Amerikan "Paralel Devlet"i ve evrensel tecrübe

11 Eylül 2001 günü Federal Acil Durum Ajansı  FEMA (Federal Emergency Management Agency) ABD'nin yönetimini fiilen ele geçirdi mi, yoksa bu sadece mesnetsiz kuru bir komplo teorisi mi?
George W. Bush'u tehdit ederek ona bir global savaş planı dayattıkları iddia edilen ve bu planı kısmen uygulatmayı başaranların devlet içinde devlet gibi kullandıkları öne sürülen FEMA nedir?
Nükleer silahların kullanıldığı bir savaş sırasında devletin devamlılığını sağlamak üzere devreye girip tüm demokratik kurumları devre dığı bırakma yetkisi kazanmış bir tür paralel devlet örgütlenmesi ve tabii tüm benzerleri gibi bizzat devlet tarafından örgütlenmiş bir yapı. Reagan tarafından gizli kararnameyle inşa edilen bu yapı, en ekstrem koşullarda işleyebilen bir tür devlet örgütlenmesi ve Türkiye'de iktidarın ağzından düşmeyen "Paralel yapı" teriminin her gün medyada yer aldığı bir ortamda, belki anlatılması gereken bir yapı ve tabii hakkındaki söylentiler de.
Türkiye'de yargının siyasallaştırılıp kuvvetler ayrılığının fiilen ortadan kaldırılması, özel hayatların telefonlar üzerinden büyük ölçüde dinlemelere açılması, TSK'nın ve seküler kesimlerin iftiralarla itibarsızlaştırılması, giderek bir partidevletine dönüşme eğilimleri, yasaların ve anayasanın bu kadar ihlal edilebilir hale gelmesinin ABD'de bir karşılığı var. Neoliberal dönemin en önemli olayı 11 Eylül sonrasında ABD'de "Anayasa ötesi" bir yaklaşımın devlete hakim olmasının Türkiye'deki karşılığının -herzaman olduğu gibi bir gecikmeyle- daha çok Cemaatte ifadesini bulduğunu söyleyebiliriz. Peki Türkiye'de devlet içinde devlet veya yeni derin devlet veya "Paralel devlet" olmanın ABD'de bir karşılığı var mı?
Evet var. Ama bu karşılığın ABD'de de zayıfladığını ve bu durumun Türkiye'de de etkisini göstermeye başladığını söyleyebiliriz.
Amerikan Çağı'nın Türkiye'deki yansıması/ifadesi, Menderes-Erdoğan çizgisi tarafından temsil edilen Müslüman muhafazakarlık oldu. Bu çizgi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bitap düşmüş Avrupa'nın Rusya'nın ve Japonya'nın arasından sıyrılarak, adeta tek başına dünya ekonomisinin motoru haline gelen ABD'nin dünyada estirdiği yeni rüzgarla yakından ilgiliydi. Klasik milli ekonomiler devri ve bununla birlikte süper ulus-devletler (veya Lenin'in deyimiyle klasik "Emperyalizm") çağı sona ermiş, onun yerini süper devletler hegemonyası almıştı. ABD'nin yıldızlaştığı bu dönemde, Türkiye'de CHP tarafından temsil edilen devlet kontrollü milli ekonomi ve ona uygun 1930'lu yıllar rejimi devri sona erdi. "Özel teşebbüs"ü merkezine alan Amerikan modeli liberal ekonominin savunulması ise, toprak ağası Adnan Menderes'e kaldı. İsmet İnönü'nün "Toprak Reformu" yapmasına ramak kala Amerikancı Müslüman muhafazakarlığın zamanın ruhunu yakalayıp tasfiye olmaktan kurtulması, Erdoğan'a kadar uzanan bir sürecin yaşanmasının ilk nedenlerindendir. Türk modernleşmesinin Türkiye'de ağalığı tasfiye etmemesi/edememesi ve bunun önemini kavramakta geç kalması, benzeri bütün ülkelerde olduğu gibi modernleşmenin (ve kapitalistleşmenin) belli sınırlarda kalması için önemli bir sosyo-ekonomik faktör oldu.
Devletin taşıyıcı ana unsurlarının, yani bürokrasinin, hukukun ve ordunun, 1930'lu yıllarda dünyaya hakim olan eski "modern" ilkelerde ısrarı, aynı Menderes gibi bu eski ilkelere karşı çıkarak "ilerici" görünmeyi başaran neo-liberal islamcı AKP'nin de başarılı olmasını sağladı. Menderes-Erdoğan çizgisinin, Amerikan Çağı boyunca, bu çağın siyasi eğilimlerine daha iyi adapte olabildikleri kesin, ama  Amerikan Çağı sona eriyor ve vasat bir kopyala-yapıştır faaliyeti dışında herhangi bir yaratıcılık belirtisi göstermemiş olan pragmatik Müslüman muhafazakarlığın kendi sınırlarına eriştiği de anlaşılıyor.
