"Ordumun başında, yönümü öfkeyle Bağdat'a çevirdiğimde, yere veya göğe de saklansan, seni bulacağım ve seni bir aslan gibi yolunu keserek havaya fırlatacağım ve ülkende kikseyi sağ komayacağım, şehrini ve ülkeni küle çevireceğim. Seni ve saygıdeğer aileni bu felaketten korumamı istiyorsan, bilgece öğütlerimi dinle."Hülegü'nün Bağdat'taki Abbasi Halifesine gönderdiği mektup bu tonda yazılmıştı. Anadolu'nun, İran, Horasan ve Irak'ın Hükümdarı Hülegü Han, saldırdığı yerlerde o zamana dek görülmemiş vahşet uyguluyordu. Birçok Moğol soylusundan daha kültürlüydü. Beş yıldır hüküm süren tüm Moğolların Büyük Kağanı ağabeyi Kubilay kadar kültürlü olmakla övünürdü. Ağabeyinin Büyük Kağan olması için az uğraşmamıştı. Hülegü, çok sevdiği ve bağlı olduğu kardeşi Kubilay'ın şerefine, sevgili oğluna 'Abaka' adını vermişti (Moğolca: Amca). Başkenti'ni Hanbalık'a (Beijing) taşıyan Kubilay Çin'de, o da eski başkenti Maragha'da Rasathaneler kurdurmuşlardı. Yıldız hareketleriyle ve astrolojiyle yakından ilgiliydiler.
Hülegü Han
Hülegü 10 Şubat 1258'de Bağdat'a saldırıp çeğrek milyon Bağdatlıyı adamlarına kestirtti. Yaptırdığı katliam ve yıkım o kadar korkunçtu ki, şehrin bozulan su kanallarını onaracak insan bile kalmamıştı. Abbasi Halifeliği tamamen yokolmuş, ortadan kalkmıştı.
Aynı yıl Anadolu'nun Batısında, Kayı aşireti Beyi Ertuğrul'un bir oğlu oldu. Adını Osman (veya Otman) koydular. Daha sonra bir imparatorluğa adını verecek bu karaşın oğlan, beş yaşına geldiğinde, İlhanlı sarayı mecburen Kent-i Tebriz'e taşınmıştı ve Anadolu Moğol hakimiyetinde yaşamaktaydı. Kırkyedisinde olmasına rağmen hızla yaşlanmış olan Hülagü, hayatının son beş yılında, korkmayı öğrenmişti. 3 Eylül 1260'da, Kudüs'ün hemen Kuzeyin'deki Ayn Callut'ta bir bitli Memluk, Kıpçak veya Çerkes Türkü, işte her neyse bir asker köle, ona bi' tane çakmıştı!.. Bu nasıl olabilirdi? Yenilmez Moğolları yenmek, nasıl olur da bir Türk köleye nasip olurdu?!.. Sivas'ın köle pazarından Hama Emiri'nin satın aldığı Baybars adlı bir köle, nihayet Mısır Eyyubilerine satılmış, Mısır ordusunda hızla yükselmişti. Memluk komutanlar Mısır'da yönetime el koyduklarında, Eyyubi Sultanı Turan Şah'ı öldürenlerden biri de, adına Baybars denen bu Türk köleydi.
Hülegü gibi, Haşaşilerin kökünü kurutarak İran'ı almış biri, herkese korku salan, asla yenilmez sayılan koskoca İlhanlı Hakanının ordusunu yenmişti. Hülegü, bu savaşta yaptığı hatayı asla kabullenemiyor, içi içini yiyordu. Bitli Memlükleri çok küçümsemiş, asıl ordusunu savaştan çekmiş ve komutanı Kurtböke'yi yalnız bırakmıştı. Moğolların yenilmezliğine son veren de, Memlüklerin yedek kuvvetlerinin başındaki bu Baybars olmuştu. Sivas'tan satın alınan kölenin kazandığı tek zafer, sadece Anadolu'da değil, dünyanın her yerinde dikkat çekmişti. Demek Moğollar da yenilebiliyordu! Hülegü, işte bu söylentilere ifrit oluyordu.
Hülegü Tebriz'de iki şeye çok önem veriyordu. Bunlardan biri, en sevdiği oğlu, Şehzadesi Abaka'yı, kendi istediği gibi yetiştirmekti; diğeri de Moğolları yenebileceklerini kanıtlayan Türklere karşı sağlam bir ittifak kurmaktı.
Abaka'nın annesi Yesuncin Hatun, yeni Tebriz sarayının en mutsuz kadınlarındandı. Artık genç bir adam olan oğlunu, bebekliğinden beri göremiyor, istediği gibi sevemiyordu. Geleceğin İlhanlı Hükümdarı Abaka'yı, Hülagu'nun en sevdiği karısı, Kereit Prensesi Dokuz Hatun yetiştiriyordu. Dokuz Hatun, inançlı bir Nestoryan Hristiyanıydı... Dokuz Hatun, son Kereit Kağan'ı Tuğrul'un da kuzeniydi... Yani belki de Doğu'daki gizli yeraltı hükümdarlığının -yeraltındaki gizli ordunun- efsanevi komutanı Aziz John (yani 'Yahya') ile aynı kişiydi...
