Bazı büyük savaşlardan önce yaşanan küçük çatışmalar ve gerginlikler, sanki gelecekteki büyük savaşın konsantre mikro örnekleri gibi olabiliyorlar. O olaylara bakıp, savaşın gelişimi ve sonucu hakkında bir fikir sahibi olmak isteyenler, -esasen savaşa dışarıdan bakanlar- böyle ayrıntıları başından farkedebiliyorlar. Diğerleri, herşey olup bittikten sonra bu özellikleri görebiliyorlar. Biz de Birinci Dünya Savaşını yaşamamış, ama ülkenin bu konudaki takıntısı nedeniyle 'Cihan Harbi' hikayeleriyle büyümüş -İkinci Dünya Savaşı'nı hiç/asla/niente konuşmayan bir ülkenin ahvadıyız!
1911'de yaşanan olaylardan ikisi, Almanya ve Türkiye açısından önemli görülüyor. Alman İmparatorluğu'nun Fas'ın Agadir'inde boy göstermesi ve Türklerin İtalyanlarla savaşı, -Almanya'yı bilmem ama- Türkiye'nin askeri bakımdan son derece kof olduğunu gösterdi.
Osmanlı ordusu, 19'uncu yüzyıl sonundan itibaren Prusya usulü askeri eğitim almasına ve çeşitli yenilik hareketlerine rağmen, zayıf değil koftu ve bunu yeni Balkan milliyetçilikleri hemen gördüler. Türkiye'de 'Trablusgarp Savaşı' denilen ve sanki sadece Suriye çölünde bir avuç Türk subayı ve Sunusiler ile İtalyanlar arasındaki çatışmalardan ibaretmiş gibi görülen savaş aslında, Rodos'tan Akdeniz sahillerine kadar uzanan, 'Sath-ı Mücadele' diye sonradan Mustafa Kemal tarafından tarif edilen bir savaş gibi gelişti.
Alman tarihinde 'Panterin Agadir'e sıçrayışı' (Panthersprung nach Agadir) diye adlandırılan olay, Alman İmparatoru II. Wilhelm'in bir emriyle, savaş gemisi (Gambot) 'Panther'in Agadir'e gönderilmesi olayıdır. Panther'e, 'Eber' Gambotu ve 'Berlin' Kruvazörü eşlik etmişti.
II. Wilhelm Almanya'sının 1897'den itibaren belirginleşen dünya politikasını K. Wernecke, üç sözcükle ifade eder: "Willen zur Weltgeltung". Bunun anlamı, Almanya'nın zamanın endüstrileşmiş iki gücüyle -yani ABD ve Büyük Britanya'yla- eşit güçte bir dünya imparatorluğu/devleti olmak iradesidir. Bunun bir açılış hamlesi, savaş provokasyanu ve meydanokuması gibi görünen hamle, 1 Temmuz 1911'de geldi. Panther Gambotu Agadir açıklarında göründü. 5 Temmuzda da ikinci Alman gemisi Agadir'deydi. Hamlenin öncesine dönelim.
Osmanlı İmparatorluğu dağılma sürecine girmiştir. Cezayir Fransa'nın sömürgesi olmuştur, 1881'den itibaren Tunus da Fransız kontrolü altındadır. Mısır, hanidir İngiliz bölgesi sayılmaktadır. Almanya, Türkiye'nin müttefiki olarak, Türk kontrolünde olmamış Fas'daki çıkarlarını savunmak için daha 1905/6'da bir çıkış yapmış, II. Wilhelm, 31 Mart 1905'de, Atlas Okyanusu kıyısındaki Agadir'e sürpriz bir ziyarette bulunmuştu. Daha önce kimsenin bilmediği Agadir, birdrn ünlendi. İmparatorun ziyaretinin nedeni, Fas'ın 1899 Sudan anlaşmasıyla İngiltere ve Fransa arasında yapılan bir anlaşmayla Fransız bölgesi sayılmasıydı. Ama 1880'deki Madrid konferansında Almanya'nın da Fas konusunda söz hakkı vardı ve Sudan anlaşması bu hakkı gölgelemişti. Agadir'in 1911'de yeniden dikkat çekmesi, Fransız askerlerinin başkent Fes'e ve Rabat'a girmeleri nedeniyle oldu. Kendine sömürecek bir Almanya Afrikası arayan İmparator, Fes'in işgaliyle, Afrika planlarının zora girebileceğini düşünerek paniğe kapıldı ve 'S.M.S. Panther' gemisini, iki gemiyle birlikte Agadir'e gönderdi.
