"Evren'in Yaratıcı Tek Merkezi"
Maya'lar Tanrı için, "Var olan herşeyin Ortası/Merkezi" anlamına gelen "Hunab Ku" sözcüğünü kullanıyorlar ve Tanrı'yı soyut değil somut bir varlık olarak tarif ediyorlar (Aztek'ler de Ometecuhtli diyorlar). Maya kosmolojisinde Hunab Ku aynı zamanda "Yaratıcı Tek Tanrı"dır. Bu tarifte hem "Orta" hem de "Merkez" anlamı bulunduğundan, ikisini birlikte kullandık. Maya'ların anlamlandırdığı haliyle Orta/Merkez, hem Galaksinin merkezidir ve bu anlamda somuttur, hem de her insanın 'Ortası' ile bağlantılıdır. Bu 'Orta', astral bir ruh bedeni olarak tasavvur edilir (İnsanın Tanrı ile bağlantılı olduğu bu 'Orta' hakkında en detaylı tarifler, eski Hint kaynakları Brahmanas ve Upanişadlar'da bulunur).
Galaksimiz 300 milyar kadar yıldızdan oluşuyor (o yıldızlardan biri de Güneş'tir). Oldukça yeni veriler/teoriler, bu üçyüz milyar yıldızın ve güneş sistemlerinin, bir merkezin etrafında döndüğünü gösteriyor. Maya'lar, bu Merkez'e Hunab Ku diyorlardı ve gizli Maya takvimi Tzolkin, o Merkez'in yerini de hesaplamıştı. Tzolkin'e göre Güneş Sistemimiz, Hunab Ku etrafındaki bir tavafını 25.625 yılda tamamlıyor. (Tzolkin bu süreyi, 5.125 yıllık beş döneme ayırır).
Bütün güneşlerin, varolan bütün herşeyin, birer gezegenler yumağı halinde bir tek Ortanın/Merkezin etrafında döndüğü düşüncesi ve bunun kanıtları oldukça yeni. Galaksi'nin merkezi, Akrep yıldız kümesiyle Yay yıldız kümesi arasındadır. Astronominin son bulguları, bu Merkez'in bir kara delik olduğu yönünde. Konu henüz "bilimsel" bir kesinliğe sahip değil.
Maya'ların Hunab Ku diye adlandırdığı Evrenin Merkezi, yaratıcı özelliğe sahip ve Maya'lar Hunab Ku'nun bu özelliğini, bir ışına bağlıyorlar. Diğer yandan, eski mitolojilerde adından söz edilen "Yıldırım kılıcı" (veya mızrağı), bu ışınların işlemesi konusunda daha doğru bir tasvir çiziyor olabilir.
2007-2008 döneminde Pluto (aslında bir mini gezegendir), Dünya'dan bakıldığında tam da Evrenin tahmini Merkezi'nin bulunduğu bölgenin üzerinden geçerken bir tür büyüteç/mercek işlevi görerek, daha uzaklara bakmaya ve ölçmeye olanak sağladı. 1967'de, adına kısaca GRB (Gamma Ray Bursts) denen ışınlar keşfedilmişti ve bu ışınlar muazzam enerji içeriyordu, bir şimşek/yıldırım gibi peydahlanıyor ve sadece birkaç saniyeliğine ölçülebiliyorlardı. 2008 yılında, "Gamma Şimşeği" de denen ve her türlü tasavvurun üzerinde yoğun enerji taşıyan bu ışınların, Evrenin Merkezi'nden Dünya'ya ve Güneş Sistemimize fırlatıldığı anlaşıldı. Dikkat çeken yan, bu ışınların, özellikle üzerimize gelmesi, başka yere gönderilmemesiydi. Yoğunlaşan GRB Işınlarının Güneş sisteminde değişiklikler yaptığı ise zaten biliniyordu, ama ışınların nereden geldiği bilinmiyordu -artık biliniyor. Işınlar, Maya'ların Hunab Ku dediği Evrenin Merkezinden geliyor.
1967'de Amerikan uydularının farkettiği bu Gamma şimşeklerinin nereden geldiği, NASA tarafından 2008'de keşfedilmekle birlikte, en iyi ölçümler 2010 yılının Kasım ayında yapıldı. Bu kez yarım saat süren ölçümler sırasında Evrenin Merkezi'inden çıkan GRB ışınları üstüste iki balon şeklinde görüldü. Bu balonların her birinin çapı, 25 bin güneş yılı kadardı. İlginç olan da şuydu: Bu şimşek balonlarının çeperinin dünyaya uzaklığı da 25 bin güneş yılıydı. Yani üstüste duran bu iki devasa alan, dünya ile bir kare oluşturdu. Bu yarım saatlik gözlem sırasında -sadece on saniyede- ortaya çıkan enerji, Güneş'in bir milyar yılda yaydığı enerjiye eşitti!
"Yaratıcı Şimşek" ve işleyişi...
