İran, geçenlerde Hürmüz Boğazı'nı kapatabileceğini gösteren bir askeri tatbikat yaptı. 24 Aralıkta başlayan manevra 2 Ocakta bitti. Aynı tatbikatı 21 Ocaktan itibaren yeniden yapacağı söyleniyordu. İran şubat ayında daha büyük bir tatbikat yapacağını ilan etti. ABD, İran'ın Hürmüz Boğazı'nı kapatma tehdidine birkaç hafta önce, "Sadece donanmanızı denizin dibine yollamakla yetinmeyiz" gibi çok sert bir yanıt vermişti. Dünyaya ihraç edilen petrolün beşte biri Hürmüz Boğazı’ndan geçiyor. İran'ın en iyi müşterisi Çin olsa bile, dünya ekonomisi artık bir bütün. Asya'ya gitmeyecek petrol, Avrupa ve Amerika'yı da etkileyebilir. İşte böyle bir ortamda AB, İran’a petrol ambargosu uygulamaya hazırlanıyor! Sadece buradan bile, savaşın eşiğinde olunduğu çıkarılabilir. Bugünün dünyasında İran’ı tecrit etmek zor. Mesele, petrol gibi önemli yaraltı kaynaklarının ekonomi merkezlerine ulaştırılması olunca, böyle stratejik konumdaki başka boğazlar da geliyor akla. Mesela Asya'dan Avrupa'ya mal taşıyan gemilerin, Yemen'le Cibuti arasındaki Bab-ül Mendeb geçidinden geçmek zorunda olmaları gibi. Bu su yolunun en dar yeri sadece üç kilomerte kadardır. 1888 İstanbul anlaşmasına göre, Süveyş Kanalı da tüm gemilere açık olmak zorunda. Dünyada benzeri önemde başka geçitler de var, ama sadece bu ikisinin bir süreliğine kapanması demek, Dünya ekonomisinin sallanması demektir.
Son çeğrek yüzyıldır başlı başına bir fenomen haline gelen 'Ekonominin globalleşmesi’, üretim ve dağıtım/transport sistemindeki görev dağılımının tüm dünyaya dağılıp yayılması anlamına geliyor. Bu karmaşık ilişkiler ağının ne kadar kırılgan olduğunu anlamak için, geçen yıl yaşanan Japonya depremi ve Fukushima felaketine bakmak yeterli olacaktır. Geçen yıl, birçok yeni elektronik ürünün piyasaya çıkışı aksadı (aralarında yeni iPhone da vardı), çünkü üretim aşamasında, Japonya'dan gelen önemli küçük parçaların listede olmadığı anlaşıldı. O parçaların hammaddesinden üretimine ve ulaşımına kadar her basamak, dünyadaki çeşitli firmalar tarafından üslenilmişti ve aynı karmaşık basamakları yeniden kurup gidermek hemen mümkün olmadı, çünkü eksik parçalar sadece Japonya'da üretilebiliyordu.
İran'ın ısrarla Hürmüz Boğazı'nda tatbikat yapması, dünyanın nasıl işlediğini iyi anladığını da gösterir. Aslında bu hareketin anlamı, "Hepimiz aynı gemide yaşıyoruz, ama ben o gemiyi batırmayı göze alırım" demektir. ABD'nin Afganistan ve Irak'taki askerlerini Ortadoğunun başka yerlerine kaydırması, mesela İsrail'e gönderilen dokuzbin askerin, tarihin en büyük Amerikan-İsrail ortak hava savunma manevrasını yapacak olması, iki ülkenin İran Körfezi'nde büyük bir deniz askeri manevrası yapmaya hazırlanması, bir gerçeği değiştirmiyor. İran herşeyi göze alırsa, bir süreliğine de olsa boğazı kapatıp dünya ekonomisine büyük zarar verebilir. İran'a karşı olası büyük bir saldırının kulislerde konuşulduğu atmosferde, önemli bir veridir. Artık en önemli eylem biçimi, 'Ekonominin sayısız firması arasındaki ilişkilerin/transportun işlemesini engellemek' yöntemidir. Bu gerçek, en küçük internet eylemcisinden, stratejik savaş planlayıcısına kadar herkesin ilgi alanına girdiğine göre, krizdeki dünya ekonomisinin bu yeni kırılganlığına biraz daha yakından bakmalıyız.
