Modern "Müslümanlar"ın ilk büyük katliamı ve Endonezya Komünist Partisi

Kasım 1965 ve Mart 1966 arasında Endonezya'da Komünist Partisi PKI üyesi ve sempatizanı olmakla suçlanan en az yarım milyon insan öldürüldü. Katliamları, eli silahlı "Müslümanlar" ve General Suharto'nun özel askeri birlikleri yaptı. 

240 Milyon nüfusuyla, yeryüzünün en büyük tropikal yağmur ormanlarının üzerine kurulmuş, dünyanın en büyük adalar devleti. Endonezya, 17.508 adadan müteşekkil, Borneo adasında Malezya ile, Yeni Gine adasında da Papua Yeni Gine ile komşu. Muson yağmurlarının hayatın akışını belirleyebildiği yerlerden biri.
    Ülkenin adını koyan coğrafyacı ve etnolog Adolf Bastian, "Endonezya" adından ilk kez 1884'de Berlin'de yayınladığı kitabının başlığında bahsetmiş. "Endonezya veya Malay takımadalarının adaları". Hamburg'da okulda bu ülkeden gelen son derece sakin bir arkadaşımız vardı. Çok sonra Çinli kökenli olduğunu öğrendik. Endonezya'da 360 farklı halk yaşıyor. En büyük halk grubunu da yüzde 41 ile Javalılar oluşturuyor. Tarih öncesi çağlardan gelen ve 1.8 milyon yıl önce burada yaşamış "Java insanı"nı da sayarsak, bölge, dünyanın en eski yerleşim bölgelerinden biri ve Javalılar, siyasi bakımdan da ülkenin kaderini tayin ediyorlar aynı zamanda.
    Yemyeşil yağmur ormanları ve en ilkelden en modernine kadar türlü çeşiyli hayatları halkları barındıran haliyle Endonezya, bir tür Cennet, ama modern çağın fukaraları için de bir Cehennem. Halkın yüzde 27'si fakirlik sınırı altında yaşıyor. Nüfusun 200 milyonu Müslüman, Müslümanların çok büyük çoğunluğu da Sünni ve bu haliyle Endonezya, bildiğimiz türden- en büyük Müslüman ülke aynı zamanda. Biraz da bu yüzden ilgi alanımıza giriyor.
    Endonezya'da sadece 100.000 Şii Müslüman, buna karşın 23 Milyon Hristiyan yaşıyor. 1000'li yıllarda Budizm ve Hinduizm burayı etkisi altına alıp köylerin eski arkaik inançlarıyla iç içe geçmiş. Sumatra'da 500'lü yıllarda ortaya çıkan Srivijaya krallığı (adından da anlaşılacağı üzere Hint kültür esintileri taşıyor), iki yüzyıl içinde Sumatra, Java ve Borneo'nun bir kısmını etkisi altına almış, 11'inci yüzyıldan itibaren gerileyip çökmeye başlamış. Doğu Hindistan'da ortaya çıkan Chola kralları 1290'da buraları kendi yönetimlerine bağlamışlar, Java'da da o yıllarda Majapahit diye yeni bir ülke kurulmuş. 15'inci yüzyılda önce Arap tüccarlarla İslam, 1600 yılında da Hollandalılarla birlikte Hristiyanlık gelmiş ve Java'ya yerleşmiş.
    Bölgenin adı çok uzun süre, "Hollanda Hindistanı". Hollanda bütün bölgeyi ancak 1908 sonrasında ele geçirmiş ve sadece Sumatra'nın kuzeyindeki Aceh buna otuz yıl direnmiş. Bu bölge geçtiğimiz yıllarda aniden Türkiye'nin gündemine girmişti, galiba bunun asıl nedeni buranın şeriatla yönetilen tek Endonezya eyaleti olmasıydı. İslam'ın bu bölgede önce buraya geldiğini de belirtelim. Aceh Sultanlığı 1496'da kuruldu, 1903'e kadar yaşadı.
    Japonlar 1942'de "Hollanda Hindistanı"nı işagal etmeye başladılar. Hollanda Mart ayında teslim olduğunu açıkladı. 350 yıllık kolonyal dönem sona erdi. Japon işgali sürerken 1943'de Endonezya bağımsızlığını ilan etti. Ama asıl bağımsızlık, 17 Ağustos 1945'de, Japonlar gittikten sonra Sukarno ve Muhammed Hatta tarafından ilan edilmiştir. Ama yeni ülkenin hükmü sadece Java, Sumatra ve Madura'da geçiyordu, diğer adaları Hollandalılar kontrol ediyorlardı. 1947'de Hollanda ile Endonezya arasında bir savaş başladı ve Hollandalılar ülkenin neredeyse tamamını yeniden ele geçirdiler, ama Endonezyalı gerillalar Hollandalılara kök söktürmeye başladı. 9 Aralık 1947'de yaşanan Rawagede katliamı, konuyu bir anda Dünyanın gündemine taşıdı. Hollandalılar bu köyün on kişisi dışında tamamını öldürdüler. Bu olay sonrasında ABD'nin baskısı sonucu Hollanda, Endonezya'nın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. İki ülke arasında 1954'e kadar bir "Birlik" söz konusuydu, Britanya krallığı ile Kanada ve Avustralya arasındakine benziyordu, ama o da bitti.
