Eske Bockelmann ile "paranın ritmi" hakkında söyleşiye sunuş
“Bana bir dayanak noktası gösterin, Dünyayı yerinden oynatayım.”
Archimedes
Aydınlanmacıların filmlere ve romanlara konu olan gizli örgütü Illuminatus’un İspanya hücresi 1624 yılında gizli bir kitap yayımlar ve kitapta, insanlara sunulacak yeni bir evrensel dinden söz eder. Öyle basit ve etkili bir din olacaktır ki, ona inananlar, aynı zamanda kendi dinlerine de inanmaya devam edebileceklerdir. (1) Bu anafikir, sonradan çok daha detaylandırılır ve Fransız İhtilali’nden hemen önceki yıllarda Illuminatus’un gizli belgelerinde, konu hakkında bazı mistik ve metafizik detaylar da yer alır. Mesela 1782’den kalma bir belgede, örgüt elemanlarına verilen genel talimat aynen şöyledir: “Bizim bütün elemanlar aynı sese göre akord edilmeliler (...) Birlikte, bütün dünyaya nüfuz edebilmeliler (...) Hepsi, büyük plan için çalışmalı.” (2)
Illuminatus veya Illuminati, Aydınlanmacıların en önemli mistik örgütlerinden biriydi. Artık böyle bir örgüt elbette yoktur. Olsa bile, -komplo teorisyenleri üzülecekler- kapitalist sistemin tek tek kişiler/devletler/örgütler tarafından yönetilmesi zaten mümkün değildir. Ama Illuminati’nin (Aydınlanmışların) fikirleri, bugün herkesin çok doğal saydığı ve körkütük inandığı, ama üçyüz yıl önce dünyada esamisi okunmayan fikirlerdir: Eşitlik, özgürlik, demokrasi, insan hakları, ilerleme vd. Bugün herkesin aşinası olduğu modern bilim fikrinin benimsenmiş yaygın halini de ilk kez Illuminati’de görüyoruz.
Illuminati talimatındaki “ses” sözcüğü, Almanca bir deyimden alınmış haliyle ‘üyelerin hepsinin aynı fikirde olması’ diye de anlaşılabilir. Ama böyle bir “ses” var mıdır, varsa nedir ve insanlar bir sese göre nasıl akord edilebilirler? Kulağa masal gibi gelen böyle irrasyonel sorular sorup, sağlam bilimsel yanıtlar da alabiliriz elbete. Bu söyleşinin kahramanı Eske Bockelmann, böyle sorulara sağlam yanıtlar veren bir bir bilim adamı. İnsanların belli bir ritme göre nasıl akord edildiklerini, o “ses”in ne olduğunu, ne zaman nerede tarih sahnesine çıktığığını ve dünyaya nasıl yayıldığını ortaya çıkartmış oldu.
Mesele elbette bundan ibaret değil. Eske Bockelmann, 512 sayfalık derin bir kitapla sansasyonel buluşunu ve anlamını detaylarıyla açıklıyor. Kitabın önemi, kapitalist sistemin mental matrisinin (yani temel dokusunun), en küçük ana bileşenlerinin ne olduğunu keşfedip, derinlemesine anlatmasından geliyor. Örneğin suyun temel bileşenleri Hidrojen ve Oksijen atomlarıdır. Bunu bilmek, suyun birçok başka özelliğini de çözmek/değiştirmek için son derece önemlidir. Kapitalist sistemin mental matrisi nedir, nasıl birşeydir, nasıl bir “maddeden” ve “moleküllerden” imal edilmiştir?! Bunun bilinmesinde sonsuz yararlar var. Eskiden vebadan millyonlarca insan ölürken, kimse bu hastalığın aslında ne olduğunu bilmiyormuş ve salgın bölgelerinden kaçarak, dualara sığınarak, hastalıktan kurtulmaya çalışıyormuş. Bu berbat hastalığın, gözle görünmeyen küçük mikroplar ve fareler tarafından yayıldığı anlaşıldıktan sonra ona karşı ilaçlar geliştirilebildi. Şimdi anlaşılma sırası kapitalist sistemde. Chemnitz Teknik Üniversitesi’nde dersler veren dil uzmanı (linguist) Eske Nockelmann, kapitalizmin bir tür mikrobunu keşfetmiş bulunuyor!
Şaka bir yana, iklimleri ve insanları tehlikeli ölçülerde bozabilen kapitalist sistem, bu özelliğiyle vebadan daha tehlikeli olabilmektedir. Herşeyden önce ‘kapitalizm’ kavramı, iki yüzyıl öncesinin ‘veba’ sözcüğü gibi büyük ölçüde soyut bir kavram sayılmaya devam edilmektedir. Vebaya karşı mücadelede kireç ve ateş metodu terkedileli yüzyıllar oldu. “İşçi sınıfı” veya “Burjuvazi” gibi çakaralmaz eski kavramlarla günümüzün karmaşık sistemini açıklamak ve sorun çözmek de artık pek mümkün görünmüyor. Bockelmann’ın keşfi, bu bağlamda önem taşıyor.
