Dinleri de kapsayan bir 'Evrensel Seküler Etik' hakkında

Konuya bir önceki yazımızda da değinmiştik. Bütün dinleri hem kapsayacak hem de onların üzerinde yer alacak evrensel bir etik, neden 'Seküler' oluyor, neden böyle 'dindışı' tınıya sahip bir sözcük seçiyoruz? Bunun nedenini anlatırken, Dalai Lama'nın argümanlarıyla başlayıp, -Türkiye'ye de atıfta bulunarak- kendi yorumumu da sunacağım. Bu ikinci yazıda, Etik denen şeyin insan doğasıyla ilgili birşey olduğunu yazmak yerine, konuya daha farklı bir yerden yaklaşarak, Etik denen şeyin akılla ilgili olduğu üzerinde duracağım. Etik, akıldan ayrı düşünülemez. Yani gökten zembille inmemiştir, birden sihirli bir dokunuşla elde edilmez. Etik, ancak gerçekçilikle doğrudan ilişkili/uyumlu (compartible) olmak zorundadır. Akıl, gerçekçi bir şeydir. Bunun anlamı, esasen rasyonel temele oturmasıdır (ama modern dünyanın sandığı gibi bundan ibaret olmamasıdır). Aklın gerçekle ilişkili/uyumlu olması, 'Bilinç' dediğimiz şeyin temelini oluşturur. Kurduğumuz hayaller bile -ne kadar uçuk kaçık da olsa- bir yere kadar inandırıcı ve eğlendirici olabilmek için gerçeklikle uyumlu olmak zorundadır. Aklımıza belli bir düşünme biçimini ve neden-sonuç ilişkilerini, hatta onun ötesindeki (Zen Budizmde örneklerini gördüğümüz) "Düşünmeden düşünmek" biçimlerini (bu ayrı bir yazı konusudur) veren şey, gerçekçiliktir. Çünkü düşünmek ve karar vermek, hatta tasavvur etmek ve duyumsamak için, bu temelden yola çıkmak zorundayızdır -bu durum tüm insanlar için geçerlidir.
Etik, ancak belli bir amaç istikametinde verdiğimiz kararlar aşamasında işler. "Etik davranıyor muyuz?" Bu sorunun ilk açılımı, "iyi davranıyor muyuz, insanların yararına -onları düşünerek- davranıyor muyuz?"dur. Bu en genel yorumda, "İyi davranmak" konusu, en başta, içinde bulunulan durumu 'Anlamak'la başlayan bir konudur.

Burada, dinlerin 'Etik' anlayışını aşan -o önemli- konuya, bu yazıda değinmekte fayda var.
Dalai Lama'nın çok güzel gösterdiği ama eksik bıraktığı mesele, 'Etik' dediğimiz şeyin çeşitli kültürlerde ve dinlerde öğnilmesi ve uygulanmasıyla ilgili. Dinler, klasik modern Batı sekülerizminin iddia ettiği gibi -öz itibatiyle- geri ve gelişmeyi önleyici oluşukluklar değildirler. Etik davranışların yerel biçimlerini insanlar önce dinlerden öğrenmişlerdir. Bu konuya biraz daha yakından bakalım.
İnsanlar, yaptıkları işlerde Etik olmak isterler. Bunun en temel nedeni, insan olmak ve bir toplum olarak yaşamaktır -yani etik olmadı mı toplum da işleyemez. O halde "iyi bir insan olmak", dinler tarafından da tanımlanmıştır, ama bu tanım, zaman içinde -yerli yersiz- birçok otomatizme bağlanmıştır. Şöyle:
İnsanlar, birşeyler yaparken "iyi insanlar olarak" yapmak isterler. Kendilerini o zaman daha iyi hissederler (bu iyi insan olarak "kendini iyi hissetmek" konusununun çözümlemesini/yapısökümünü! sonraki yazılara bırakıyorum) -iyi hissetmek zorundadırlar. İnsanlar iyiye güzele özenip, kütüden çirkinden kaçınırlar. Fakat yaptıkları herşeyin uzun uzadıya sonucunu düşünmelerine imkan yoktur -yoksa tüm zamanlarını bunları geçirmek zorunda kalırlardı! Onun yerine, belli otomatik 'Etik' kurallar getirmişlerdir. Mesela Müslümanlar şsrap içmek istemezken, Hristiyan'lar şarabı adeta kutsarlar. Bunlar, dinlerin, iç/ruhsal değerler yanında, zaman içinde geliştirdikleri kendi 'Etik' anlayışlarıyna eklemlenmiş otomatizmalardır. Sabırlı olmak, insanlara sevecen ve iyi davranmak, bağışlayıcı olmak, kanaatkar/mutedil olmak, insanları aldatmamak, kötülük etmemek, ve bunun gibi birçok iç/ruhsal değer, dinlerin hepsinin övdüğü ve insanlara öğrettiği şeylerdir -ama her din bunu kendi özgün şekli/biçimi ile ve onlara başka şekilsel şeyler de katarak öğtir/öğretmiştir. Budist bir çocuk, yanlışlıkla bir karıncayı ezince nasıl mutlaka "ah yazık sana" demeyi öğrenirse, bir müslüman çocuk da, namaz kılan anneannesinin önünden geçmemeyi öğrenir. Yani Etik, çeşitli dinlerden de gelse özünde iyilik aşılamayı amaçlar. İşte bu noktada, günümüzün iyi (ve kötü) anlamda globalleşen dünyasına bakarak şunu söyleyebiliyoruz: Dünyaya Müslüman bir etik anlayışı öneremeyiz, çünkü yüzmilyonlarca insan şarap da içiyor, domuz eti de yiyor. Bir Hint Etiği de öneremeyiz, çünkü dünyanın geriye kalan kısmında inekler kutsal sayılmıyor. Hristiyan Etik anlayışı da öneremeyiz, çünkü Müslümanlar şarap içmek istemiyor. Bunlar elbette çok basitleştirilmiş örneklerdir.