(Bu efsane, Bolşeviklerin Asya'yı mahvettikleri döneme kadar Asya'da yaşıyordu. Konuyu ayrıca yazmak gerekiyor.)
Çingis Han'ın oğlu Tuluy'un oğlu Hülagü'nün annesi Sorkhatani Beki de bir Nestoryan Hristiyandı. Tıpkı Hülegü'nün "en sevdiği" eşi Dokuz Hatun gibi. Abaka'nın Dokuz Hatun tarafından iyi yetiştirilmesini istiyordu, çünkü başında birçok bela vardı ve bu belalardan en önemlisi, yeni Altın Ordu'nun yeni hükümdarı yeğeni Berke'ydi. Diğer bela, Moğolları yenebileceklerini kanıtlamış olan Türklerdi. Hülegü, kendi akrabaları Altın Ordu ile savaşmaktan, ve didişmekten, Memlüklere konsantre olamıyordu. Berke ile aralarındaki itilaf konusu da, başta, Büyük Moğol Kağanı Kubilay'ın ölümünden sonra kimin Büyük Kağan ünvanını taşıyacağı meselesiydi. Kubilay, bazı Moğol prenslerinin ayaklanmasıyla uğraşmaktaydı. Kubilay'a baş kaldıranlardan en belalısı, Çingis Han'ın büyük oğlu Ögedey'in (Oktay'ın) torunu Kaidu idi. Berke ile anlaşamadıkları diğer konular arasında, Kafkaslar'ın ve Orta Asya'nın paylaşımı gibi konular vardı.Hülagü'nün Tebriz'de yaptığı en önemli girişim, 1264 Temmuzunda, vasalları ve müttefiklerini yanına çağırmak oldu. Tebriz'deki otağında bir Kurultay düzenlemişti. Anadolu'daki Konya Sarayı'nın asıl yöneticisi vezir Pervane Muineddin Süleyman, Gürcistan Kralı David, Kilikya (Adana-Mersin) Ermenilerinin kralı Hethum ve Antakya kalesi Haçlı Kontu VI. Bohemund, otağına geldiler. Hülagü'nün en önemli iki adamı, görüşmeleri yürütüyorlardı: Hazinecisi Şemseddin Cüvayni ve Yıldızcıbaşısı Nasreddin Tusi. Bu iki adam, Hülegü'nün Memlük ve Anadolu Türklerine karşı kurmayı tasarladığı ittifak için çalışmaktaydılar. Elbette İstanbul'daki İmparator Michael VIII. Palaiologos'u da cepheye kazanmayı amaçlıyordu. Önce, ilişkileri sağlamlaştırmak adına, İstanbul Sarayı ile akraba olmak istedi.
Kurultay'ın yapıldığı yılın sonlarında İstanbul'dan gelen haber olumluydu. İmparator Michael, gayrımeşru kızı Maria Despina'yı Tebriz'e göndereceğini söylüyordu. Despina, gencecik güzel bir kızdı. Evlilik dışı doğmuş olmasına rağmen babasının kuzusuydu ve zamanın şartlarına uyup gıkını çıkarmadan, hiç tanımadığı yaşlı bir Moğolla evlenmeyi kabul etti. Kış günü Haliç'ten ayrılan bir kalyona, Ortodoks Patriği Euthimius ile birlikte bindi. Yaşlı din adamı, ona eşlik edecekti. Trabzon'a uğrayıp yollarına devam ettiler ve Gürcistan sahillerinde gemiden inip uzun bir yolculuğa çıktılar.
Abaka, o günlerde Horasan'ın Mazdaran kentinde bulunmaktaydı. Bir Çağatay prensi ile oraya gitmiş, Altın Ordu saldırılarıyla uğraşmaktaydı ve otuz yaşındaydı. Orada, atını çatlatırcasına deli gibi koşturan bir ulaktan acı haberi aldı. Babası Hülegü 8 Şubat 1265'de ölmüştü. Derhal yola çıktı. Tebriz'e vardığında, şaşırdı. Küçük kardeşi Yaşmut buş durmayıp hemen tahta oturmuştu. Ama onu tahttan inmeye ikna etmek zor olmadı... Dokuz Hatun, bunu sağlayacak kadar güçlüydü. Abaka Tebriz'de hükümdarlığını ilan etme hazırlıkları yaparken, saraya ay parçası gibi bir kız geldi: Maria Despina. Abaka, kızı görür görmez çarpıldı ve bu "kime niyet kime kısmet" lafı, belki ilk o zaman icad olundu.
Abaka Han'lığını ilan edip Despina ila evlendikten bir-iki ay sonra, analığı Dokuz Hatun 42 yaşında öldü. Bu tarihten sonra Anadolu'daki ve İlhanlı Hükümdarlığının diğer köşelerindeki Hristiyanların koruyucusu, "Despina Hatun" oldu. Dokuz Hatun Hülegü'den, Bağdat'taki Hristiyanların öldürülmemesini rica etmiş, hükümdar da buna uymuştu. Şimdi Despina Hatun'un devri başlıyordu ve Abaka, özellikle Müslümanlardan nefret ediyordu. Babası ve Kubilay Kağan gibi Budistler, onun da en sevdiği kullarıydı. Kamlara da dokunmuyordu. Ama Müslümanlara karşı acımasızdı...
