudur: Türkiye'de geleceği belirleyecek Özgürlükler talebini durduracak bir güç ne Türkiye'de ne de Dünya'da mevcuttur. Bunun anlamı, bu trendin, hiç olmadığı kadar derinden işleyen ve Dünyada da desteğe sahip olacak bir zaman kalitesine tekabül etmesidir. Bir fırtına esiyorsa, buna karşı duranlar bile fırtınanın savurduğu istikamette hareket etmek zorunda kalırlar. Şu anda olan budur. Yani Gülen Cemaati olmasa başkası, o olmazsa başkası, şu anda Özgürlüklere karşı olan tarafı temsil eden Tayyip Erdoğan AKP'sine karşı harekete geçerdi. Gülen Cemaati olmasa, bambaşka bir yerden, hiç beklenmedik bir olay, gelişmeleri şimdiki istikametinde tutardı, tutacaktır.
Tayyip Erdoğan, tavrıyla baştan kaybettiği ve kazanması kesinlikle mümkün olmayan bu süreçte sadece yavaşlatıcı ve zorlaştırıcı bir rol oynuyor. Onun beyhude çabası, Türkiye'ye hem zaman kaybettiriyor, hem de geniş kesimlerin kendini güvensiz ve huzursuz hissetmesini sağlıyor. Ve iki yıl önce konuştuklarımızı tekrarlayacak olursak: Türkiye'nin 2008'de başlayıp 31 Mayıs 2013'de yeni bir ivme kazanan Değişim/Dönüşüm dönemini muktedirler adına engelleme girişimlerinin tamamı, o girişimlerden çok daha büyük ve "tanımlanamaz!" karşı tepkilere neden olacaktır. Bu tepkiler şimdi (eskisine göre belki yeniden tanımlamamızı gerektiren) yeni bir etki-tepki prensibiyle harekete geçmektedir. Özgürlüklerin önünü açmak yerine onların önünü tıkayanların hayatta kalma şansları bulunmuyor. Şu anda en akıllıca tutum, evrensel değerler temelinde ilerleyen özgürlüklerin hem önünü açmak hem de onlara angaje olmaktır. Türklerin tarihinde yeni bir macera başlıyor ve bu macerada "Müslümanlar"a yer yok...