Özgür düşünen, araştırmacı, şiir ve müzik hayranı bir bilim adamı Eske Bockelmann. Günümüz şiirindeki ritmin şiire nereden ve nasıl geldiğini merak edip araştırmaya başlıyor. Antik dönemlerdeki şiirin düzenli bir ses ritmine sahip olmadığı, zaten bilinmekteydi. Eski, ritmsiz şiirin ne zaman ritm kazandığını araştırıken, 1620’li yıllarda bu değişimin sadece Avrupa’da olduğunu farkediyor. Araştırmasını derinleştirince, benzeri değişimin müzikte de olduğunu ve şiirdeki değişimle aynı dönemde ve aynı bölgede ortaya çıktığını görüyor. Kitabında sosyal, ekonomik ve kültürel ilişkileri, ritm değişimi açısından çok boyutlu bir incelemeye tabi tutuyor. Ve sanat düşkünü bilim adamı, şiir, müzik derken, hiç ummadığı sularda buluyor kendini. 1620’li yıllarda paranın, toplumun her alanına hakim olduğu Avrupa’nın bazı şehirlerinde/bölgelerinde yeni bir refleks edindiklerini, yeni bir ‘Düzenli Ritm’ (Takt) duygusu oluşturduklarını ve bu ritmin, toplumların her alanını hızla işgal ettiğini anlıyor. Bu öyle bir gelişme ki, değişimin sonucunda; düzenli ritmli yeni müzik/şiir, düzensiz (dönüşümlü) ritmli eski müziği/şiiri reddediyor. Bununla da yetinmeyip, eskiyi (tarihi), yeni ritm duygusuna göre yeniden yorumluyor.
Bu “mistik” temel üzerinde oluşturulan yeni kavramlar sistemiyle (ontoloji); kültürü, tarihi, bilimi, müziği vs. -yeni ritm duygusuna göre- geriye doğru yeniden yorumluyor (mesela tarihi, geriye doğru yeniden yazıyor). Eski düzensiz/dönüşümlü ritm, belleklerden ve kitaplardan siliniyor. Eske Bockelmann, büyük bir şaşkınlık içinde, bu büyük değişimin nedenini, aklına gelen her alanda ve konuda arıyor. Ve sonunda birgün, yıldırım çarpmış gibi, bütün bu değişimlerin ortak paydasını keşfediyor. Bu değişimin, paranın meta/mal değiş-tokuşu işleminden kopmasıyla ve meta/mal’dan bağımsızlaşmasıyla yaşandığını keşfediyor. O dönemde paranın, başlı başına bağımsız bir faktör haline geldiğini anlıyor. Cinin şişeden -nihayet- çıkmasına benzer bir durum!
Avrupa’da yaşanan bu köklü paradigma değişikliği sonucu, sahip olmak istenen her mal/hizmet için para, tek araç haline gelmiştir. Düzenli ritmin ortaya çıktığı şehirlerde, para olmadan hiç bir ama hiçbir mal/hizmet satın alınamamaktadır. Oysa daha önce para, herşey için kullanılmamaktaydı, insanlar yiyeceklerini/giyeceklerini, karşılıklı dayanışma ile kişiye özel üretmekteydiler. O zamana kadar, sadece ‘değerli’ tarifine giren bazı şeyler para karşılığı alınıp-satılırken, 1620’lerden itibaren herşey paranın bir karşılığı olarak düşünülmeye başlandı. Yani insanlar, baktıkları heryerde ‘para’ görmeye başladılar ve gördükleri şeyleri, “bunları nasıl paraya çevirebiliriz” diye düşünmeye başladılar.
Eskiden mal/ürün esas, -para tali iken; “7’inci Yüzyıl başından itibaren meta/mal tali, -para esas hale geldi. Yeni haliyle para, soyut bir kavram olarak, karşılığında birşeyler alınabilen gerçeküstü bir değer halinde yeniden ortaya çıktı. Daha önce insanlar, gerçek şeylere odaklı bir hayat sürüyorlardı. Para, bir suret olarak aslın yerini aldı. Para, kağıt bir banknot olarak kendi başına değersizdir, el kadar bir kağıt parçasıdır. Fakat herşeyi, kendi arasında bir birim (para) ortak paydasında ilişkilendirerek, onların hepsini kendi (parasal) yasalarına uydurur ve herşeyi belli birimlerle yorumlamaya başlar. Mesela suyun ltresi bir Lira ise, dünyadaki şu kadar katrilyon litre suyun fiyatı da şukadardır diye, aklın erdiği her şeyi kendi kriterleriye değerlendirip paraya indirgemeye başlar.
