Amazonlar ve ava giderken avlanan avcılar

Amazon ormanları, Türkiye'nin yüzölçümünün ondört katı genişliğinde bir alanı kaplıyor, yani yüzde sekseni onbinlerce yıldır olduğu gibi yaşayan ve işleyen balta girmemiş Amazon ormanları dendiği zaman ondört tane Türkiye'lik kadar bir bölgeden bahsediyoruz. Bu özelliğiyle yeryüzünde tek olan Amazonlar, esasen Batılı bir ülke olan Türkiye'de de daha çok "Dünyanın akciğerleri" söylemiyle konu ediliyor, ama sadece bir tek ağaç üzerinde bin küsür farklı tür böceğin yaşadığı, yaşamın merkez bölgelerinden birincisinde hayat, filmlerinde gösterilenlerden oldukça farklı.

Amazon nehrinin Osmanlı imparatorluğu yıkılmadan önceki adı "Rio Oreana" idi. İspanyol konkistador Francisco Oreana'dan gelen bu adı kadınlar değiştirmiş görünüyor, zira İspanyol sömürgecilerin karşısına çıkıp onların canına okuyan kadın savaşçılar vardı. Kadınların İspanyollara kök söktürdüğü duyulunca, bu nehir ve etrafındaki bölge, eski Yunan mitolojisindeki "Amazon kadın savaşçıları"nın memleketi anlamında "Amazon" ve "Amazonya" diye anılmaya başlandı, yeni ad Avrupa'da yaygınlaştı. Amazonların, Türkiye'nin Karadeniz bölgesinde ve Kafkasya'da yaşamış oldukları anlatılır, yani Türkiye farkında olmadan bu bölgeye adını veren Kadınların doğrudan torunlarının memleketi oluyor. Türkiye'nin kendi iç "siyaset"inden başka bir şeye ilgi duymayan ve başka bir şey konuşmayan o eski zamanlar sona ermekte olduğundan, Dünyanın ker köşesine olacağı gibi bu köşesine de daha yakından bakmakta fayda var, zira hayat çok ilginç, çok zevkli ve eğlenceli bir "etkinlik".

Güney Amerika'yı ve Amazon bölgesini iyi tanıyan bir dosttan buraları dinlemiştim, ama galiba en ilginç konulardan biri, mesela insanları rahatlıkla yutabilen dev yılan Anakonda'nın Tapir gibi ıslık çalarak, Tapir avlamak isteyen beyaz avcıları avlaması detayıydı! Yerliler, -mesela Tenharim yerlileri- akıllı Anakonda'nın bu tuzağına düşmüyormuş.

Anakonda, ejder boyutlarına sahip, ağırlığı yarım tona kadar ulaşan dev bir yılan ve nehir kenarlarında kendine seçtiği belli bölgelerde avlanıyor. Anakondaların av mahalini bilen yerliler, oralara ya girmiyorlar ya da Anakonda'nın avlanmadığı zamanları iyi bilip dikkatle yaklaşıyorlar. Aynı şeyleri, beyaz avcılar için söylemek mümkün değil. Tüfeklerine ve düz mantıklı akıllarına ve bilimsel "uygarlık"larına fazla güvenenleri, ormanda çay bahçesinde gezer gibi gezdiğinden, bir tapir ıslığı duyunca, "hah işte avlanacak malzeme" diye ıslığa doğru yaklaşıyorlarmış. Anakonda saldırıp bunları sarıp sarmalayıp paket halinde nehre çekip boğuyormuş. Yerliler, ormanda hareket ederken etraflarında dönen hayatı iyi tanıdıklarından ve mesela koku duygusunu da iyi kullanan insanlar olduklarından, büyük bir saygı duydukları ormandaki canlıları rahatsız etmemeye özen gösteriyorlar. Hangi hayvanı avlayacaklarını da enine boyuna düşünüyorlar, zira ardından ayinler yapıp özür diliyorlar ve hiç bir şeyini atmıyorlar, herşeyini kullanıyorlar. Anakonda'nın derisinin kokusunu seven sarı bir kelebek türü varmış ve tapir ıslığının yakınlarında bu kelebeklerden fazla miktarda uçuşuyorsa, ıslık çalanın Tapir değil Anakonda olduğunu yerliler anlıyorlarmış. Tabii bunun için hem iyi koku almak hem de iyi bakmak ve iyi görmek gerekiyormuş. Beyaz avcı tüfeğine davranıncaya kadar sucuk gibi sımsıkı sarılmış halde hareketsiz kalıyor ve nehire çekilip boğuluyor, işi bitmiş oluyormuş.

Brazilya'da Amazon ormanlarında yaşayan ve yaklaşık 800 kişiden oluşan "Tenharim" kabilesinin topraklarının yüzölçümü, İstanbul İli topraklarının üç misli kadar. 1950'lere kadar yamyam olan, yani öldürdükleri düşmanların "bağzı" yerlerini yiyen Tenharim'ler, Covid19 salgınına karşı aşırı duyarlılar ve topraklarını, Brazilya'ya ve Dünyanın geri kalanına tamamen kapatmış durumdalar. Son iki yıldır internete erişimleri sağlanmış olduğundan Dünyayı izliyorlar ve salgın hastalığın ne demek olduğunu çok iyi biliyorlar. 

1970'li yıllarda Brazilya da diğer ülkeler gibi "modernleşme" şeytanına uyup Amazonların içinden yol geçirmeye kalktığında, Amazon içlerine kadar çalışmaya gelen beyaz işçiler Tenharim'lere grip virüsü (ve diğer virüsleri) bulaştırmışlar. O yıllarda Amazonlarda onbin kadar Tenharim yaşıyormuş. Beyazların bulaştırdığı virüsler, bu halk üzerinde soykırım etkisi yapmış, binlercesi ölmüş, şimdi sayıları bin bile değil ve pandeminin çıktığı duyulduğundan beri bölgelerine kimseyi sokmuyorlar.

Türkçe'de, benzersiz bir "Miş'li geçmiş zaman" vardır. "Bir varmış bir yokmuş" diye başlayan masallar, bu Miş'li geçmiş zamanla anlatılır. Başka dillerde olmayan ve Türkçe'nin masal anlatmak için biçilmiş kaftan olan bu geçmiş zaman türü gibi Tenharim'lerin de "Hayal zamanı" var. Eski söylenceleri, hayalleri/rüyaları anlatmak için kullandıkları zaman türü...

Tenharim hakkında yazılmış kitaplar da var ve onlarla meşgul olan bilim insanlarının, gazetecilerin, "Beyazlara sizin adınıza ne söyleyelim, Dünyaya çağrınız nedir?" türünden sorularına genellikle şöyle yanıtlar veriyorlar:

"Beyazlar artık uygarlaşmalı. Bizim yaşam biçimimiz daha doğru."

İklimlerin katili kapitalist "uygarlığın" Tenharim'lerden öğreneceği çok şey var.