Ama şunu önerebiliriz: Yukarıda birkaç örnek saydığımız ve her dinde zaten olan temel Etik değerleri esas almak. Bu değerleri uygulamak -bugün artık iyice bildiğimiz üzere- belli bir dine özgü değil, "İyi insan olmaya özgü" temel değerlerdir. Tabii bu yeterli değildir. İnsanlar "iyi olmak" için bazen absürd durumlara düşüyorlar. Mesela dindar insanlar, yapacakları şeyi "caiz midir" diye hacıya hocaya papaza sorarlar. Amaç, "doğru karar vermek, doğru hareket etmek, iyi birşey yapmak"tır. Bugün, dinlerin kurduğu otomatizme artık gek yoktur. İyi ile kötü arasında karar vermek konusunda, o temel iç/ruhsal değerlerden, genel bir konteks çıkarabiliriz. Bu, elbette kimse için bağlayıcı olmayacaktır, ama global dünyada, herkese hitap edebilecek bir yaklaşım tarzı olacaktır. Karar verirken iyi ile kötü nasıl birbirinden ayrılabilir? Bunu, aklımızla bulabiliyoruz: kararı iyi duygularla veriyorsanız, yani kızgınlıkla/öfkeyle vermiyorsanız, doğru istikamettesiniz demektir. İyi duygularla, diğer insanlar da gözetilerek verilen kararlar, daha sonra pişman olunmayan (veya az pişman olunan) kararlardır. Ve böyle kararlar verirken, iyi duyguları ve "iyi" faktörünü tanımlayıp onundaha iyi bilincinde olarak davranmak mümküncür ve bu da ancak gerçekçi akla yaslanarak olabilmektedir. Daha sonraki yazılarımızda iyinin neden iyi, kötünün neden kötü olduğunu ve bunların insanın mutluluğu ve sağlığıyla nasıl ilişkili olduğununanlattıkça, bu konuda daha açık kafayla davranmanın mümkün olduğu görülecektir -ve bunlar sır falan da değildir.
Bütün bunlar -yani Etik olmak ve iyi/doğru kararlar vermek, "iyi insan" dediğimiz dinli veya dinsiz insanın davranış biçimidir. Hem hiçbir dinin özüne aykırı değildir, hem de dinlerin tek tek erişemediği yerlere bir bütün olarak erişebilmektedir. O halde, dinleri kapsayabilmekte, ve onların üzerinde bütüne hitap edebilmektedir. Bir tıkla birbirine ulaşabilen insanların, bu bilinçle ve iyi insanlar olarak, ortaklaşa önemli işler yapıp doğru kararlar almaları gereken günümüz aşamasında, ancak -tek tek dinlerden bağımsız- seküler bir Etik, böyle bir kapsayıcılığa sahip olabilir ve dinlerle çelişmeden insanları ortak değerler temelinde biraraya getirebilir. Bu anlayış, evnsel barış için de bir önemli ilk adım olacaktır. Evnsel Seküler Etik, esasen akla ve gerçekçiliğe dayandığı, dayanmak zorunda olduğu için, seküler eğitim kurumlarının rasyonel aklı esas alan eğitimleri de, bu Etik'in üretilmesi için yeterlidir.
Dalai Lama'nın eksik bıraktığı en önemli konu, Evensel Seküler Etik'in ilâhi yanını göstermeyip, kendi budist öğretisi sınırlarından dışarıya pek çıkmamasıdır. Çünkü tüm insanları birleştiren aynı Etik değerler (iç/ruhsal değerler), aynı zamanda tüm dinlerin de ortak temeli olduğuna göre, spiritüel bir arka plana yaslanıyor olmalılardır. Dalai Lama bu arka planı, seküler dünya için oldukça rasyonelleştiriyor -belki de bunu bilerek yapıyor. Ama her halûkârda, doğru ve övülmesi gereken bir yaklaşımdır. İyi ve kötünün anlamı ve karar vermek konusunda alınacak tutumun iyi anlaşılması, gerçekçi bir şekilde anlaşılması, bu konuda aklın işletilmesi, yeni kısayolların eski hurafelerden arındırılması, insanların cehaletinden beslenen hacı hoca papaz takımını işsiz bırakabilir! Ama işte asıl püf noktası da buradadır: Hiçkimseyi dışlamamak. Herkese hakkınca anlayışla yaklaşmak. Bunu bir otomatik Etik kuralı haline getirmek, nefreti değil güveni eniden hakim kılacaktır ve ileriye doğru çok sağlam basarak ilerlenmesinin kapılarını açacaktır.