Azami Milliyetçilikle Şoven Milliyetçiliğin farkı hakkında

(Milliyetçilik yazıları 2)
Milliyetçiliğin en önemli ortak tanımı, modern ulusların oluşumunun kökeninde milliyetçiliğin yatması ile ilgilidir. Ve Batılı modern/gelişmiş ülke milliyetçiliğin tanımı ile, milliyetçi şovenizmin birbirine karıştırıldığı üzerinde durmalıyız. Konumuzla da ilgili, çünkü birinci milliyetçilik türü, 'Azami Milliyetçilik' demektir. Solumsu aydınların ve Hamasçı "demokratlar"ın kötü bir şey sayıp reddettiği, faşizan bulduğu şeye ise 'Azami Milliyetçilik' değil, "Şoven Milliyetçilik' diyoruz (veya 'Milliyetçi Şovenizm'). Abartılarak milliyetçiliğin bütününe atfedilen bu ikinci tip milliyetçilik, kendini tüm milletlerin üzerinde tutar, diğer milletlere posta koyan baskıcı/tahakkümcü bir milliyetçilik türüdür ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında marjinalleşmiştir.

Yani açık konuşacaksak, Türkiye'de bu tip marjinal keskin milliyetçilik örneklerin bugün en yoğun görüldüğü kesim Kürtçü kesimdir. Mesela Kemalist kesimleri bu anlamda, 'Azami Milliyetçiliğin arkaik biçimi' sayabiliriz. Yani İkinci Dünya Savaşı sonrasının gelişmelerinden uzak kalmış, daha önceki dönemin tören meraklısı statükocu tek adamcı şekilciliğinden kendini kurtaramamış bir tür 'Azami Milliyetçililk' hali. Fakat Kemalizm kökenli milliyetçilik, son bir-iki yıldır, bu eski arkaik yanlarını aşmak için hızlı bir değişim göstermiştir (bu değişimi, Ergenekon şoku hızlandırmıştır) Kemalist milliyetçilik, sırf bu arkaik yanları nedeniyle, kolaylıkla 'Şoven Milliyetçi' damgası yiyebilmiş, neoliberal kimlikçiliğin boy hedefi olmuştur. Şimdi bu durumun değişiyor. Neoliberalizm zayıflayıp, arkaik yanlarından kurtulan 'Azami Milliyetçilik' güçleniyor.
'Şoven milliyetçilik' ve kapitalist toplumlardaki 'Azami milliyetçilik' arasındaki belirleyici farkın, 'Yurtseverlik' ile ilgili olduğunu belirtelim. 'Yurtseverlik', diğer milletlere de kendileri için 'Azami Milliyetçi' olma hakkı tanır, yani tahakkümcü değildir.
Buradan, milliyetçiliğin kendi kendini tarif ettiği mantaliteye dalalım...
Milliyetçiliğin temel varsayımı şudur: Ortak dile, ortak kültür ve ortak tarihe sahip topluluklar/halklar, kendi devletlerini kurma hakkına sahiptirler. Bu anlayışa göre insanlık, milli/ulusal karaktere başından beri zaten sahip olan birimlere bölünmüştür ve baştan bölünmüş bu insanlık ailesi, tekamül çerçevesinde gele gele milliyetçiliğe gelmiş ve oradan da milli/ulus devletleri kurmuşlardır!.. Bu yüzden her türlü legitim/meşru iktidar, ancak millet/ulus denen yapıya dayanabilir -yoksa meşru olmaz... Ve gene bu genel düşünceye göre halklar ve yukarıda saydığımız ortak özelliklere sahip topluluklar milli/ulus-devletleri kurar (milliyetçilikler ulusları kurmaz!..)
Tabii bunun tersi geçerlidir:
Ulusları milliyetçilikler kurar ve milliyetçilikleri de kapitalist üretim ilişkileri (özellikle de endüstrileşme) üretir. Ve milliyetçiler birbirinden kopya çeker. Uluslaşma, esasen yukarıdan aşağıya doğru olur. Batı ülkelerinde önce milletlerin oluşup onların milliyetçilikleri yumurtladıkları ve ulus-devletlerin böyle ortaya çıktığı teorisi doğru değildir. İstisnasız tüm uluslar, milliyetçiliklerin ürünüdür. Orta Avrupa'daki uluslaşma, üçyüzyılda ağır ağır savaşlar/mücadeleler içinde gerçekleştiği için, halkın isteğiyle aşağıdan yukarı kurulmuş gibi gösterilmeye müsaittir. Türkiye gibi dünyanın çoğunluğunun uluslaşması ise seksen-yüz yıl içinde çabucak ama yarım yamalak gerçekleşmiştir.