Paralel Devlet kurmak fikri, aslında tam da bu tükenmişliğin bir ifadesi olarak ABD'de doğup, Türkiye'de de kötü bir taklidinin oluştuğu söylenebilir.
Neoliberallerin yükseliş devrinde ortaya çıkan yeni olgu, aslında Kapitalist Sistemin onmaz krizinin ilk kez belirginleşmesi ve "Hurra"-iyimserliğiyle borsada para basan yeni ekonominin şırıngayla altın vuruş gibi bir durumdan ibaret olduğunu söyleyen düşünürleri dinleyen olmadı. Sovyet Bloku'nun çöküşü, sanıldığı gibi sosyalizmin değil, kapitalizmin (kooperatist-devletçi) bir versiyonunun çökmesiydi. Reagan'ın tam da bu dönemde, "Zor zamanlarda demokrasiyi lağvedip tüm yönetimi devralacak paralel devlet kurmak" fikri, çok da şaşırtıcı olmasa gerek, nitekim Amerikalılar son derece rasyonel düşünebilen bilimcilere ve bürokratlara sahiptiler. O zamanlar "ABD nükleer saldırıya uğrarsa Amerikan Başkan Yardımcısı, bu pararlel devletin başına nasıl geçecek ve nasıl yönetecek" anafikrine sahip gizli simülasyonlarda (askeri/sivil manevra), 1980'lerde ilk kez yapıldığında Dick Cheney, Wyoming eyaletinin Cumhuriyetçi senatörlerinden biriydi ve bu simülasyonlarda, Başkan Yardımcısı rolünü oynuyordu, yani Paralel Devletin Başı rolünü. 11 Eylül 2001 olayı sırasında da Bush'un yardımcısı -yani, "gereğinde" devreye girebilecek olan gizli paralel devletin de başıydı. 11 Eylül sonrası yazılan yüzlerce kitap, ve yazılmaya devam eden başka kitaplar da, bu olaylar sırasında son derece sakin kalabilen çok az sayıda birinin de Chaney olduğunu ve bu pararlel devleti devreye soktuğunu bilirler. Irak ve hatta İran savaşı konusunda ısrarcı olan, Bush'a -belki baskı uygulayarak- adeta bir dünya savaşı açmanın eşiğine gelen de Chaney idi ve Türkiye'de AKP'nin "başarıdan başarıya koştuğu" 11 Eylül sonrasının faşizan neoliberal Amerika'sının politikaların en çok destekleyenlerden biri de gene AKP idi.
Amerikan devleti içinde yatay ve dikey örgütlü olduğu anlaşılan bu derin yapının hukuk ve demokrasi ötesi bir mantaliteye sahip olduğunu, varlığını korumak içgüdüsüyle hareket ettiğini ve suç işlemekten kaçınmadığını biliyoruz. Çöküş aşamasındaki diktatörlüklerin içgüdüsel otoriterleşmesinin bir tür kurumsal ifadesi gibi duran ve önemli bir askeri opsiyona sahip Amerikan paralel devletine karşın Cemaatin, askeri bir opsiyona sahip olmadığı, ama ayrı bir fikri/zikri kulvardan gelmenin avantajıyla AKP'den ayrı bir yapılanma oluşturabildiği görülüyor. Ve bu yapılanmanın "üyeleri"nin önemli bir bölümü, devlet memuru olarak alt-üst ilişkisiyle hareket eden insanlardan ibaret olduklarından, AKP ile (veya diğer siyasi gruplarla) araya kesin bir çizgi çekmenin zor olduğu da malum.
"Paralel devlet" kavramı, en zor zamanlar için düşünülmüş bir intern organizmanın, yapay bir zor zaman yaratarak yönetimi devralmasıyla birlikte düşünülmek zorunda. Jürgen Elsässer'in yazdığı "Schattenregierung" (Gölge Hükümet) adlı kitapta da bu konuda yakın tarihte izler aranıyor ama şu söylenmiyor: "Bir tiyatro sahnesinde şöminenin üzerinde bir tüfek asılıysa, o tüfek oyunun sonunda patlar." Yani, demokrasiyi ve hukuk sistemini iptal ederek "zor zamanda" iktidarı eline alacak bir yapı kurarsanız, o yapı birgün iktidarı ele alır -veya ele almayı dener.
