Twitter mon amour ve dijital idealizm...

Küçümseyen arkadaşlarım haala var. Twitter'e ve sosyal medya dünyasına girmemekte ısrar eden ve bunun için kendince haklı nedenleri olanlar var -mesela kardeşim. Başka bir arkadaşım, Twitter'ı sadece "Direct Message" göndermek için kullanıyor. Steve Jobs'un "Bilgisayar aynı kamyon gibi yük taşır" sözünün üzerinden yıllar geçti; Bilgisayar, sadece bilgileri insana taşıyan bir "araç"tan çok daha fazlası artık.
Twitter'e ilk girdiğimde "140 işaretle ne anlatılır ki?" diye düşünmüştüm ve işin sadece eğlence boyutuyla ilgilenmiştim. Sonra blogumdaki yazılarımı Twitter'dan duyurmaya başladım, derken kendimi, minik bir Avatar/resim ardına gizleyen ve sevmeye başladığım, yazmadıklarında yokluklarını hissettiğim, birçok dost insanın ortasında buldum. Gerçek hayatta ne gördüğüm, ne de kendileriyle telefonda konuştuğum dostlar. Ama bazılarını gerçek hayatta da tanıdım ve özel dostluklar oluştu bu arada. Fakat bütün bunlar, internet hakkında düşünmeye devam etmemi ve açıkçası kuşkulanmamı engellemiyor.
İnternet ve sosyal medya, hayatımızın her alanına giredursun, bu konuda özel yaklaşım tarzları da oluştu. Mesela -bir dostumun dediği gibi- Twitter bana daha akıllı, daha hızlı ve daha yaratıcı geliyorken, Facebook'un labirentleri sıkıyor. Orada da dostlarımın olmasına rağmen, Facebook'a girmek içimden gelmiyor, -zamanı da daha iktisatlı kullanmak gibi bir durum da var ayrıca. Tabii bunlar konunun "özel" kısmı. İşin tüm toplumu (hatta Dünyayı) ilgilendiren genel kısmı daha farklı, daha ciddi. Mısır'da şifreli internet haberleşmeleri ile sms ve Twitter kullanarak dünyanın ayağa kaldırılabilmiş olması, sosyal medya destekli yeni tip devrimlerin olması, gelişmenin iyi tarafı. Gezi İsyanı sırasında Twitter'in önemi asla reddedilemez. Ve onlardan önce de, WikiLeaks diye bir fenomen vardı ve ben onlar hakkında burada yazılar yazmıştım. Fakat internet toplumu, sadece iyi özelliklere sahip değil. Önemli, hatta oldukça ciddi sorunlar da var internet konusunda.
Dijital idealizm, yetmişli yıllarla birlikte ortaya çıktığında, araba garajlarında Apple ve benzeri firmalar kurulmuştu. Ve internetin ilk ortaya çıkıp topluma malolduğu dönemde bunun için çalışan idealist teknisyenlerin amacı, herkesin bilgiden alabildiğine yararlanmasıydı ve bu konuda dünyada demokratik bir bilgi paylaşımı mantalitesinin oluşmasıydı, bu konuda herkesin eşit imkanlara kavuşmasıydı. Başlangıçta bu fikrin önemli ölçüde mümkün olduğunu da söyleyebiliriz. Ama kısa zamanda İnternet'in yeni bir Güç/İktidar malzemesi olduğu anlaşıldı ve sistem kendini ona göre konumlandırdı.
Türkiye'de pek yankı bulmasa da Edward Snowden'in NSA konusundaki açıklamaları, birzamanların dijital idealizminin altının çoktan oyulduğunu, dev firmalarla gizli servisler tarafından nasıl kullanıldığını gösterdi.
Bilgisayar ilk piyasaya çıktığında, üniversitelerde yeşil ekranlı, neredeyse küçük buzdolabı veya çamaşırmakinası iriliğinde aletlerdi. Dikişmakinası gibi ses çıkaran program kartı okuyucuları vardı! Ama şimdikilerle kıyaslandığında bir iyi tarafları vardı: Fortran kursu yapıp, kendiniz program yazabiliyordunuz. Evet programlar şimdiki gibi cilalı, güzel dizaynlı, eğlenceli falan değildi, IOS veya Windows gibi programlara mahkum değildiniz ve her türlü özel bilginizi bilgisayara yüklemiyordunuz. Yazdığınız program, bizzat sizin ürününüz oluyordu ve bilgisayardan anlayan insan cinsi o zaman programını daima kendi yazardı, bunu da kendi istediği gibi yapardı, şimdiki gibi belli formatlara mahkum değildi.
Neredeyse ilk taşınabilir aletlerini ürettiğinden beri Apple kullanan biri olarak, bu sisteme nasıl alıştığımı yeniden farketmek için, bir arkadaşımın başka bir marka Laptop'unun başına oturmam yetti. Milyonlarcası gibi "App" indirip kullananlardan biriyim ve şimdiye kadar oturup "App nasıl yapılır?" diye öğrenmeye de vakit bulamadım -ki kendimi daha iyi hissetmemi sağlayacak bir şey olabilir...
Hazır programlar kullanıyoruz ve bu programların hepsi belli firmaların belli yaygın formatlarına uygun şeyler. Programların nasıl olması gerektiğini bize sormuyorlar, ve bu karmaşık şeyler üzerinden nasıl ve nereye kadar dinlendiğimizi bilmiyoruz. Bu konuda bilgili dostlarımdan dinlediğim korku senaryoları hiç de az değil.