2010 yılındaki bu fenomen, şimdiye dek bilinen/ölçülen en büyük GRB şimşeğidir. Bilimsel araştırmaların yaptığı tahminler ve daha sonraki ölçümlere göre 1940'lardan beri artan şekilde, dünyaya doğru yönelmiş bir GRB etkisi yaşanıyor. Şimdi bilimin -bu ışınlar sonucu- son zamanda hangi değişiklikleri gözlemlediğine örnekler verelim:
1. Sıcak bir gezegen olarak bilinmesine rağmen Merkür'ün kutuplarında son zamanda buza rastlandı.
2. Venüs, son otuz yıldır, daha öncesinden altıyüz kat daha fazla plazma üretiyor ve kutuplarının parlaklığı 25 kat arttı.
3. Mars ısınıyor ve atmosferindeki basınç yüzde ikiyüz arttı.
4. Güneş, 1940'dan beri, son bin küsür yılda olduğundan çok daha aktif.
5. Jüpiter üzerindeki bulutların parlaklığı iki kat artmış durumda.
6. Dünya'da da iklimsel değişiklikler gözlemliyoruz ve bu değişikliklerin insan etkisiyle da desteklendiğini ölçmekle birlikte, asıl iklimsel etkinin Güneş lekeleri üzerinden Dünya'ya yansıdığı anlaşıldı. Daha ilginç olan, Tzolkin'in de çok kesin bir şekilde gösterdiği "Güneş lekeleri takvimi"ne uymayan, daha önceki peryotlarla uyumsuz bir değişiklikler zinciri söz konusu.
GRB Işınlarının yüksek enerşisi, şimdiye dek bilinmeyen bir şekilde, adeta bilinçli bir şekilde işliyor, zira etkisi her alanda farklı farklı. Fakat bu ışınların özelliği, belli prosesleri hızlandırarak dönüştürmesi. Yukarıdaki örneklerden, ne kadar güçlü oldukları bir nebze olsun anlaşılabilir belki ama bizim asıl ilgilendiğimiz, Dünya ve İnsan üzerindeki etkileri elbette. Bu noktada yeniden, Maya kozmolojisine ve kadim Güçebe geleneğinin kaynaklarına dönüyoruz. (Çünkü insanlık varoldu olalı, son beşbin yıla kadar göçebeydi ve göçebe geleneği, İnsanlık tarihinin en derinlerine uzanabildiği için burada ondan da sözediyoruz)
Maya'lar, Tzolkin takvimini, çok özel belli dönemleri hesaplamak için kullanıyorlardı -Tzolkin adı üzerinde bir tören takvimidir. Tarihin belli zamanlarında, Dünya ve Güneş sistemi ile Hunab Ku arasında -Göçebelerin "Tanrı'yla Uyum" diye gördükleri bir evrensel denklem oluşuyor. Maya'ların "Tanrı gibi olmak" dedikleri bu duruma göre, Evrenin Merkezi ile Dünya/İnsanlık arasında bir kanal açılıyor. Buna kısaca, "Elçiler üzerinden değil, doğrudan konuşmak" gibi bir durum da diyebiliriz. Maya'ların deyimiyle bir senkronizasyon oluşuyor, yani insanlık ve Evrenin Merkezi, aynı frekansta oluyor. İnsanlık, yeni bir "ayar" alıyor. 25.625 yılda bir olduğu anlaşılan bu özel halin insanlığa etkisi, birdenbire/aniden olacak tek bir olaydan ziyade, son yıllarda yoğunlaşan bazı etkilerin tavan yapması şeklinde olacak görünüyor.
Önceki yazılarımızda GRB ışınlarının DNA'yı değiştirebildiğini söylemiştik. Bu etki tabii tek etki değil. Güneşteki hareketlerin artmasına neden olan sözkonusu ışınların, bu etkilerini Dünya'yı varoluşsal anlamda tehdit etmediğini görüyoruz -şimdilik böyle. Ve bu ışınların belli bir bilinç taşıdığını da kısaca ifade ettik. Bu "Bilinç", Maya'ların "Orta" kavramıyla ilintili görünüyor -yani doğrudan insanlarla Merkez arasındaki bağla ilgili.