    Bu ülkenin beni kişisel olarak ilgilendiren yanı, Çin tarihinin en büyük amirali Cheng Ho'nun 1405'de buraya (Java'ya) yaptığı seyahattir. Müslüman kökenli olan bu amirale, İranlı ve Arap kökenli danışmanları da eşlik etmiştir, Arap tüccarların buraların yolunu öğrenmeleri de bu olaydan sonradır. Legal Endonezya Komünist Partisi PDI'nin son başkanı Dipa Nusantara Aidit de Arap kökenlidir. Ve Endonezya Komünist Partisi 1960'larda, üç milyon üyesiyle Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve Çin Komünist Partisi'nden sonra dünyanın üçüncü büyük Komünist Partisi'ydi. Bugün ise bu partinin kaderi, islamcı antikomünizmini ve İslamcı vahşetini anlamamız için önemli ipuçları sunuyor.
    Hollanda idaresindeyken 1914'de kurulan "Hint Sosyal-Demokrat Birliği", bu diyarda kurulan ilk Sol partidir ve 1920'de, Türk Komünist Partisi'nin kurulduğu yıl, Endonezya Komünist Partisi de kuruldu. Komünist Enternasyonalin etkin olduğu yıllardı. Bu parti gerçekten ilginç bir yapıdır. İlk Asya Komünist partisiydi. Çin Komünist Partisi bile 1 Temmuz 1921'de Şanghay'da kurulmuştur. PKI, Hollandalılara karşı mücadelede önemli görevler üslendi. Komintern'in "Antiemperyalist Cephe"sine katılmıştı, hatta 1926'da devrim yapmaya kalkıştı, ama devrim başarılamayınca 13.000 üyesi tutuklandı, bir yıl sonra parti yasaklandı.
    Hollandalıların gidişi ardından 1951'de partinin Politbüro başkanı seçilen Aidit, ülkenin en önemli üç politikacısından biriydi. Nitekim dörtbin üyesi olan parti, biriki yıl içinde 160.000 yeni üye kaydetti. Üye sayısı 1959'da birbuçuk milyona ulaştı. Halk, partinin kolonyalizme karşı kararlı mücadelesini, toprak reformu taleplerini, toprak ağalarına karşı tarım işçilerinin mücadelesini destekliyordu ve çok geniş tuttuğu bir ağ ile halkın eğitimini üslenmişti, kültür girişimleri de bugün bile örnek alınacak boyutlardadır. Bu yoğun çabanın ürünü olarak, ülkenin neredeyse tüm öğretmenleri ve sanatçıları PKI üyesi veya sempatizanı oldular.
    PKI, Mao'nun ÇKP'sine yakın bir partiydi, Aidit orada eğitilmişti ve Mao pragmatizmiyle hareket ediyordu, mesela bu eğilime uygun olarak devlet başkanı Sukarno'yu destekliyordu. Sukarno'nun 1960'lardaki sloganı "Nasakom" da tam PKI'ye göreydi. Bu sözcük, "Milliyetçilik", "Din" ve "Komünizm" sözcüklerinin kısaltılıp birleştirilmelerinden oluşmuş.
    1965'de PKI, üç milyon üyesi ve sayısız sempatizanıyla, dünyanın -iktidarda olmayan- en etkili bir numaralı Komünist Partisiydi ve bir hata yaptı...
    30 Eylül 1965 günü Endonezya ordusunun altı en önemli Antikomünist generali kaçırılıp öldürüldü. Bu olaya bizzat Devlet Başkanı Sukarno'nun da karışmış olmasına rağmen, nasıl gerçekleştirildiği ve detayları haala muğlaktır. Darbe girişimini yapanlar, Devlet Başkanına çok yakın kişiler ve bizzat PKI yöneticileridir. Darbeciler kendilerini "30 Eylül Hareketi" diye deklere ettiler, ama darbe sadece 18 saat içinde bastırıldı. Buradan ben, darbe yapma nedenlerinin doğru çıktığını düşünüyorum, çünkü bir darbeyi önlemek için bu girişimde bulunduklarını söylemişlerdi.