Moğollar, doğalarına aykırı bir pasifizmi emreden Budizmi kabul ederek intihar ettiklerinin henüz farkında değildiler. Türkler ise, tam tersine, onların Anadolu'daki hakimiyetlerini kesinleştirecek yeni bir istikamette ilerliyorlardı. Bu kapıyı açan muzip ejderin adı, Ahi Evran'dı. Bugün Ahi denen, ama adına eskiden Türkçe 'Akı' (eliaçık, cömert anlamında) dendiği yeni Türk ekonomisinin hücrelerini, felsefesini ve düzenini örgütlemeye, daha 13'üncü yüzyılın ilk yıllarında başlamışlardı. Birbirine komşu olan iki ocak, Kırşehir'deki ve yakınında Sulucakarahöyük'deki iki dergah, Moğolların tüm baskısına rağmen Anadolu'daki Türk hakimiyetinin ana unsurunu kuruyorlardu. Ahi Evran, Baybars'ın Halifeliği Mısır'a götürdüğü 1261 yılında dünyadan uçup gitti.
Kurultay'ın yapıldığı yılın sonlarında İstanbul'dan gelen haber olumluydu. İmparator Michael, gayrımeşru kızı Maria Despina'yı Tebriz'e göndereceğini söylüyordu. Despina, gencecik güzel bir kızdı. Evlilik dışı doğmuş olmasına rağmen babasının kuzusuydu ve zamanın şartlarına uyup gıkını çıkarmadan, hiç tanımadığı yaşlı bir Moğolla evlenmeyi kabul etti. Kış günü Haliç'ten ayrılan bir kalyona, Ortodoks Patriği Euthimius ile birlikte bindi. Yaşlı din adamı, ona eşlik edecekti. Trabzon'a uğrayıp yollarına devam ettiler ve Gürcistan sahillerinde gemiden inip uzun bir yolculuğa çıktılar.
Abaka, o günlerde Horasan'ın Mazdaran kentinde bulunmaktaydı. Bir Çağatay prensi ile oraya gitmiş, Altın Ordu saldırılarıyla uğraşmaktaydı ve otuz yaşındaydı. Orada, atını çatlatırcasına deli gibi koşturan bir ulaktan acı haberi aldı. Babası Hülegü 8 Şubat 1265'de ölmüştü. Derhal yola çıktı. Tebriz'e vardığında, şaşırdı. Küçük kardeşi Yaşmut buş durmayıp hemen tahta oturmuştu. Ama onu tahttan inmeye ikna etmek zor olmadı... Dokuz Hatun, bunu sağlayacak kadar güçlüydü. Abaka Tebriz'de hükümdarlığını ilan etme hazırlıkları yaparken, saraya ay parçası gibi bir kız geldi: Maria Despina. Abaka, kızı görür görmez çarpıldı ve bu "kime niyet kime kısmet" lafı, belki ilk o zaman icad olundu.
Abaka Han'lığını ilan edip Despina ila evlendikten bir-iki ay sonra, analığı Dokuz Hatun 42 yaşında öldü. Bu tarihten sonra Anadolu'daki ve İlhanlı Hükümdarlığının diğer köşelerindeki Hristiyanların koruyucusu, "Despina Hatun" oldu. Dokuz Hatun Hülegü'den, Bağdat'taki Hristiyanların öldürülmemesini rica etmiş, hükümdar da buna uymuştu. Şimdi Despina Hatun'un devri başlıyordu ve Abaka, özellikle Müslümanlardan nefret ediyordu. Babası ve Kubilay Kağan gibi Budistler, onun da en sevdiği kullarıydı. Kamlara da dokunmuyordu. Ama Müslümanlara karşı acımasızdı...
Moğollar, doğalarına aykırı bir pasifizmi emreden Budizmi kabul ederek intihar ettiklerinin henüz farkında değildiler. Türkler ise, tam tersine, onların Anadolu'daki hakimiyetlerini kesinleştirecek yeni bir istikamette ilerliyorlardı. Bu kapıyı açan muzip ejderin adı, Ahi Evran'dı. Bugün Ahi denen, ama adına eskiden Türkçe 'Akı' (eliaçık, cömert anlamında) dendiği yeni Türk ekonomisinin hücrelerini, felsefesini ve düzenini örgütlemeye, daha 13'üncü yüzyılın ilk yıllarında başlamışlardı. Birbirine komşu olan iki ocak, Kırşehir'deki ve yakınında Sulucakarahöyük'deki iki dergah, Moğolların tüm baskısına rağmen Anadolu'daki Türk hakimiyetinin ana unsurunu kuruyorlardu. Ahi Evran, Baybars'ın Halifeliği Mısır'a götürdüğü 1261 yılında dünyadan uçup gitti.