Fritz Lang ve Dr. Mabuse'nin Vasiyeti

Sinemanın çocukluk döneminden gençlik dönemine uzanan macerasını yönlendiren en önemli yönetmenlerden biri Fritz Lang. Siyahbeyaz ve de sessiz sedasız başlayan sinema kariyerinin ilk günlerinden itibaren sergilediği renkli fantastik hayal dünyası, onu sinema tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri yaptı. Hayallere son halini verip kendi kanatlarıyla uçmalarına izin verirseniz, kanatlanıp, yaratıcılarını bile yeniden şekillendirebilirler. Sanat, sanıldığı gibi, sadece sanatçıdan sanat eserine doğru işlemez. Fritz Lang da, 1920'lerin aristokratlarını çağrıştıran janti giyimi ve monoküler gözlüğünün arkasından seyredip yorumladığı ve hiç bir klişeye teslim olmayan dünyasını, ark ışığının çeşitli tonlarıyla ilmek ilmek örmüş, sessiz sinema çağının abide filmlerinden ilk devasa ekspresyonist bilimkurgusu "Metropolis"i çekmiştir. 

İki sınıftan oluşan kurgu bir toplumda Marx'ın değer teorisine yaslanan "iş"e yabancılaşmayı anlattığı "Metropolis" mucizesi 1927'de ilk kez sinemalarda gösterildiğinde, o zamana dek alışıldık filmlere hiç benzemediğinden pek iş yapmamış. Filmin değeri ancak 1960'lı yılların başında anlaşılmış. Filmin restore edilmesi macerası başlı başına bir bir olay. Sansürlenip kuşa çevrilmiş hali dışındaki orijinaller imha edildiğinden, ancak Buenos Aires'de bir orijinal kopyası keşfedildikten sonra bugün bildiğimiz orijinal versiyonu yeniden üretilmiş.

Sağır müzik dahisi Beethoven gibi kör bir sinema büyücüsü olarak 1976'da Amerika'da hayata veda eden Fritz Lang'ın en çok uğraştığı film silsilesi, Dr. Mabuse filmleri olmuştur.

Sanatçı takıntıları önemlidir ve sanatçıları belirleyen ebedi evrensel yapıtların bir çoğu genellikle böyle takıntılardan doğar. Daha sonra James Bond filmlerinde rastladığımız ve özellikle Amerikan filmlerini adeta işgal eden süper akıllı kötü dahilerin ilki Dr. Mabuse'dir. 

Lüksemburg doğumlu yazar Norbert Jacques'ın 1921'de yayınladığı Dr. Mabuse romanı, yazarın yirmi günde bitirdiği sayısız kitabından biri ve en tanınmış olanıdır. Yazarın bu ününü Fritz Lang'a borçlu olduğunu söylemeye gerek yok. Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış, kendini aşağılanmış hisseden Almanya'daki kültür patlamasının sembol isimlerinden süper haydut Dr. Mabuse, sadece çalıp çırpmakla ve birilerini öldürmekle yetinmeyen, yeni bir toplumsal yapı inşa etmeyi düşleyen bir toplum mühendisi aynı zamanda. Fritz Lang'ın bu tipe takıp, hayatının en önemli filmlerinden birini 1922'de "Oyuncu Dr. Mabuse"ye ayırması, sinema kariyerinde bir istisna değildi. Sinema tarihinin en iyi on filminden biri sayılan 1931 yapımı"M" adlı filmi de hem polis hem de gangsterler tarafından yakalanmaya çalışılan bir çocuk katilini anlatıyordu. Filmin başrolünü, bu filmle parlayan Peter Lorre oynuyordu. İkinci Dr. Mabuse filmi ("Dr. Mabuse'nin Vasiyeti" 1933) bu serinin en başarılı olanı.

Hayatının son filminde de bu kötü dahiyi anlatan Fritz Lang ("Dr. Mabuse'nin bin gözü" 1960), Alman-Fransız-İtalyan ortak yapımı, büyük umutlarla yola çıksa da zevklerin ve renklerin değiştiği 1960'larda, eski Dr. Mabuse filmlerinin etkisini uyandırmadı. Waimar Almanya'sı çoktan tarihe karışmış, İkinci Dünya Savaşı öncesinin renkli kültür hayatı, Naziler tarafından geri gelmemek üzere çoktan boğulmuştu. Dikkat çeken, bu filmlerde, galiba başarılı James Bond filmleri serisinin ilk izlerinin görülmesidir. Klostrofobik gerilim sahnelerinde sürekli yükselen suyun içinde sevgilisiyle birlikte hayatta kalmaya çalışan kahramanlar ilk kez, 1933'deki Fritz Lang filminde görülür. Bir sahneden alakasız başka bir sahneye sansasyonel geçişler de ilktir. Mesela bir saatli bombanın tiktaklarından, kahvaltı masasındaki yumurtasını kaşığıyla kıran birininin ritmik vuruşlarına geçiş gibi yaratıcı teknikleri, "Dr. Mabuse'nin Vasiyeti"nde görebilirsiniz.

Bu filmdeki Dr. Mabuse, hipnoz kabiliyetiyle akıl hastanesinin baştabibini kendi sadık kölesi haline getirebilen ve onun aracılığıyla dış dünyadaki planlarını gangsterler ile gerçekleştirmeye çalışan, varlık ile yokluk arası bir çılgındır. Adamlarını bir perde arkasından görünmeden yöneten ve perde açılınca ortaya kartondan yapılmış silüetinin çıktığı, pikapta çalan plaktan konuşan, süper kötülerin ilk prototipidir.

"Dr. Mabuse'nin Vasiyeti", yaratıcısı yazar Norbert Jacques tarafından Fritz Lang'ın isteği (siparişi) üzerine önce bir roman olarak yazılmış, Fritz Lang'ın sevgili eşi yazar ve oyuncu Thea von Harbou tarafından senaryolaştırılmıştır. Tabii yalnız bu filmin değil, "Metropolis"in, "M"in ve daha birçok filmin senaryorunu da bu güzel kadın yazmıştır. 

Film Berlin'de orijinal haliyle vizyona giremedi, çünkü yeni iktidara gelmiş olan Hitler'in Propaganda bakanı Joseph Goebels buna izin veremezdi. Filmde Dr. Mabuse'ye atfedilen kötülükler Nazilere yakıştırıldığından, Nazilerin bu tepkisini anlamak kolaylaşıyor. Film 1937'de sansür makasından çıkıp iyice kuşa çevrilmiş versiyonuyla gösterime girmiş olsa da daha sonra ortadan kayboldu ve ancak 1951'de, savaştan sonra Almanya'da yeniden gösterildi.

Fritz Lang kör olup eşiyle birlikte yeniden Avrupa'dan Ameriya'ya taşındığında, Fritz Lang'ın 1960'da yönettiği son Dr. Mabuse filminin ardından bir dizi siyahbeyaz Dr. Mabuse filmi üretildi. Bu düşük bütçeli filmler zamanın ruhuna uyum sağlamaya çalıştılar, mesela "Scotland Yard Dr. Mabuse'nin peşinde" filminde Dr. Mabuse'yi artık Almanlar değil zamanın modasına uygun olarak İngilizler avlıyorlardı. Aynı dönemde ilk örnekleri çekilen James Bond da sonuçta İngiliz icadıydı. Dr. Mabuse filmleri Bond filmleri konusunda yapımcıları cesaretlendirse de, asla Bond filmleri kadar başarılı olamadı.