Bu ölçü sistemine göre, bir memurun aylık değeri de (maaşı) bin Lira olabilir. Buna göre su ile insan, para bazında ve para üzerinden birbiriyle orantılanabilinen iki meta/mal cinsi olarak ilişkilendirilebilir. Bu denklemde ritmin kökeni, o ‘1 Lira’dır. Esasen heryerde o ‘1 Lira’yı ve katlarını gören insan, herşeyin birbiri ardından belli düzenli aralıklarla birbirini kovaladığı ‘1 Lira’lık düşünme biçimiyle tarif ettikçe -yani herşeye fiyat biçtikçe- düşünce biçiminde de, eşit uzunlukta birbirini takip eden bir düzenli ritm kurmaktadır. Ve ruhlara sinen bu düzenli ritm (takt), ilk ifadesini müzikte ve şiirde bulmaktadır.
Düzenli ritmli popüler Batı müziğinin bugün tüm dünyayı saran çıs-ta çıs-tak çıs-tak’ları, bu ruh halinde ortaya çıkmıştır. Eska Bockelman konuyu, muhteşem bir detay zenginliği ve derinlikle anlatmakta, bu değişimin nedenleriyle birlikte sonuçlarını da incelemektedir. Eske Bockelmann’ın keşfi, Avrupalı entelektüeller arasında da yankı buldu. Büyük gazetelerde kitabı hakkında yazılar çıktı (4). Konu şimdilik, Edison’un ampülü keşfinden sonra “bu ne işe yarar” sorulması aşamasında. Konunun anlamı, yıllar içinde anlaşılacaktır kuşkusuz. Yazar, ‘Modern filozoflar dünyayı anlamamışlardır’ diye başlayan iddialı cümleler kuruyor ve şimdilik kimse, ona itiraz edemiyor.
Paranın insan ruhunu nasıl değiştirip kendi kalıbına döktüğünü anlatırken, şimdi tartşılmaz “doğru” sayılan “köklü” birçok bilimsel disiplinin bile nasıl tepetaklak olabileceğinin işaretlerini de verdi. Dünyanın tek tip haline getirilmesinin kökeninde, insanların para odaklı düşünme biçiminin bulunduğunu söylemek, artık abartılı olmasa gerek. Modern müziğin, bu parasal ruh halini kuvvetlendirmek gibi bir rol oynayabildiğini düşünmek bile, insana bilim-kurgu hikayesi kadar fantastik geliyor. Düzenli ritm, yerel müzikleri de kendi kalıbına dökerek, onları poplaştırıyor. Bunu yaparken, eski müziklerin özünü yokediyor. Oysa eski Türk, Çin, Hint, Fars, Avrupa müzikleri, insanlığın para çağı öncesi ruhuna açılan bir kapı olmak özelliğine sahipler.
Tektipleşmemiş dünyanın, karakterli, özgün ve derinlikli kültürlerinin/uygarlıklarının taşıyıcısı ve belki çok daha fazlası, Batı müziği kalıbına dökülmemiş o eski müzikte saklı. Bockelmann’ın deyimiyle ‘Paranın ritmi’, elbette müzikten ibaret değil, ama dünyanın ve insanlığın çok boyutlu bozulmasının öznesi, para ilişkileri. ‘Paradan daha önemli şeyler de vardır’ sözünün somut ifadelerinden biri, eski müziği eski haliyle yaşatmaktır. -Yani onu düzenli ritm kalıbına, Batı müziği kalıbına dökmemektir. Tabii para ilişkileri günlük hayatta belirleyici olmayı sürdürdükçe bu çok zor. Gene de eski müziği ısrarla yaşatmak gerekiyor. Düzensiz/dönüşümlü ritmli Türk müziğinin Türkiye’de hala yaşadığını, sevildiğini ve halkın bu müziği unutmayıp sahip çıktığını duyunca, Eske Bockelmann üşenmeyip İstanbul’a da geldi ve birlikte bir Klasik Türk Müziği konserine gittik. Şahit olduğumuz konser, tüm etkileyici güzelliğine rağmen bir istisnaydı malesef. Ama başka ülkelerdekinde daha büyük bir istisna. Umutlandıran bir istisna...
1. Horst E. Miers, “Lexikon der Geheimwissenschaften” Münih 1979. S.21. Illuminati’nin İspanya hücresinin üyelerine ‘Alumbrados’ denmekteydi. Burada sözü edilen “evrensel din”in adı, örgüt tarafından ‘Religio Catholica RC’ konmuştur. ‘RC’ harfleri, esrarengiz ‘Gül Haç’ tarikatına atıfta bulunmaktadır.
2. ‘Der aechte Illuminat oder die wahren, unverbesserten Rituale der Illuminaten’ Edessa (Frankfurt) 1788. S, 207. Bavyera Devlet Arşivi (El yazmaları bölümü) Münih.
3. Eske Bockelmann “Im Takt des Geldes. Zur Genese des modernen Denkens” Springe 2004. S, 225.
4. Eske Bockelmann’ın ‘Paranın Ritmi’ adlı kitabı hakkında çıkan yazılardan bkz.: Süddeutsche Zeitung’da Thomas Steinfeld’in 2.8.2004 tarihli “Klingende Münze” başlıklı yazısı. Frankfurter Allgemeine gazetesinde Andreas Platthaus’un 14.5.2004 tarihli, “Alles Denken ist auch nur Rumba” başlıklı yazısı.