    Kısa adı "Gestapu" gibi talihsiz bir ad taşıyan 30 Eylül Hareketi, idareyi "Devrim Konseyi"nin ele aldığını ilan etmeden önce hareketin önünü arkasını iyi planlamış olsalardı, sonrasındaki korkunç felaket yaşanmayabilirdi. PKI'nin komandoları Cakarta'daki tüm generalleri öldürmekle görevlendirilmişlerdi, ama bunu başaramadılar. Ayrıca PKI'nin bir numaralı düşmanı General Nasution'u öldüremediler. Adam vücudundaki kırıklarına rağmen kaçmaya başardı. Bu general, ünlü "Sliwangi Taburu" ile 1948'deki PKI darbe girişimini engellemiş kişiydi ve ülkenin de savunma bakanıydı. İşte General Suharto, tam da burada devreye giriyor.
    Suharto, siyasi bir general değildi, ama anlaşılan PKI'nin öldürülecek Generaller listesinden fena halde ürktü ve darbenin bastırılması olayını, PKI'yi ezmek için kullandı. Önce bir söylenti devreye sokuldu ve kaçırılan Antikomünist generallerin -hem de kadın Komünistler- tarafından sinsel işkenceden geçirilip korkulç şekilde öldürüldükleri söylendi. Söylentilere göre Cakarta'daki bu olay sadece bir başlangıçtı, Komünistlerin planının sadece birinci aşamasıydı. Halbuki sonrasında, Komünistlerin planlı programlı hareket etmedikleri oldukça açık bir şekilde görülecekti.
    Sonunda devletin yayın organları üzerinden öyle bir hava yaratıldı ki, "ya biz ya onlar" noktasına gelindi ve General Suharto, tüm Antikomünist örgütleri, muhafazakar Müslümanları, muhafazakar Hristiyanları ve muhafazakar Hinduları yanına çekmeyi başardı, Cakarta'da ve büyük şehirlerde büyük Antikomünist mitingler yapıldı ve PKI büroları basıldı, ilk Komünistler bu bürolarda öldürüldüler.
    Suharto, hem kendi sultasını kurmak hem de ordudaki Solcuları temizlemek için subaylar arasında bir tutuklama dalgası başlattı ve bu tüm ülkeye yayıldı. Askeri istihbarat, bu konuda Suharto'ya yardımcı oldu. Sonra PKI üyeleri tutuklanmaya başlandı. Ama kırlık/ormanlık alanlarda parti üyelerinin kaydını tutan belgeler yoktu, bunun üzerine "göz kararı" uygulanmaya başlandı. PKI'liler, "Darbeye dahil olmak ve darbeyi desteklemek" suçuyla yakalanıyorlardı. Ama en kötüsünü Javalılar yaptı.
    Java'nın doğusunda ortaya çıkan "İslam Milisleri", Komünizme karşı cihad ilan edip inisiyatifi kendi eline aldı ve bulduğu/umduğu bütün Komünistleri öldürmeye başladı. Endonezya Müslümanlarının bu konuda sergiledikleri vahşet, IŞİD'i falan geçer. Burada yazmak istemediğim, eskiden Ortaçağ'da bile nadiren uygulanan yöntemlerle, köy köy "ilerlediler". Endonezya'nın bir özelliği, katliamcı canavarların katliamlarına bahane bulmalarını kendilerince kolaylaştırdı. Bu ülkede köyler genellikle toptan aynı partiyi seçiyorlar. Bir köye "Komünist köyü" dendi mi, köyün yarısının başka partiyi seçme ihtimali oldukça düşük olduğundan, damgalamak da kolay oluyor. Tabii Komünist olmayanlar da öldürüldü. Geleneksel Müslüman Parti'nin gençlik örgütü "Ansor", sırf Komünist evlerini basmak amacıyla bir milis kurdu. Olaylarda esas olarak Endonezya'ya has bir tür pala kullanılıyordu. Kısa süre Sonra anayollar parçalanmış cesetlerle doldu, sergileniyorlardı. Bu konuda da IŞİD'e çok benziyor.
    Ülkenin diğer bölgelerinde de Ordu katliamlarda önemli rol oynadı ve olaylara destek verdi ve vahşeti görmezden geldi. Ordu bir köye girip "PKI üye listesi" istiyordu ve verilmezse katliam yapılacağını söylüyordu, üyeler de köylerini korumak için çıkıp teslim oluyorlardı. Tutuklama dalgası, sadece bir hafta içinde katliama dönüştü. Ve katliamlar, önce kamuoyunun gözünden kaçırıldı. Tabii buna rağmen olay Dünya basınına sızınca, Batılı ülkelerin verdiği tepki çok ilginç: "Asyalılar böyle!" (Spiegel dergisi o yıllarda Batı basınını böyle eleştiriyor)
    Nazilerin Yahudi katliamı, Stalin'in "temizlik" harekatları, Mao'nun "İleriye doğru büyük adım" ve Kültür devrimi sırasındaki insan kıyımlarının ardından, 20'inci yüzyılın en büyük katliamı böyle yapılmış oluyor. Öldürülen Solcu veya değil, Endonezyalıların sayısı en az 500.000 tahmin ediliyor ve bu sayıyı bir milyoma doğru genişleten tahminler de bulunuyor.
