Hindistan'a özgü Sekülarizm, Dalai Lama'nın da değindiği gibi, çok eski ve köklü bir 'Tolerans Kültürü'nden besleniyor. Bu kültürün ilk kuralı, çok kültürlü toplum anlayışını doğal birşey saymak -ki Asya'nın bütün ülkeleri, çok kültürlü/dilli/dinli toplumlardan oluşur. Bu konuda Hintlilerin artısı (ve şansı), çok kültürlülüğü, Neoliberal döneme kadar, -özgün bir laik sistem içinde- yaşatmış olmalarıdır. Malumunuz kapitalizm, kültürel homojenleşme dayatan bir doğaya sahiptir.
Hint sekülerizminde temel ilke, çok eski kutsal metinlere (mesela Upanişad'lara) kadar uzanan "Sarva dharma sambandham"dır -yani "Bütün dinler eşittir."
Bütün eski uygarlıklar, esasen din temellidir. Hindistan ise, tüm dinlerin büyük bir tolerans içinde yanyana yaşaması konusunda dünyaya örnektir. Hindistan, 13'üncü Yüzyıldan 19'uncu Yüzyıla kadar Müslüman Mogullar tarafından yönetiliyordu ve o zaman da (öncesinde de) Hindistan'ın yönetici elitleri -hepsi aynı dinden- homojen bir dinsel yapı oluşturmadılar. Devlet yönetiminde her zaman, her dinden insan yeraldı.
Hindistan'da dinlere (ve kastlara) göre ayrılan halk gruplarının hayatı önemli ölçüde din tarafından belirlense de devlet, geleneksel olarak bunlara eşit mesafede duran bir kültürle yönetilir. 1980'lerde başlayan son neoliberal dönemde Hint usulü Doğu Sekülarizmi, aynı Türkiye'deki gibi, dinci kesimlerin (ve sonra devletin), saldırıları sonucu bozulmalar yaşıyor.
Dalai Lama, boğuna Hint Sekülarizmini övmüyor. Özellikle Türkiye gibi -Batı tipi- sekülerliği dinci saldırı altına giren ve dolayısıyla otamatikmen demokrasisi bozulan ülkeler, yeni bir Evrensel Etik kurulması aşamasında, din ile barışık Hint Sekülarizmini öğrenmek zorundalar. Neoliberal kapitalizme özgü dinci saldırıyı bertaraf etmenin en sağlıklı yöntemi bu. Özgün Hint Sekülarizmi hakkında çok uzun bir makalesini okuduğum Rajiv Bhargava, (Die Unverwechselbarkeit des Säkularismus in Indien) Batılı ülkelere bile, Hint Sekülarizmini öneriyor -ve haklı yanları çok!
Hint Sekülarizmi, tam bir fikir özgürlüğü düşüncesi üzerine kurulmuştur. Sadece her din değil, her felsefi düşünce (dinsizlik/ateizm düşünceleri de), Hindistan'da açıkça savunulur ve tarih içinde saygın bir yere sahiptir.
Hint Sekülerizmi, Türk Sekülerizmi (laikliği) gibi, Milliyetçi bir damara sahip. Tıpkı Türkiye'deki gibi kendini, "Sömürgeciliğe karşı" konumlandıran (İngiliz Sömürgeciliğine karşı) milli mücadeleye dayandırıyor. Hindistan'ın bağımsızlığına kavuştuğu II. Dünya Savaşı sonrasında, sekülerizm tarifini Batı'lı değerlere de dayandırıyor elbette, ama esasen Hindistan'a özgü. Türkiye'de 'Laiklik', 'Tek dişi kalmış canavar' diye adlandırılan "İngiliz/Fransız emperyalizmi"ne karşı mücadele içinde kurulmuştur. Bir benzeri de Hindistan'da aynı mantıkla kuruluyor. Ama Hindistan'ın örneği, Türkiye'deki gibi -Batı'ya özgü- Fransa Laisizmi değil. Gerçi Türk Laisizmini de bire bir Fransa'ya benzetmek mümkün değildir, çünkü Türkiye'de "Diyanet" diye "Sünni" (İslamın sadece bir tek yorumuna uygun) bir devlet kurumu vardır ve ülkedeki Müslümanlığı denetlemek (kontrol etmek) diye bir amacı da olsa, sonuçta sekülerizmle sorunlu bir durumdur.
