Global Dünya'da Batı'ya yeni bakış ve eski Batı eleştirisi

Çin İmparatorunun dul eşi ve "Tanzimat" kararlarını uygulayan Cixi (1898)
Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı'nda yenilinceye kadar kendisini asla Batılı sanmadığını, savaşlarını da "Batı'ya karşı" diye tanımladığını biliyor muydunuz? Ancak savaştan sonra kurulan Federal Almanya kendisini Batı'ya saydı.
Başlangıçta, kapitalist sistemle bir ve aynı şey olan Batı'dan yana olmak veya karşı olmak, bütün dünyayı ilgilendiren bir konuydu. "Batılılaşmak" bugün Türkiye'de hala negatif bir tınıya sahip olsa da, elbette bundan 60 küsür yıl önceye göre çok farklı anlamlar taşıyor. Kapitalizm Batı idiyse bugün heryer Batı. Ama bugün bütün bu kavramlar denizini eskisinden daha farklı kullanıyoruz. Ve o denizde artık sadece yelkenliler yüzmüyor!
Batı'nın en güçlü olduğu emperyal (epmeryalist) döneminde Batı ile eleştirel anlamda ilgilenen, ona hem uyup hem de ondan ayrışmanın fikriyle uğraşan çok sayıda entelektüel/münevver yaşadı. Ben bunlardan -buraların insanı- ikisini hemen anmak istiyorum: Cemaleddin Afgani ve Ziya Gökalp.
Bunlardan ilki Panislamizmin, diğeri de Pantürkizmin babası sayılabilir her halde. Ama asıl buralarda bilinmeyen diğerlerine dikkat çekmeliyim: Vinayak Savarkar (Hint Cemaleddin Afganisi), Mahatma Gandi, Liang Qichao (Bir tür Tanzimatçı Çin Mustafa Reşit Paşa'sı), Kita İkki (Şahsen hiç sevmediğim, entrikacı Japon Tanzimatçı) ve Rabindranath Tagore (Nobel ödüllü Hint mistik geleneğine dayanan şiirlerin şairi ve Batı Uygarlığını eleştiren entelektüel).
Bunların içinden Batı eleştirisi konusunda en etkili olmuş kişi kuşkusuz bir Rus: Vladimir İlyiç Ulyanov.
Bu büyük isimler arasında bir ayrım yapmaktan ziyade bir ortak yan olduğunu düşünüyorum. Hepsi de Batı hayranlıklarını veya Batı'ya acımasızca eleştirilerini, Batı'ya özgü bir düşünce konteksinde/biçiminde ifade etmişlerdir. Bunlar arasında önce Batı gibi olmak isteyip sonra tamamen Batı'ya karşı hale gelenler de vardır elbette ve en ilginçleri de Liang Qichao'dur. Çin'in son (çocuk) İmparatoru Pu Yi'den önce tahta çıkan İmparator Guongxu'ya hizmet etmiş ve Çin'i yeni (Batı orijinli Kapitalist) dünyaya uyumlu hale getirmek için bir program uygulamıştır. Önce kağıt üzerinde kalan Programın tam anlamıyla uygulanabilmesi, ölen İmparatorun ünlü Kraliçesi Cixi zamanından sadece 100 günlük bir sürede mümkün olmuş ve 1898'de bir darbeyle bitirilip Liang Japonya'ya sürgüne gönderilmiştir. Bu adam Japonya'dan ABD, Kanada ve Avustralya'ya yaptığı seyahatlerinin ardından (1903'de ABD Başkanı Theodore Roosevelt'le konuşmuştur), Batı'ya ve Batılılaşmaya karşı biri haline gelmiştir.
Büyük Britanya'nın 1765'de Hindistan'ı işgal etmesinden, Çin'deki 1840 afyon savaşlarına kadar süren vahşi emperyalizm dönemi, sonra Lenin'in "Emperyalizm" diye tanımladığı döneme evrildi ve bu süreçlerde Batı, gücüne hem saygı duyulan hem de kendisinden nefret edilen bir "bütün" olarak algılanıyordu Dünya'nın geri kalan kısmı tarafından. Kendi arasında da sürekli savaşan Batılılar, Çinliler için, Hintliler için, Türkler için, dünyanın tamamından farklı birşeydi ve dünyadaki tüm "Tanzimat" devirleri, işte bu güce karşı durabilmek ve birtaraftan da onun gibi güçlü olabilmek için yapıldı. 19'uncu yüzyılın sonuna doğru, Avrupa'ya yapılan seyahatlerde önemli bir yan iyice ön plana çıkıyordu: Batı'dan öğrenmek. Japon düşünür Fukuzawa Yukichi, "Japonya Asya'yı terkedip Avrupa'nın bir parçası olmalı" bile demiştir! Coğrafi açıdan imkansız, ama sistemsel açıdan mümkün bir şey.