    PKI Endonezya'da haala yasak. 30 yıl iktidarda kalan Suharto, okullarda sistemli olarak antikomünist bir eğitim uyguladı. Parti başkanı Aidit, daha darbenin ilk günü ortadan kayboldu, sonra öldürüldüğü anlaşıldı. Antifaşist generallere işkence yapılıp yapılmadığı hiç ispatlanmadı, ama hapse düşen tüm Komünist kadınlar tecavüze uğradı. Partililer en ağır işkencelerden geçirildiler. Ve bugün de parti yasağının kalkmasına karşı çıkanlar sadece "Müslümanlar" değil, çünkü bu olayın üstünü nisbeten örtmenin tek yolu bu görünüyor. Yüzyılın en önemli birkaç katliamından biri olan bu olayı deşmek ve araştırmak da zor, zira Müslüman halk tepki gösteriyor ve ilginç olan, Komünistlerin ölülerine de sagıları yok.
    Türkiye bile Komünistlerine "daha iyi" davrandı! 10 Eylül 1920'de Bakü'de kurulan TKP üyeleri, Komintern'in "Ulusal kurtuluş savaşlarını desteklemek" ilkesine uyarak Antiemperyalist savaşa Kuvay-ı Milliye ile birlikte katılmak için Anadolu'ya deniz yoluyla yola çıktılar, aynı şekilde yeni kurulmuş PKI de Hollanda sömürgeciliğine karşı mücadeleye katılmak için ülkesindeydi. TKP'nin bir numarası Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı, denizde, Yahya Kahya ve adamları tarafından öldürüldüler. Bu adamın, kimin emriyle hareket ettiği bugün de muğlaktır ama baskılar üzerine "Bak konuşurum" diye tehditler savurunca Mustafa Kemal'in koruması Topal Osman tarafından öldürülmüştür. Hristiyan azınlıkların Anadolu'dan sürülmesi olayında çok dikkat çeken bu adam, Milletvekili Ali Şükrü Bey'i öldürdükten sonra teslim olmaması üzerine, bir birlik gönderen Mustafa Kemal'in askerleri tarafından vurulup öldürülmüştür. 20'inci yüzyılın karakterini en iyi ifade eden söz de "öldürmek" olmuş görünüyor.
    Endonezya'da Komünist Parti üyelerine yapılan mezalim, "Müslüman Gençler"in devreye girip olayı bir katliama çevirmeleri, IŞİD'den hiç aşağı kalmamaları ve 50'inci yıldönümünde bile bundan pişmanlık duyma belirtileri göstermedikleri için çok önemli. Kuşkusuz her dinin fanatiği var, ama günümüzde en güncel olan İslami fanatizmin yaptığı mezalimin ve akıl almaz gaddarlığın kökenlerini araştırmak ve anlamaya çalışmak için Endonezya'ya da bakmak gerekiyor, çünkü İslami tosuncuklar bu katliamı yaparken onlar gibi kafa kesen tek ülke Suudi Arabistan'dı ve Müslümanların bu ölçüde katliamlar yaptıkları gibi bir algı Dünyada yoktu ve nitekim, "onlar Asyalı, o yüzden yapmışlardır" diyen Batılı basın da "bunlar Müslüman" demedi. Bugün, İslamcı barbarlığını "ezilmişlerin isyanı"na bağlayan, veya "Adamlar zaten ölmek için bahane arıyorlar, gelecek beklentileri yuk" gibi fikirler yumurtlayan "düşünür"lerin, Endonezya'ya bakmalarında fayda var. Katliamın yaşandığı dönemde Müslüman köylülerin açlık-susuzluk sorunu yok, ayrıca ülke müthiş verimli bir yer zaten. Ayrıca "gelecek beklentisi olmayanlar" sadece Müslümanlar değil bu dünyada. Asya'da Afrika'da açlıktan ölmek üzere olanlar canlı bomba olmuyor, başkalarının kafasını kesmiyor, Endonezya'da Müslümanların 50 yıl önce yaptığı gibi cesetleri yol kenarlarına dizip sergilemiyor. Yani bu dinde bir kusur var. Bunu kabul etmeyen düşünürler düşüne düşüne guguk kuşuna, baykuşa, hatta muhabbet kuşuna da dönüşseler asla sevimli olamayacaklar ve Sünni İslam'ın "çağdaş" halinin sorgulanmasını önleyemeyecekler.