Türkiye'de buna rağmen "dinin baskı altında tutulduğu" iddiasıyla neoliberal dönemde ortaya çıkan laisizm karşıtı hareketin aynısı Hindistan'da "Hinduculuk" şeklinde çıkmıştır ve tüm argümanları, şaşılacak kadar Türkiye'dekine benzemektedir. Mesela Sekülerizm "Modern Batılılık"a eklenip eleştirilmekte, Teokrasi ve/veya Hindu devlet dinini savunmak da "Gelenekselci Yerellik" sayılmaktadır. Türkiye'de laikliğe saldırmak nesıl "Batı karşıtlığı ve gelenekçilik" sayıldıysa, benzer bir durum. Oysa Hint Sekülarizmi, Batı Sekülarizminden oldukça farklı ve özgün özellikler içeriyor. Batı Sekülarizmi, dini reddederken, Hint Sekülarizmi, dini ve devlet işlerini birbirinden ayırmakla birlikte, dinlere dost ve eşit uzaklıkta duruyor. Burada asıl belirleyici olan, Hint Sekülarizminin, çok dinli ve çok etnik kimlikli/dilli topluma özgü olması. Devlet, azınlığına/çoğunluğuna bakmadan tüm dinleri tanıyor ve onlara eşit uzaklıkta duruyor. Bu durumu Türkiye'ye uygulayacak olsaydık, devletin Alevilere, Sünnilere, Şiilere, Hristiyanlara, Yahudilere ve tüm etnik kimliklere, -onları tanımakla birlikte- eşit davranan bir noktada olması gerekiyordu mesela.
Hindistan Anayasası'nın 27'inci maddesi, resmi makamların herhangi bir dini desteklemesini (kendini o dine ait saymasını) yasaklıyor -hem de halkın yüzde 80'inin Hindu olmasına rağmen. (Türkiye'de Sünni Müslümanlar da nüfusun yaklaşık yüzde 85'ini oluşturuyor)
Hindistan'da dindarlar heryere girebiliyor ama devlet okullarında din eğitimi yasak. Dindar olan, kendi cemaatinden eğitim alabiliyor. Anayasanın 28'inci maddesi, bu konuyu düzenliyor. Yasanın hükmü açık: "Devlet din dersi veremez". Tam günlük okullarda din eğitimi yok. Anayasa'nın 25, 27, 28'inci maddeler de herkese eşit fırsat özgürlüğü, eğitim hakkı, yaşama hakkı, her türlü özgürlük haklarını belirliyor. Burada tarif edilen özgürlükler, sekülerizmle ilgili birey hakları ve dinlerin insanları zorlamalarının önüne geçiyor. Mesela bir insan dini cemaatinin baskısından kurtulmak için bu yasaları kullanıyor. Hindistan bu şekilde kurduğu sağlam seküler eğitim sisteminde, dinine/etnik kökenine bakmadan herkesi eğitiyor ve dini/etnik kimlikleriyle ilgili eğitimlerini de kişilerin dahil olduğu dinlerin/milletlerin bağımsız kurumlarına bırakıyor. Bu eğitim sisteminin ve eğitim anlayışının babası Mahatma Ghandi ve oldukça başarılı olduğunu, Nobelli Hintli sayısına bakarak anlayabiliryoruz.
Hintliler, İngilizleri kovarken oluşturdukları yurtseverliklerini, Hindistan milliyetçiliği üst başlığı altında toplamışlar ve tüm dinlere/etnik gruplara eşit uzaklıkta duran geleneksel Sekülerizmlerini de, aynı Türkiye'deki gibi bu "Anti-emperyalist" milliyetçilikleriyle güçlendirmişler. Neoliberal dönem öncesi bu üst Hindistan milliyetçiliği, tıpkı Türkiye'deki -neoliberalizm öncesi- üst Türk milliyetçiliği gibi (ben ona "Makro-milliyetçilik" diyorum), kendini "Devlet içinde Türk sayan" elitleri arasında etnik/dini ayrımcılık yapmıyor; yani kimin Hindu, kimin Müslüman, kimin Sih olduğuna bakmıyor. Türkiye'den farklı olarak, dine düşmanca/kuşkucu bir yaklaşımı yok, ama Türkiye'deki gibi bir Diyanet'i de yok!