Ulus kuran Milliyetçiliğin, kendi ulus-devletini sahiplenmesi anlayışı, tüm dünyada -uluslararası ilişkilerde- hakim ortak paydadır ve Birleşmiş Milletler gibi kurumlar da bu 'Azami Milliyetçilik' anlayışın üzerine kurulmuştur.
Burada 'Azami Milliyetçilik'i hep 'Yurtseverlik' ölçüsüyle ölçüp sınamak gerekiyor. mesela 'Şoven Milliyetçilik', bu tip ölçüleri sadece kendisi için koyup komşularına bu hakkı tanımayan bir genel anlayışın adıdır. 'Azami Milliyetçilik'de esas olan, ülke milliyetçiliğini oluşturan ve uluslararası yapıda tam bir legitimasyona/meşruiyete sahip bu durumu taşıyan tek tek vatandaşların, lendilerini, 'Azami Milliyetçilik'e göre tanımlamaları, etnik/dini/yerel özelliklerini 'Azami milliyetçilik'in üzerine çıkarmamalarıdır.
Esas olan, önem sıralamasıdır. Yani kapitalist bir ulus-devlette asıl belirleyici olan 'Azami Milliyetçilik', çok sonra da etnik/dini/yerel özellikler gelmelidir. İdeal durum budur. 'Azami milliyetçilik'in hüküm sürdüğü ülkelerde, ikinci sırada, etnik/dini/yerel kimliklerden önce başka kimliklerin geldiğini biliyoruz. İkinci sırada ekonomik kimlikler gelmektedir. Bunlar, mesleklerle ve sosyal statü ile ilgili kimliklerdir.
Milliyetçiliğin, bütünü aşırı önemseyen, abartan, 'Entegre edici Milliyetçilik' türü ise, gene İki Dünya Savaşı arasındaki dönemde yaşanmış olan, "Sen hiçbirşeysin Ulus herşey" mantığıdır. Bu zihniyetin çeşitli biçimlerde zuhur etmesi mümkün. Abartılı Milliyetçiliğin tüm ikincil renkleri reddettiği faşizan bir tür.
Türkiye gibi çok kültürlü bir kökenden gelen ve kapitalizmin neoliberal dönemdeki bozulmasıyla birlikte kimlikçiliğin ortaya çıktığı ülkelerde önemli olan, iki uç arasında, bütünü gözeten yurtsever bir 'Azami milliyetçilik' anlayışının tutturulması olsa gerek. Ölçü burada da 'Yurtseverlik'tir, ama bu yeterli değildir. Sosyal yapılar canlı ve değişkendir. Değişebilen, ama özü sarsılmayan iyi bir dengenin kurulabilmesi için, etnik/dini/yerel özelliklerin 'kişisel özgürlükler' bazında yeterince özgür (ama mikro-milliyetçilikler üretmeyecek şekilde bütünden izole edilmemeye dikkat edilen bir şekilde yaşadığı), 'Azami Milliyetçilik'in de bütünü taşıyacak sağlamlığa sahip olup bunu milli eğitimle sürekli yeniden üretebileceği bir ekonomiden bahsetmek zorundayız.
Bu ekonomi; büyük eşitsizlikler üretmekten kaçınan, eşitsizlikleri ve sorunları, etnik/dini kimlikler üzerinden değil, sosyo-ekonomik kimlikler üzerinden konuşan neo-liberal karşıtı bir ekonomi olmak zorundadır.
Zenginliğin ve fakirliğin bölgeleştirilmesi ve bunun etnik dille ifadesi tehlikesine, bilinçli bir şekilde karşı duran sosyal politikalar başarılı olabilirler. Buna uygun başarılı bir siyasi yapının restorasyonu ve sürdürülmesi, neoliberal politikalar/ekonomilerle mümkün olaMAz, çünkü neoliberal ekonomiler, radikal eşitsizlikler üreten ve ortak/kamusal/devlet faktörünü aradan çıkararak insanları cemaatlere/örgütlere/firmalara iten yapılardır. Ortak sosyal yapılar kurmayı zorlaştıran, en temel sosyal gereksinimleri bile özelleştirebilen yapılardır neoliberal yapılar ve toplumların içinde ufalanmalara neden olmaktadırlar. Sosyal devletin yeniden inşası, bu nedenle son derece önemlidir... Çünkü Sosyal devlet, aynı zamanda 'Azami Milliyetçiliği' de üretmekte, ortak paydaları güçlendirmektedir. Bu noktada -hele Türkiye gibi bir yerde-, sadece devletin dilinin kullanıldığı milli eğitimden de taviz verilemez, devletin başka dillerde eğitim olanağı sağlaması düşünülemez. Bu tür konular, 'Diğer kültürlerin araştırılması, öğrenilmesi' bazında üniversite dalları olabilirler, ama milli bir eğitim sisteminin tek dili olmak zorundadır.


(Yazı dizisi devam edecek)