Olay, birçok bakımdan ibretliktir, çünkü 'Panter' Gambotu dökülmekteydi, yani zamanın döküntü Osmanlı savaş gemilerinden farksızdı, "Panterin Agadire sıçrayışı" operasyonunun resmi gerekçesi saçmaydı ve asıl amaç da sadece Fransızlara (ve tabii İngilizlere) gözdağı vermekti, askeri bir saldırı değil -bu zaten o gemilerle zordu. İmparatorun gizli amacı, Afrika'da Alman kolonileri kurmak olduğundan, Fransa ile hızlı bir diplomasi savaşı başladı. Komik olan şu: İki tarafın da aslında sadece Fas'ı falan istemedikleri, gözlerinin çok daha büyük topraklarda olduğunun açıkça anlaşılmasıydı. Fransa, Alman kontrolündeki bölgelere göz dikmişti. "Alman Güneybatı Afrikası" (bugünkü Namibya), "Alman Doğu Afrikası" (bugünkü Tanzanya), Kamerun ve Togo, Alman İmparatorluğunun kontrolündeki bölgelerdi, ama birbirinden kopuk, uzak bölhelerdi. Almanya'nın amacı, Belçika ve Portekiz'in elinde tutmakta zorlandığı "Belçika Kongosu", Angola ve Mozambik'i de ele geçirerek bu bölgeleri birleştirmekti. İlk hedef, "Fransız Kongosu"nu ele geçirerek bu planı başlatmaktı. Fransızların Fas hamlesi, II. Wilhelm'i harekete geçirdi. Tabii bu hamlede asıl önemli rolü, 1910'da "Dışişleri Sekreteri" olan ve Alman dış politikasını Davutoğlu gibi "demir yumrukla" yönetmeye meyilli Alfred von Kinderlen-Wächter oynadı (Bkz.: Jeremias Schulthess "Die Marokko-Schow" Berlin 2011).
Alman savaş gemilerinin Agadir'de boy göstermesi, Alman emperyal gücünün zirvesi olarak tarif edildi ama Almanya'ya Alman Kamerun'u sınırlarında bir iki sembolik toprak dışında birşey getirmedi. İngiltere ve Fransa 1904'te Sudan'da yaptıkları "Entente Cordiale" anlaşmasıyla müttefik olmuşlardı ve paslaşmaya başlamışlardı. Almanya'nın 1873'te Avusturya-Macaristan çifttacıyla yaptığı anlaşma o kadar verimli değildi.
Almanya, Agadir müdahalesine çok abes bir gerekçe bulmuştu ve Alman tüccarların Fas'daki işlerinin isyancılar tarafından önlendiğini iddia etmişti. Oysa orada ne bir Alman tüccarı, ne de ciddiye alınabilecek bir isyan vardı. Zaten isyana karşı Fransızlardan yardım isteyen Fas kralı Mulai Abdül Hafız burada, yabancılara mülk/toprak satışını ve dış ticareti yasaklamıştı. Agadir olayının galiba en önemli yanı, bir medya ve kamuoyu etkileme başarısı olmasıdır. Bu operasyonun askeri bir flop olduğu çabuk anlaşıldı -ama bir dünya savaşının çıkacağından kuşku duymayan Avrupa için sağlam bir provokasyondu. 1911 yaz başından itibaren aylar boyunca en az bir Alman savaş gemisi Agadir açıklarında boy gösterdi. İşte bu süre zarfında Akdeniz sahillerinde Osmanlı donanması sınanmaktaydı. Avrupa'da, Almanya'nın tehlikeli savaş provokasyonuna karşı yüzbinler, Sosyaldemokratların önderliğinde sokağa inip savaş karşıtı gösteriler yaparken, mesela Londra'da İngiliz ve Fransız işçiler ortak eylem yaparken, Almanya'da Rosa Luxemburg ve arkadaşları Almanya'nın savaşçı dış politikasını 'Leipziger Volkszeitung' gazetesinde çok sert eleştiriyorlardı ve Karl Kautsky'nin SPD önderliğinin Agadir olayına ses çıkarmamasını sert bir şekilde protesto ediyorlardı. Berlin'de Rosa Luxemburg ve arkadaşlarının düzenlediği savaş karşıtı gösteriye 200 bin kişi katıldı. Şehrin nüfusunun o zaman iki Milyon kadar olduğu düşünülecek olursa muazzam bir olaydı.