NSA skandalı patladığında, Merkel Amerikalılara posta koymuştu, çünkü onu dinlemişler. Erdoğan'ı da dinlediklerini ima eden Obama'ya Türkiye'den bir tek kişinin çıkıp da adamakıllı laf ettiğini henüz duymadım (belki da söyleyen olmuştur da ben duymamışımdır -umarım!) Ama günümüzde internette ve TV ekranlarında, hatta Meclis'te Parti grup toplantılarında uçuşan dinleme protokollerinin NSA'nın bilgisi haricinde şeyler olduğunu düşünmek saflık olur. Artık dünya böyle, ve bu hiç iyi değil. Evet, yolsuzlukla ilgili dinlemeler iyi bir amaca hizmet etti ve Türkiye'deki yolsuzlukların boyutunu gösterdi, ama böyle yaygın dinlemeleri olumlu/iyi birşey saymak kesinlikle mümkün değil, zira esasen siyasi bir amaca hizmet ediyorlar. WikiLeaks olayı patladığında ve Türkiye ile ilgili dinleme protokolleri de yayınlandığında, sadece birkaç gün konuşuldu, o kadar.
Bu şekilde, Google/Mikrosoft/AngryBirds vs. kullanan herkesin tüm mahrem bilgilerine girilebildiği, insanların dinlenebildiği söyleniyor. Mahremiyetle birlikte özgürlüğün de buharlaştığını söyleyebiliriz. Çünkü özgürlük, insanın tam anlamıyla mahrem bir hayatının da olması ve hür iradeye sahip olması demektir.
İnsanların, bir zamanların özgür bilgisayar programlamacılığı noktasından pasif Apps noktasına gelmeleri, rahatına düşkünlükle özgürlük yitiminin nasıl el ele verebileceğini gösteriyor. Daha önemlisi, bizzat Amerikalı entelektüellerden gelen uyarılar ve bence ciddiye alınmalılar.
Jaron Lanier'in geçen yıl yayımladığı "Who Owns the Future" adlı kitabında da gösterdiği gibi, internet idealizmi, bilginin doğasını gözardı etti ve bu boşlukta şimdi firmalarla gizli servisler cirit atıyorlar. Dünya George Orwell'in "1984" ütopyasına hiç bu kadar yakın olmamıştı. Eskiden petrolü kontrol etmek -reel ekonominin- olmazsa olmazıydı, şimdi para akışını kontrol etmek -sanal ekonomi için- olmazsa olmaz. Ve bunun yolu da tercihleri belirlemek, interneti kontrol etmekten falan geçiyor. Lanier, bilgi kontrolünün pasif internet kullanıcılarının yönlendirilebilmesi için devasa yeni bilgisayarlarla yapıldığını ve bunun artık ciddi bir tehlike oluşturmaya başladığını söylüyor. Ne kadar çok ilişki ve ne kadar çok bilgi akışı olursa, manipülasyon olasılığı da o kadar yükseliyor. Lanier, bu dev bilgisayarlara örnrk olarak, büyük online satış sitelerini işleten bilgisayarları gösteriyor. Anlaşıldığı kadarıyla bu sitelerin arkasında, yeni nesil çok büyük ve pahalı bilgisayarlar var.
Ben, iPad'den okunan bir dergiyi takip ediyorum. Adını vermek istemediğim bu İngilizce dergide, okumak istediğiniz konuları siz belirliyorsunuz ve dergi zaman içinde sizin tıkladığınız konulara bakarak, size ona göre yazılar sunmaya başlıyor, sizin zevklerinize uyum sağlıyor. Kişiselleştirilmiş bir dergi. Benzerleri de var elbette. Ama Lanier, bu yolla o devasa bilgisayarların trand oluşturup insanların tercihlerini yönlendirmek istikametinde geliştirildiklerini söylüyor ve insanların firmalar tarafından yönlendirilmelerini engellemek için gelecekte internetin reklamdan arındırılmış bir bölge halinde "ücretli" olmasını öneriyor, çünkü sistem sağlayıcılar, reklamlardan ve insanların yönlendirmesinden devasa paralar kazanıyorlar ve interneti de bu şekilde bedava sunuyorlar. Jobs'un eskiden sözünü ettiği gibi, bilgisayarın yeniden, sadece bir tür yük kamyonuna dönüşebilmesi, belki o zaman mümkün olabilir.
İşte bu vesileyle karıştırdığım bir roman tüylerimi diken diken etti. Yazarı, sıradan bir bilimkurgu yazarı falan da değil, Time dergisinin "Dünyanın en etkili yüz kişisi" listesine aldığı, Microsoft'un en sofistike adamlarından biri ve "The Circle" adlı romanında bir Mega-Google'dan bahsediyor. Twitter ve Facebook dahil birçok kanaldan, insanların tüketim alışkanlıklarını -hatta düşünme biçimlerini- yönlendiren ve tüm insanlığı kontrol eden bir firma! Silicon Valley'ın dünyada yükselen sessiz gücüne dikkat çekmeyi amaçlayan romanda insanlar müşteri olduklarını sanıyorlar, ama aslında bu firmanın ürünleri haline gelmiş bulunuyorlar. Firma onları, düşünme biçimlerinden tutun da alışveriş alışkanlıklarına ve yaşam biçimlerine kadar yönlendirip belirliyor.
İnternet konusunda düşünmeye devam etmemiz gerekiyor. Dijital idealizm de bunu gerektiriyor zaten.