Türkiye ile benzerlik -tabii neoliberalizmle alakalı bir durum-, Hint Sekülerizmini "sorgulayan" ve onu Batıcılıkla suçlayıp karşı çıkanların dinci olmaları! Bu tipler, tıpkı Türkiye'deki gibi ulusdevlete düşmanca tutum alıyorlar ve "biz çoğunluğuz, devlet de Hindu devleti olmalı" diyorlar. Bu fikri savunan Hinducu faşist ve şoven Rashtriya Swayam Sevak Sangh partisi RSS, Hindistan'a özgü tüm iyi değerleri tersine çevirmiş durumda: Toleranslı değil, şiddet kullanıyor ve Hinducu devlet istiyor. İşin ilginç tarafı Bharatiya Janata partisi BJP de, bu konuda yükselen eğilime kapılarak, klasik Hint Sekülerizminden ödün veriyor, Müslümanlara daha taraflı, baskıcı davranımasına göz yumuyor vs. Şoven RSS, Hindistan'ın aryenler ülkesi "Arya Bhumi" olduğunu savunuyor, Batılı Parlamentarizmi ve Liberalizmi, "zehir" diye tanımlıyor. -Onların yerine koymayı düşündüğü şey ise bir tür Hindu Teokrasisi yani din devleti.
Burada dikkat çeken, dinci faşistlerin, "biz çoğunluğuz" bahanesiyle tektip bir Hindu halkı kurmayı adım adım gerçekleştirmeyi hedeflemeleri ve diğer etnik/dini azınlıkları asimile etmek istemeleri. Buna karşı Hint Sekülerizmi, Batı tipi Türk Sekülerizminden daha sağlam duruyor.
Modern değerlerden beslenen demokratik Hint Sekülarizmi, Mahatma Ghandi ve Rabindranath Tagore'nin iki temel düşüncesiyle sürekli yaniden üretilebilmiş. Gandhi'nin endüstrileşmeyi eleştiren, ama seküler eğitimi kuran "dinlerin barış içinde birlikte yaşaması" fikri ve Tagore'nin sadece Hindistan'ı değil, düm dünyadaki insanları kapsayan "Evrensel Hümanizmi". Sekülarizme yaslanan bu iki temel konu, sadece her dine eşit uzaklıkta olabilmeyi garantilemek ve çok dinli toplumda birey haklarını alabildiğine koruyabilmek için din ile devleti birbirinden ayırıyor.
Hint Sekülerizminin en sağlam özelliklerinden biri de, dinlere eşit uzaklıkta ve alabildiğine toleranslı davranırken, onlara eşit davranabilmek amacıyla, Seküler bir Etik geliştirmiş olması. Dalai Lama'nın, tüm dünyaya önerdiği ve tartıştığı Evrensel Seküler Etik anlayışına da bu yüden Hindistan'ı örnek alıyor. Dinlerin kendilerini bağlayan türden Etik anlayışlarını toplumun tamamına hakim kılmalarına karşı en sağlam yöntem, sayıları/oranları ne olursa olsun, farklılıkları kabul edip farklı dinleri azami ölçülerde kendi değerlerini yaşamalarına izin verirken, -sırf onlara eşit uzaklık tutmak- meselesi nedeniyle, devlete hakim olması yasalarla kararlı bir şekilde önleniyor.
Hint Sekülerizminin diğer enteresan yanı, birbirinden çok farklı dinlerin/kimliklerin birarada barış içinde yanyana yaşamasını sağlamak amacıyla, farklılıkları değil ortak yanları ön plana çıkaran bir yaklaşımı benimsemiş olması. Hinducu dinciler, tıpkı Türkiye'deki dinciler gibi farklılıklar üzerinden nefret/kutuplaşma politikası güderken, (bundan malesef etkilenen) Hint Sekülerizmi, ortak yanlar üzerinden ilerliyor ve bana son derece ilginç gelen bir yöntem uyguluyor: Çoklu değerler sistemi kullanıyor! Yani bir konuya mesela hem Hinduların gözünden, hem de Müslümanların gözünden bakıp, iki tarafın gözüyle değerleri bağdaştıracak/barıştıracak noktalar buluyor. Bu derin empati duygusunun, kadim Hint kültüründen ve tabii Tolerans ve barışçıllık anlayışından geldiğini de belirtelim. Böylece aynı sorunlara hem Hindular açısından hem de Müslümanlar açısından bakabiliyorlar ve bunu, asla düşman olmadıkları iki dine de kararlı bir şekilde eşit mesafede durarak ve Seküler Etik sayesinde yapabiliyorlar.
Hint Sekülerizmi, Batı'nın dini reddeden teorik seküler anlayışından farklı olarak pratik bir sekülerizm ve bir kontekse bağlı değil. Bu da ona sağlıklı bir pragmatizm ve sağlamlık sağlıyor.