Aynı dönemde, Agadir krizi sürerken, yaz sonuna doğru İtalyanlar hareketlendiler. Bunun ön hazırlığını "entelektüeller" yapmıştı. "Associazone nazionalista Italiana" bünyesinde toplanan milliyetçi aydınımsılar, İtalya'nın sorunlarının çözümü için en iyi yolun emperyal yayılmacılık olduğunu yazıp konuşuyorlardı. İtalya'nın sorunlarının başında, 20'inci yüzyılın ilk on yılı içinde Amerika'ya göç eden İtalyanların sayısının birbuçuk milyonu aşmasıydı. İtalya Krallığı, diğer endüstrişleşmiş Avrupa ülkelerine yetişemiyordu, halk fakirdi ve yeni Sol hareketler sürekli göçsteriler yapıyorlardı. Buna çözüm olarak acaip bir seçim sistemi getirldi ve halk siyasi hayattan önemli ölçüde dışlandı ve tepki olarak Amerika'ya göç İtalya'yı sallayacak ölçülerde arttı. İtalya, milliyetçi entellerin gazıyla ve Avusturya-Macaristan tahtının da gizli desteğiyle (Avusturyalıların gözü Ruslar gibi Balkanlarda olduğundan, Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflamasından yanaydı), Trablusgarb'ı gözüne kestirmişti. Fransız kuvvetlerinin 21 Mayıs 1911'de General Charles Moinier komutasında Fes ve Rabat'a girmesini ve orada kalmalarını bir işaret saydı.
Agadir krizinde diplomatlar savaşı son aşamasına girdiğinde ve Almanya ile Fransa'nın anlaşma ihtimali kesinleştiğinde İtalya, 26 Eylül 1911'de Sultan V. Mehmet'e bir ultimatom gönderdi, Türkiye'nin Trablusgarp'tan çekilmesini istedi. Türkiye bu isteği reddedince, üç gün sonra Türkiye'ye savaş ilan etti.
Savaşın bu yazıda bizi ilgilendiren tarafı, Trablusgarp'daki çatışmalardan çok, pek bilinmeyen ve konuşulmayan yanlarıdır.
İtalyan donanması, savaş ilanından üç gün sonra 29 ve 30 Eylül günleri Adriyatik deniznde üç Osmanlı torpido gemis batırdı. Bu olaydan sonra İtalyan savaş gemileri, hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Osmanlı sahillerine kadar gelebildiler. Bu hareket çok önemliydi, çünkü bu olaydan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun Trablusgarp'a denizden ulaşımı engelenmiş oldu. Mustaka Kemal, Enver Paşa ve diğer Türk subaylarının ancak karadan zahmetli bir yolculukla Libya'ya gelebilmesinin nedeni bu deniz saldırısıdır.
Osmanlı hakimiyetinde oldukça serbest/hür yaşayan Libya halkı, İtalyan'ların gelişini "Türklerden kurtulmak" şeklinde algılamadı, direniş başladı. 23 Ekim 1911'de İtalyan kuvvetleri Arap halka karşı bir katliam başlattı. Beş gün içinde kadın erkek çocuk demeden binlerce insanı öldürüp dörtbin kişiyi Tremiti ve Ponza adalarına zorunlu göçe tabi tuttular. Sahildeki İtalyan kuvvetlerinin sayısı yüzbine çıkarıldı.
4 Kasım 1911'de Alman-Fransız anlaşması imzalandı. "Fas-Kongo" adını taşıyan bu Anlaşmaya göre Almanya, Fas'daki haklarından vazgeçiyor, Fransız sömürgesi "Fransız Ekvator Afrikası"ndan (Kuzey Kamerun) küçük bir parça alıyordu. Almanya'nın taleplerinin çok gerisinde kazanımlardı. Onca çabanın ve gerginliğin sonucunda Almanya'nın elde ettiği kocaman bir sıfırdı.