Göçebelerin Tanrı için hemen her seferinde kullandıkları "Sonsuz" (Möngke) sözcüğünün mistik anlamını en iyi anlatan eski Hint kaynaklarında "Prana" kavramı, bizim bu yazıda boyut değiştirmemizi de zorunlu kılıyor, çünkü şimdiye kadar Astrofiziksel açıdan bir kozmostan baksettik ve bu evren oldukça maddi bir evrendi. Antimadde ve daha başka bulgular ve teoriler, maddesel olmayan evrenin -en az- maddesel evren kadar büyük olduğunu gösteriyor. Kısacası, bilimin ölçüp biçerek anlattığı maddiyat dünyasından maneviyat düntasına bu noktada kısa bir bakış sunuyoruz:
"Prana" Sanskritçe birçok anlam taşımasına rağmen esasen "Nefes" ve "Ruh" demektir. Göçebelerin, ölenin ruhunun burnundan çıkıp kuş olarak uçtuğunu söylemeleri de (böyle betimlenir) bu yüzden olsa gerektir. Prana, insanın ölümsüz olan kısmıyla ilgilidir, doğrudan Tanrı'nın emanasyonu -yani bir uzantısıdır ve bu anlamda kişisel değildir. Burada, "Sonsuz" kavramını anlatan şudur: Tüm ruhlar, ortak bir ruh denizinin damlalarıdır ve bir bütün olarak Tanrı'nın uzantılarıdır -öyle anlatılır. Ama aynı zamanda "Prana" kavramıyla akraba "Atman" diye bir kavram da kullanılıyor. Atman, "homojen?" sayılabilecek ruh denizindeki her bir kişinin ruhunun özel/birey olduğu ruhudur. Yani ölen/yaşayan kişinin kendisi kalmasına olanak da tanır. Hint yazıtları (Göçebeler ve Maya), "bilinçli" olan ışınları açıklamak için böyle bir kadim enformasyon sunarlar.
Brahmanas ve Upanişadlar'a göre insan da (Evren gibi) maddi ve manevi olan iki alandan oluşurlar. Maddi olan alan: "Saç, ten, et, kemik, ilik"tir (Upanişadlar'dan alıntı!), Manevi olan alan da: "Düşünceler (Manas), Sözler, Nefes/Ruh (Prana), Görülenler, Duyulanlar"dır.
Bu şekilde bakınca Evrenin Merkezi'nin Dünya'ya ve İnsana etkisinin, sadece onun maddi yanıyla değil, daha çok manevi/ruhsal/spiritüel yanıyla ilgili olabileceğini söyleyebiliriz.
İnsanlığın son on yılda, tarihte hiç olmadığı ölçü ve yoğunlukta -internet üzerinden- birbirine yekınlaştığını ve insanlık olarak anlık ortak tepki verebilecek noktaya gelmesinin bir "tesadüf" olmadığı, bir sürecin sonucu olduğu söylenebilir herhalde. Bu noktada, Maya'ların ve bilimsel teorilerin birbirine yaklaştığı "Evrenin Merkezi'nin Yaratıcı Gücü" konusunda bazı örnekler vermekte fayda var. Zira bu sayede, insanlığın son on yıldaki değişiminin ve bundan sonraki olası değişiminin nasıl "insanı gözeten bir incelik ve titizlikle" yürüdüğünü anlamak da mümkün olabilir.
Evrende düşünülebilecek her türlü hareketin -ki "hayat" harekettir aynı zanabda- ilk sebebi, Evrenin Merkezi'ndeki bu yaratıcı güçtür. Bilim, kendi kafasına göre "dev bir Karadelik" olabilir diye teoriler üretiyor. Mesela bir teori, etrafında üçyüz milyar yıldızın döndüğü merkezin, bir tür "hızlandırıcı" gibi, gazları bile ışık hızında hareketlendirebilen yapıya sahip, kurallarını kendi koyan bir Kara delik gibi düşünüyor. Bazıları bir yıldız olabileceğini söylüyor. Ama şu gerçeği de kabul ediyorlar: Şu anda dünyamızı aydınlatan Güneş de dahil olmak üzere, üçyüz milyar yıldıza ışığını veren, bizzat Evrenin Merkezi, Hunab Ku, yani Göçebelerin deyimiyle: Tanrı. Evrendeki tüm maddenin (ve gayrı-maddenin), o merkezden türediğini ve bir spiral gibi o merkezin etrafında döndüğünü düşünebilirsiniz. Maya'ların (ve Göçebelerin) tasavvuruna göre Hunab Ku, tüm yaradılışın birbiriyle bağlantısı aynı zamanda. Maya'ların tasavvuruna göre Hunab Ku, bütün canlıların sonsuz ortak ruhu da sayılabilir.
İçinde yaşadığımız dönem, tüm insanlık tarihinin ve bu tarih boyunca insanlığın biriktirdiği bilgi ve tecrübenin, hem bilgi/enformasyon üzerinden, hem de sezgi ve hatırlama üzerinden yoğunlaşarak yeni bir seviyeye yükselme devri olabilir. Yirmibeş küsür bin yıl sonra Güneş Sistemi'nin tüm gezegenleriyle ve Dünya ile birlikte Evrende yeni bir pozisyona geldiği aşamada, tüm bu devasa kütlenin görünmeyen manevi/ruhsal/spiritüel boyutunun da yeni bir pozisyon almakta olduğunu tasavvur edebiliriz. Hayat güzel bir macera ve biz şimdi, belki de hayatın en güzel macerasını yaşamaktayız. Bu hükmü, gelecek nesiller verecek kuşkusuz. Biz bu dönemin bizzat içinde yaşıyor olmanın heyecanına ve ayrıcalığına sahibiz!..