Ekonomiyi engellemek opsiyonunu bir silah veya tehdit unsuru gibi kullanmak yöntemini en etkili şekilde en son galiba Çin 2010'da uyguladı. Sadece Çin'de çıkarılan bazı hammaddelerin Japonya'ya satışı durdurulunca, iki ülke arasında (bazı kayalıkların kime ait olduğu gibi) teritoryal bir anlaşmazlık yüzünden Çin'le sorunlu olan Japonya derhal havlu attı. Konu bundan ibaret de degil! Genel bir inanç vardır ya hani, "Piyasa kendi kendini hemen onarır, boşlukları doldurur, gidecek yeni yollar bulur" falan denir. "Süveyş kanalı kapansa, Afrika'nın güneyinden Kap burnunun ucundan dolaşılır, birkaç günlük petrol kesintisi rezervlerle karşılanır, olmadı başka kaynaklar bulunur" gibi sözler edilir. Evet doğru. Ama artık bu kadar kolay mıdır? Üretimle ve sistemin işleyişiyle ilgili işkiler o kadar karmaşık hale geldiler ki, küçük bir üretim işleminin bile, çeşitli boyutlarını yürüten irili ufaklı sayısız firma devreye giriyor ve bunların komplike iş bölümüyle sık sık oynanması, ekonomide kırılganlığı artırıyor. Bu karmaşık yapıları sabote etmek eskisinden çok daha kolay ve sistemin güvenliğinin önemli ölçüde tehlike altında. Bunun böyle olduğunu kabul edenlerin sayısı son yıllarda çok arttı. Bunu ilk teslim edenler de, Fukushima reaktöründe yaşananlardan sonra Japonlar oldu.
Sistem sahiden de bu kadar kırılgan mı? Bu sorunun yanıtı kocaman bir 'Evet'tir. Hemen birkaç örnek verebiliriz. Petrol ve hammadde ulaşımından çok daha somut ve tehlikeli durumda olan alan, finans alanıdır. Dünya ekonomisinin bir numaralı merkezi Manhattan adasını yokedebilecek küçük bir atom başlığı, bir sırt çantasında taşınabilecek büyüklükte sadece (Bunu konu edinen 1997 yapımı "The Pacekeeper" adlı vasat bir film de çekilmiştir). Ama daha oralara gelmeden, ekonomiye zarar vermek için New York borsasında bir panik örgütlemek çok daha kolay olsa gerek. Uyuyan Hedge fonları, böyle “tesadüfler“ ile global ekonomiyi allak bullak edebilirler. Büyük bir firmayı hedef alan bir PR saldırısıyla birlikte, aynı firmanın hisse senetlerinin ani satışı, durumu önceden bilen birilerine her zaman büyük paralar kazandırabilir (2001 saldırılarında havayolu firmaları üzerinden büyük vurgun vurulduğunu ve vuranların kimliğinin ortaya çıkmadığını anımsayacaksınız). Bu nedenle, bizzat sistemin içinden gelebilecek böyle provokasyonlar da, ummadık büyüklükte zararlar verebilirler. Sistemde "normal" yoldan para kazanmak zorlaşınca, böyle yollara tevessül edenler artabilir. Hacker saldırılarını da bu opsiyona dahil edebiliriz. Elektronik işlemlere indirgenmekte olan finans sistemi, sanıldığından çok daha kırılgan.
Şu anda herkesi düşündürmesi gereken en önemli gelişme, asıl gücün reel alandan sanal alana geçmekte olduğudur. Günümüzde sadece savunma sistemleri ve finans sistemleri değil, aklınıza gelebilecek herşey internetle ve iletişim ağlarıyla doğrudan bağlantılı hale geldi. Bu ağlar üzerinden yapılacak manipülasyon ve terör, sistem için bir numaralı tehdit demekse, sistemin işlemesini engelleyen haketler de iki numaralı tehdit sayılabilirler. Gizli sanal operasyonlar konusunda dünyada bir numaranın Çin olduğunu da hatırlatalım. Geçtiğimiz yıllarda Kanadalı bir araştırma grubunun, Çinli Hackerların NATO gibi tüm stratejik önemdeki kurumlara ve tüm başbakanların kişisel bilgisayarlarına sızdıklarını tesadüfen ortaya çıkarttığını biliyoruz. Bu konuda dünyada ülkeler ve gruplar arasındaki rekabet sürüyor. Eskiden protesto eylemlerinin en etkilisi boykot ve genel grevdi. Şimdi bunlardan daha etkili olanlar, internet üzerinden yapılan eylemler ve sistem, sistemi çökertebilecek gözükara eylemcilerin insafına teslim olacağı bir noktaya doğru ilerliyor. Küçük olanın, büyük ve hantal olandan daha etkili ve güçlü olduğu bir zamanda yaşadığımız da anlaşılıyor. ABD (ve Rusya) uçak gemileriyle Ortadoğu’da üslenirlerken (ABD’nin üç, Rusya’nın bir uçak gemisi bölgede), İran küçük ve hızlı savaş botları kullanıyor. Bu küçük araçlar gemilere karşı kullanılan roketler taşıyorlar ve küçük/hızlı olduklarından denizde farkedilmeleri ve vurulmaları zor. Bunlarla Amerikan donanmasını yenmek kesinlikle mümkün değil, ama savaş gemilerine büyük zarar vermek, hatta onları batırmak mümkün. Buna Amerikan kamuoyunun nasıl reaksiyon göstereceği de malum. İran, dünyadaki trendleri anlamış görünüyor.
Haber10