İşte bu dönemde, "İlerleme" ideasının olumlu bir hedef olarak kabul edildiği açıkça Batılılaşmacı bir çizgi ile, Batıdan ayrı durup sadece teknolojisini almakla yetinmek şeklinde bir yaklaşımdı. Antiemperyalist fikirlerin ortaya çıkmaya başladığı 19'uncu yüzyıl sonunda, bunların Batı'da hiç ciddiye alınmadığı görülüyor. Fakat Sovyetler Birliği'nin doğuşu önemli bir paradigma değişikliği teşkil etti.
Burada beni rahatsız eden, Batı'nın (gerçekten de) dışında, çok cılız da olsa -kendi kendini idame ettirebilecek- Batı'ya alternatif bir düzenin Doğu'dan çıkmamış olmasıdır. Oysa Antiemperyalist yaklaşım ve Batı'ya karşı kazanılan zaferler (Mesela Rusya'da ve Türkiye'de) böyle yeni bir çizgi yaratmak için çok yönlü imkanlar sunuyordu. Batı'nın etkisi o zaman henüz çok sınırlıydı, internetten her insanın cep telefonuna kadar ulaşmıyordu. Alternatif yerine, kapitalizmin kooperatist/devletçi bir türü olan "reel sosyalizm" kuruldu ve kapitalizmin bir türevi olduğu için de sonunda başarısız oldu, Batı'ya entegre oldu.
Batı'nın tek/asıl kriter olarak kabulü, Sovyetler Birliği ve sonra diğer Sosyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla değişmedi. Sovyet Rusya'nın veya Mao Çin'inin bir örnek olamayacağı çabuk anlaşılmakla birlikte, Batı'nın bir kriter olmaktan -kısman de olsa- çıkarılması, bir idea olarak yaşamaya devam etti.
20'inci Yüzyılın "Milliyetçilikler devri"nin dünyanın tamamını etkiledi. Milliyetçi ideolojilerin tüm dünyayı adeta esir andığını görüyoruz.
Batı'nın karşısında Dünyada Batı dışı yeni global bir alternatif güç/odak olabileceği fikrini aslında Japonlara borçluyuz. Japonların 1905'de Rusya'yı yenmesi, tüm Batı dünyasını temellerine kadar sarstı. Bu sarsıntıtı, olayı tamamen görmezden gelmeleridir -ilk defa Doğulu bir güç Batılı bir gücü yenmişti ve bu Batılılar için tam bir felaketti. Rusya'da devrimler devri de o yıl açıldı.
Günümüzde Batı'ya bakışın -"emperyalist Batı" söylemin sona ermesinin ardından- oldukça değiştiğini söyleyebiliriz. ("Emperyalizm" ve günümüzün "Bütüncül Emperyalizm kavramı konusunda bu blogdaki yazılara bakabilirsiniz)
Belki "İlerlemeci" anlayış değil ama, evrensel normlar anlamında Batı'nın bir örnek olmaya devam ettiği ve bu örneğin artık pozitif olduğunu/sayıldığını görüyoruz. 2011'de Arap Baharı'yla çok belirginleşen bu yaklaşım, kendine has -mesela islami bir- düzen bulmak yerine Batı örneğinin temel değerlerini aynen almakta beis görmeyen bir yaklaşımla ifade buldu.
Batı'nın evrenselleşmiş değerlerini almaktan çekinmemek, Batı'nın zayıflamasıyla aynı döneme rastlıyor ve bu dikkat çekici. Batı, global dünyanın siyasi/ekonomik merkezi olmaktan çıkıyor, eski korkutucululuğunu tamamen yitiriyor, ama "Demokrasi", "Hümanizm", "Bireysel Özgürlük" gibi fikirlerin sahibi olmaya devam ediyor. Ekonomik ve siyasi bakımdan güçlenen Doğu'da sorunlu olan bu alanların Batılı değerlerle tamamlanması isteği, Batı'yı yeniden önemli bir yumuşak güç haline getiriyor. Globalleşme, insanların birbirlerini daha yakından tanımalarına yardımcı oldu, artık birbirlerinden korkmuyorlar, birbirlerini daha iyi anlıyorlar.
Batılı değerlerin ve normların dünyanın her yerine sinmesi, kuşkusuz sorunlu bir durum ama insanların önce ortak bir evrensel bilinç geliştirip belli eski müzmin sorunları aşacağı çok özel bir dönemden geçiyoruz. Sonrasında yeni bir farklılaşmalar çağı gelebilir -ama düşmanlıkların doğması anlamında değil, farklı renklerin doğması ve sadece farklı bitki türlerinin değil, farklı sosyo-kültürel türlerin de yaşadığı bir Dünyanın ortaya çıkması olası.