Trablusgarp olayında Osmanlıların zayıflığı en başta yönetimsel bir zayıflık/beceriksizlik olarak başgösterdi. Trablusgarp'a karadan giden bir avuç Türk subayı, yerel milslerin de yardımıyla İtalyan ordusunu sahile kilitledi. İtalyanlar ülke içlerine giremediler. Ama bu bir pat durumuydu yani bir eşitlik durumuydu. İtalyanlar bu durumu değiştirmek için İtalyan donanmasını kullandılar.
Korkak II. Abdülhamit'in, devrin ilk darbesini yapıp Millet Meclisini kapatmasından "ders" çıkarmış İttihatçı subaylardan korkusuna, Osmanlı donanmasını Haliç'e hapsetmişti. Yeni Osmanlılar gibi, baktığı her subayda "darbe tehlikesi" gören darbeci Abdülhamit, Osmanlı ordusunun -ama özelikle o devirde en önemli olan Osmanlı donanmasının- zayıf kalmasına sebep olmuştu. Sultan Mehmet Reşat döneminde de ekonomik sorunlarla boğuşan Türkiye, donanmayı yenilemek konusunda fazla birşey yapamamıştı. İtalyanlar, yeniden denizden vurdular. Agadir'deki sorunun bitişinden bir gün sonra, 5 Kasım 1911'de Trablusgarp'ı İtalyan toprağı ilan ettiler. Trablusgarp'ta kilitlenen ve iki taraf için de ilerlemeyen savaşın ikinci önemli hamlesi, 7 Ocak 1912'de geldi. Kızıl Deniz sahillerindeki Türk deniz üssü El Hudaida (Yemen'de) saldırıya uğradı. Şehir bombardımana uğradı ve limandaki tam yedi eski Osmanlı savaş gemisi (Gambot) batırıldı. 24 Şubatta da Beyrut'a saldırı oldu. Büyük zırhlı Kruvazörler Varese, Ferruccio ve Garibaldi, Osmanlı zırhlı Kruvazörü Avni-i İllah'ı batırdı. Bu Osmanlı gemisi de köhneydi. V. Mehmet, buna rağmen teslim olmadı. Trablusgarp'taki sağlam durumdan ve oradaki Türk subayların başarısından emindi.
İtalyanlar bu kez, Türklerin ana yurduna bir saldırı planladılar.
18 Nisan 1912'de İtalyan gemileri Çanakkale Boğazı'na geldiler. Oradaki Osmanlı üslerini bombalayıp, Mayıs ayında Rodos adasını işgal ettiler. Adada İtalyanlara karşı bir direniş olmadı. Bunun üzerine Rodos etrafındaki küçük adalar da İtalyan kuvvetleri tarafından işgal edildi.
Tam bu tarihte, Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ, "Balkan İttifakı"nı kurmuşlardır. Balkan Savaşı'nın hazırlıkları 1912 Ekimine kadar sürdü ve savaş 18 Ekimde başladı. Aynı gün İtalyan-Türk görüşmeleri bitmiş, "Ouchy Anlaşması" imzalanmış, Trablusgarp ve Rodos dahil bölge adaları İtalya'ya bırakılmıştı.
1911'de represantatif askeri güç denince akla önce zırhlı buharlı/kömürlü dev kruvazörler ve tabi donanma gelmekteydi. Dağılmakta olan Osmanlı bir deniz devleti olduğu halde, donanmayı asla ciddiye almadı, yeni gemiler alamadı, inşa etmesi hiç mümkün değildi. İtalyanların deniz operasyonları ve yaptıkları gemi katliamı, Osmanlı'nın prestijini çok kötü vurmuştur. Böyle konuların önemini İtalyanlar bilyorlardı ve bunu kullandılar. Agadir'e üç gemi göndererek, dünyanın gündemini beş ay boyunca belirleyen Almanlara karşılık, Osmanlının genç milliyetçiliklerinin gündemini de, Osmanlı ordusunun zayıflığı belirledi. Ve tam yüz yıl önce Balkan Savaşı, bu olayların ardından başladı.