Türkiye'de, islamcı muktedirlerin zayıf entelektüel yanı nedeniyle çürütemeyip "kötüledikleri" "Kemalist (Atatürkçü) elit"e karşı kullanmak için uzun yıllara yaydıkları stratejik paralel devlet örgütlenmesinin, aslında bir yapının kendi sonunun ifadesi demek olduğunu anlamasını bekleyemeyiz. Çünkü bu, çürümenin ifadelerinden biridir, Sovyetler Birliği'nde de, II. Abdülhamit diktatörlüğünde de, hatta tarihte de yaşanmıştır. Ama şunu bekleyebiliriz: Paralel devletlerin olduğu ülkenin yönetimleri/devleti, kendi sonunu yaşamaktadır ve Türkiye örneğinde kendi sonunu yaşayan, Menderes-Erdoğan Müslüman muhafazakarlığıdır. Bugün çok kesin görünen bu durumu, ABD'nin dünyadaki etkisini yitirişine ve bu etkiyi başka bir tür etkiye dönüştürme girişimlerine bağlayabiliriz. İşte tam da bu aşamada ortaya çıkan durum, Türk Müslüman muhafazakarlığının, ABD'nin ve Batı'nın bu yeni manevrasıyla ve yeni değerleriyle bütümüyle uyumsuz olduğudur. Ve bu uyumsuzluğun başında da, yaratıcılık yoksunluğu, entelektüel zayıflık ve (niteliğin değil) niceliğin yükseltilmesi gelmektedir.
Bu aşamada "Paralel Amerikan Devleti"nin durumu ve gücü ne? Elsässer, bu yapının -Bush döneminde olduğu gibi çok güçlü olmamakla birlikte- hala yaşadığını söylüyor. Ve varlığı ile Obama için hala bir tehtike arzettiği düşüncesinde. Bu yapı, bizzat devletin bir parçası olduğu için -ki Türkiye'de de benzeri bir durumun olduğunu sanıyorum- olağanüstü bir durumda bu yapının tüm devlete hakim olup kendi faşizan mantalitesini ülkeye dikte etme ihtimali var. Elbette buna karşı demokratik güçler de yoğun bir mücadeleye girişirler, ama sadece böyle bir Paralel Yapı kurulması ve/veya ona göz yumulması bile, o ülkenin demokrasisindeki zaafa işaret eder. Böyle yapılar, halkın engin akıl/tecrübe potansiyelini de dışladıklarından, ülkelerin genel entelektüel/yaratıcı kapasitelerine de negatif etkide bulunurlar. Türkiye'de bu yasakçı etki, AKP iktidarının özellikle son döneminde yaşandı/görüldü.
Türkiye'de amirlerinden değil de Gülen Cemaati'nden emir aldığı iddia edilen bürokratlara dayanan ve "Kemalist Elit"e karşı adeta gizlice örgütlenmiş, AKP tarafından desteklenmiş (veya görmezden gelinmiş) bir "Paralel Devlet"in, devlet tarafından artık tolere edilmeyip, onunla bir iç savaşa girilmesi, Müslüman Muhafazakarlığın nihai hedefine ulaştığı anda "İkiye ayrılıp çökmesi"olarak yorumlayabiliriz. Bu blogda, bu olayın spiritüel boyutunu anlatmayı deneyen bir yazı bulunuyor (tıklayınız).
Olay, AKP veya Gülen Cemaati'nin zafer kazanması değil, bir devrin çöküşünün ifadesidir ve bu çöküşün ardından bu iki faktörden birinin devleti yeniden kuracağı düşünülemez, -zira bu iki faktör de hiç bir bakımdan yakın geleceğe ayak uyduracak yapıda ve kapasitede değildir. Neoliberal paradigmanın sona erdiği ve Postkapitalist paradigmanın giderek daha güçlü bir şekilde ifade bulduğu günümüzde, çöküşten korkan bir yeni güç bulunmadığından, paralel devlet kurmak da kimselerin aklına gelmeyecektir. Yeni dönemin en dikkatli olunması gereken yanı, ABD ile akıllı/yakın ilişkilerin olabileceği, ama Amerikancılığın artık olabilemeyeceği gerçeğidir; yükselen evrensel değerlerin bugün de esasen Batı'da hakim olduğunu bilmek, ama Doğu'ya özgü değerlerin bunlara yeni bir boyut katacağını ve Doğusuz Batıcılığın da işlemeyeceğini asla unutmamak gerçeğidir. Ve hepsinden önemlisi, daha çok Sol tarafından savunulmuş değerlerin yükselişi, kadının ve kadınsı değerlerin yükselişi, niceliğin değil niteliğin yükselişi gibi konuların temel alınması gerektiğidir.
Yeni bir Dünya kuruluyor ve Türkler de o Dünya'daki yerlerini alıyorlar. Bu açık ve net gelişmenin, gizli-kapaklılığın ortadan kalktığı internet çağında, en temel ahlak kuralları ve insani değerlerle sorunlu kesimlerin kontrolünde sürdürülmesi mümkün değildir. Türkiye'yi bu istikamette değişmeye zorlayan zaman kalitesi/devran da, yol üzerindeki paralel ve terelel yapılar nitel bir şekilde değişmeden (veya yıkılmadan), kimseye rahat vermeyecektir.